OTUZİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Secde
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 30 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
الٓمٓ۠ ﴿١﴾
﴾1﴿
Elif! Lâm! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ لَا رَيْبَ ف۪يهِ مِنْ رَبِّ الْعَالَم۪ينَۜ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Kendisin(in verdiği haberler)de hiçbir şüphe bulunmayan bu (yüce) Kitâb’ın indirilişi, bütün âlemlerin (ve tüm varlıkların yegâne yaratıcısı ve yöneticisi olan) Rabbindendir.
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۚ بَلْ هُوَ الْحَقُّ مِنْ رَبِّكَ لِتُنْذِرَ قَوْمًا مَٓا اَتٰيهُمْ مِنْ نَذ۪يرٍ مِنْ قَبْلِكَ لَعَلَّهُمْ يَهْتَدُونَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Yoksa o (kâfir ola)nlar: “Onu o (Muhammed) uydurdu” mu diyorlar?! Doğrusu o (Kur’ân), senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş olan bir toplumu (onu inkâr etmeleri durumunda karşılaşacakları azaplardan) uyarasın diye senin Rabbin (nezdin)-den (indirilmiş) olan hakkın ta kendisidir. Tâ ki onlar (senin uyarılarını dikkate alıp İslâm’ı kabûl ederek) hidâyet bulurlar.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍ ثُمَّ اسْتَوٰى عَلَى الْعَرْشِۜ مَا لَكُمْ مِنْ دُونِه۪ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا شَف۪يعٍۜ اَفَلَا تَتَذَكَّرُونَ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; göklerle yeri ve ikisi arasındakileri (dünyâ günlerinden) altı gün (miktârına denk gelecek vakit)de yaratmıştır. Sonra O (yüce Rabbinizin emir ve yasakları, nurları ve tecellîleri) Arş(a yönelmiş ve böylece Allâh-u Te‘âlâ’nın hükümranlığı en büyük cisim olan Arş dâhil tüm yaratılmışlar)ı istivâ (ve istîlâ) etmiş (hepsine de hükmünü kabûl ettirmiş)tir. O’nun (izni ve rızâsı) dışında sizin için hiçbir yakın dost yoktur, herhangi bir (konuda) şefâatçi de yoktur. Hâlâ (bu anlatılanları doğru anlayıp da, bozuk yolda olduğunuzu) iyice düşün(erek, şirki bırakıp bir olan Allâh’a ibâdet et)meyecek misiniz?!
يُدَبِّرُ الْاَمْرَ مِنَ السَّمَٓاءِ اِلَى الْاَرْضِ ثُمَّ يَعْرُجُ اِلَيْهِ ف۪ي يَوْمٍ كَانَ مِقْدَارُهُٓ اَلْفَ سَنَةٍ مِمَّا تَعُدُّونَ ﴿٥﴾
﴾5﴿
O (Allâh-u Te‘âlâ göndereceği vahiyler ve indireceği kazâ ve kaderlerin tatbîki ile ilgili) bütün işleri (melekler vâsıtasıyla ve semâda bulunan diğer sebepler aracılığıyla) gökten başlayarak yere kadar (indirip, yeryüzünde ve halkında eserleri belirecek şekilde) yönetmekte (ve bunun bir netîcesi olarak doğum ve ölümler, yeller, seller, mahsuller ve zelzeleler gibi, ilm-i ezelîde var olacağı bilinen her şey vakti geldiğinde gerçekleşmekte)dir. Sonra o (vazîfeyi üstlenen melek emirleri ilk olarak aldığı gökteki makāmından ibâret) oraya öyle bir günde yükselmektedir ki, onun miktârı sizin saymakta olduğunuz şeylerden (ve hesapladığınız yıllardan) bin sene (kadar uzun) olmuştur.
ذٰلِكَ عَالِمُ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ الْعَز۪يزُ الرَّح۪يمُۙ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Habîbim!) İşte sana! Ancak Bu (sıfatlara sâhip olan Rabbiniz), (duyu organlarıyla idrâk edilemeyen) tüm görünmezleri de bütün görünenleri de (hakkıyla) bilendir, (istediğini yapmaya son derece güçlü olan) Azîz’dir ve (tüm kararlarında kullarına çok acıyan) Rahîm’dir.
اَلَّذ۪ٓي اَحْسَنَ كُلَّ شَيْءٍ خَلَقَهُ وَبَدَاَ خَلْقَ الْاِنْسَانِ مِنْ ط۪ينٍۚ ﴿٧﴾
﴾7﴿
(Allâh-u Te‘âlâ) öyle bir Zâttır ki; kendisini yaratmış olduğu her bir şeyi (yararlı ve) güzel yapmış, o (ilk) insan (olan Âdem (Aleyhisselâm))ı yaratmaya da (kuru, kara ve kokmuş) bir çamurdan başlamıştır.
ثُمَّ جَعَلَ نَسْلَهُ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ مَٓاءٍ مَه۪ينٍۚ ﴿٨﴾
﴾8﴿
(Âdem’i yarattıktan) sonra onun neslini değersiz bir sudan; (o menînin ihtivâ ettiği üreme hücrelerinden seçilen) süzme bir özden yaratmıştır.
ثُمَّ سَوّٰيهُ وَنَفَخَ ف۪يهِ مِنْ رُوحِه۪ وَجَعَلَ لَكُمُ السَّمْعَ وَالْاَبْصَارَ وَالْاَفْـِٔدَةَۜ قَل۪يلًا مَا تَشْكُرُونَ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Daha sonra (erkek ve dişinin sularının rahimde birleşmesini müteâkıben yaratacağı çocuğun uzuvlarını tamamlayarak ve onu takdîr buyurduğu şekle sokarak kıvâma getirip) ona düzgün şekil vermiş ve Kendi diriltme (sıfatının tecellî)sinden onun içerisine (hayat) üflemiştir. Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ) sizin için kulaklar, gözler ve (anlayış merkezi olan) kalpler de yaratmıştır. (O’nun bunca nîmetlerine karşı şükür nâmına) çok az bir şeyle şükrediyorsunuz.
وَقَالُٓوا ءَاِذَا ضَلَلْنَا فِي الْاَرْضِ ءَاِنَّا لَف۪ي خَلْقٍ جَد۪يدٍۜ بَلْ هُمْ بِلِقَٓاءِ رَبِّهِمْ كَافِرُونَ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Ayrıca o (müşrik ola)nlar(dan Übeyy ibnü Halef ve arkadaşları): “Biz o (gömüldüğümüz) toprak içerisinde kaybol(up un ufak ol)duğumuz zaman mı, gerçekten biz mi, elbette yepyeni bir yaratılış içinde (diriltilmiş) olacağız?!” dediler. Doğrusu, onlar özellikle (ölümlerinin ardından diriltilip mahşere çıkartılmayı ve bu sûretle) Rablerine kavuşmayı inkâr edici kimselerdir.
قُلْ يَتَوَفّٰيكُمْ مَلَكُ الْمَوْتِ الَّذ۪ي وُكِّلَ بِكُمْ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ۟ ﴿١١﴾
﴾11﴿
(Habîbim! Onların bu bâtıl sözünü reddetmek üzere) de ki: “Sizin (ruhlarınızı kabzetmek)le görevlendirilmiş olan o ölüm meleği sizi(n canlarınızı alarak) vefât ettirecektir. Sonra da (diriltilerek) ancak Rabbiniz(in muhâsebesin)e döndürüleceksiniz. (Artık iyi düşünün, Rabbinize ne cevap vereceksiniz?!)”