v02.01.25 Geliştirme Notları
Secde Sûresi
416
Cuz 21
21﴿ Ayrıca andolsun; Biz o en büyük (kıyâmet gününün) âzâb(ın)dan önce (kıtlık, kuraklık, öldürülme ve esir düşme gibi) o en yakın olan azaptan bir kısmını elbette onlara (dünyâda) tattıracağız. Tâ ki onlar(dan sağ kalanlar kâfirlikten) dönsünler.
22﴿ Ayrıca kim, Rabbinin âyetleriyle kendisine öğüt verilmiş ol(duğu için onların doğruluğunu ve saâdet yollarına irşâd ettiğini iyice anlay)an sonra da onlardan yüz çevir(erek hiç öğütlenme)miş (gibi davranmış) olan kimseden daha zâlimdir?! Şüphesiz ki Biz o suçlulardan intikam alıcılarız. (Biz zulüm işleyen herkesten intikam alacakken, her zâlimden daha büyük zâlim olan o müşrikleri hiç intikamsız bırakır mıyız?!)
23﴿ Andolsun ki; elbette Biz Mûsâ’ya muhakkak o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) vermiştik. (Habîbim!) Artık sen (Mi‘râc Gecesi’nde de, kıyâmet gününde de Mûsâ ile buluşup) ona kavuşmaktan hiçbir şüphe içinde olma. Ayrıca Biz onu (o Tevrât’ı) İsrâîloğulları(nın sapıklıktan kurtuluşu) için büyük bir hidâyet (rehberi) yapmıştık.
24﴿ (Dîne yardım konusunda ve ibâdetlerin zorluklarına katlanma husûsunda, bir de dünyânın zevklerine aldanmama noktasında) sabrettikleri ve (boş işlere değil de) sâdece Bizim âyetlerimiz(i anlamaya kafa yorup, kendilerin)e yakînen inanır oldukları zaman (bu fazîletli hasletlerinden dolayı) Biz onlar arasından birtakım önderler (peygamberler, velîler ve âlimler) tâyin etmiştik ki, onlar Bizim (kendilerine iletmiş olduğumuz “İyiliği emredin ve kötülükten nehyedin” şeklindeki) emrimiz sebebiyle (dînimizin hükümlerine insanları) hidâyet ediyorlardı.
25﴿ (Habîbim!) Senin Rabbin şüphesiz ki O, özellikle kendisi hakkında sürekli ihtilâf etmekte oldukları (dînî meselelerle ilgili) şeyler husûsunda o (kâfir ola)nlar (ile kendilerine gönderilmiş olan peygamberler ve müminler) arasında (adâletini icrâ etmek üzere) kıyâmet günü ayırıcı (bir) hüküm verecektir.
26﴿ Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’i göndererek) o (müşrik ola)nlar için (başlarına gelecek felâketleri) açıklamada bulunmadı mı ki (hâlâ inkârda ısrâr edebiliyorlar); Biz (bugüne kadar) onlardan önceki asırlar (halkın)dan nicelerini helâk etmiştik, hâlbuki (bugün) kendileri onların (vîrân olmuş) yurtlarında yürümektedirler. (Ey muhâtap!) İşte sana! (İnkârcı ümmetlerin) bu (şekilde helâke uğratılması)nda elbette pek çok ve çok büyük âyetler bulunmaktadır. Hâlâ (öğüt alma kulağıyla âyetlerimizi) duy(up da hidâyet bul)mayacaklar mı?!
27﴿ Yine onlar görmediler mi ki; gerçekten Biz (kuraklıktan) kuru olan bitkisiz toprağa suyu sevk etmekteyiz de sonra onun sebebiyle bolca ekinler çıkarmaktayız ki, davarları da kendileri de ondan (çıkan mahsullerden) yemektedir(ler)?! (Kudret ve nîmetimizin yüceliğini ifâde eden bunca âyetlerimizi) hâlâ onlar gör(üp de doğru yola gel)meyecekler mi?!
28﴿ (Habîbim! Sen müşriklere: “Yakında Allâh size karşı bize büyük bir fetih nasip ederek, aramızda kesin hükmünü verecektir” diyorsun) ama onlar (inkâr ve alay yoluyla size): “İşte bu fetih ne zamandır? Eğer (fethin geleceğine dâir sözünüzde) doğru kimseler olduysanız (onun vaktini bize açıklayın)” diyorlar.
29﴿ (Habîbim!) De ki: “O kâfir olmuş kimseler (gâlibiyetimizi gördüklerinde îmân edecekler ama kendilerin)e o fetih günü îmân etmeleri fayda vermeyecektir ve (tevbe edip özür dilemeleri için) onlar(a süre tanınarak) kendilerine mühlet verilir de olmayacaklardır!” Âyet-i celîlede geçen “Fetih günü” ile ne kastedildiği hakkında üç görüş vardır; İmâm-ı Mücâhid (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; bu “Fetih Günü”nden maksad kıyâmet günüdür ki, o günkü îmânın fayda vermeyeceği âşikârdır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göreyse; burada Mekke fethi günü kastedilmiştir. İmâm-ı Hasen (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre ise; Bedir günü kastedilmektedir. Bu iki günde de îmânı kabûl edilen kimseler bulunduğu için, burada îmânlarından fayda görmeyecekleri bildirilenler, o günlerde kâfir olarak ölenlerdir. Zîrâ onlar ölümle yüz yüze geldikten sonra mecbûren îmân etseler de bu îmânlarının makbul olmayacağı zâten başka âyet-i kerîmelerde açıkça ifâde edilmiştir. (el-Beyzâvî; el-Âlûsî)
30﴿ (Habîbim!) Öyleyse sen onlardan yüz çevir(ip, inkârlarını da alay etmelerini de önemseme) ve (zaferi) bekle. Gerçekten onlar (da size gâlip gelmeyi beklerlerken, aslında kendi yok oluşlarını) bekleyici kimselerdir.
سُورَةُ السَّجْدَةِ
الجزء ٢١
٤١٦
وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢١
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟ ﴿٢٢
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ ﴿٢٣
وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ ﴿٢٤
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٢٥
اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ اَفَلَا يَسْمَعُونَ ﴿٢٦
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ اَفَلَا يُبْصِرُونَ ﴿٢٧
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٨
قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿٢٩
فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ ﴿٣٠
Secde Sûresi
416
Cuz 21
وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنَ الْعَذَابِ الْاَدْنٰى دُونَ الْعَذَابِ الْاَكْبَرِ لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ ﴿٢١
21﴿ Ayrıca andolsun; Biz o en büyük (kıyâmet gününün) âzâb(ın)dan önce (kıtlık, kuraklık, öldürülme ve esir düşme gibi) o en yakın olan azaptan bir kısmını elbette onlara (dünyâda) tattıracağız. Tâ ki onlar(dan sağ kalanlar kâfirlikten) dönsünler.
وَمَنْ اَظْلَمُ مِمَّنْ ذُكِّرَ بِاٰيَاتِ رَبِّه۪ ثُمَّ اَعْرَضَ عَنْهَاۜ اِنَّا مِنَ الْمُجْرِم۪ينَ مُنْتَقِمُونَ۟ ﴿٢٢
22﴿ Ayrıca kim, Rabbinin âyetleriyle kendisine öğüt verilmiş ol(duğu için onların doğruluğunu ve saâdet yollarına irşâd ettiğini iyice anlay)an sonra da onlardan yüz çevir(erek hiç öğütlenme)miş (gibi davranmış) olan kimseden daha zâlimdir?! Şüphesiz ki Biz o suçlulardan intikam alıcılarız. (Biz zulüm işleyen herkesten intikam alacakken, her zâlimden daha büyük zâlim olan o müşrikleri hiç intikamsız bırakır mıyız?!)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا مُوسَى الْكِتَابَ فَلَا تَكُنْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓائِه۪ وَجَعَلْنَاهُ هُدًى لِبَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَۚ ﴿٢٣
23﴿ Andolsun ki; elbette Biz Mûsâ’ya muhakkak o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) vermiştik. (Habîbim!) Artık sen (Mi‘râc Gecesi’nde de, kıyâmet gününde de Mûsâ ile buluşup) ona kavuşmaktan hiçbir şüphe içinde olma. Ayrıca Biz onu (o Tevrât’ı) İsrâîloğulları(nın sapıklıktan kurtuluşu) için büyük bir hidâyet (rehberi) yapmıştık.
وَجَعَلْنَا مِنْهُمْ اَئِمَّةً يَهْدُونَ بِاَمْرِنَا لَمَّا صَبَرُواۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يُوقِنُونَ ﴿٢٤
24﴿ (Dîne yardım konusunda ve ibâdetlerin zorluklarına katlanma husûsunda, bir de dünyânın zevklerine aldanmama noktasında) sabrettikleri ve (boş işlere değil de) sâdece Bizim âyetlerimiz(i anlamaya kafa yorup, kendilerin)e yakînen inanır oldukları zaman (bu fazîletli hasletlerinden dolayı) Biz onlar arasından birtakım önderler (peygamberler, velîler ve âlimler) tâyin etmiştik ki, onlar Bizim (kendilerine iletmiş olduğumuz “İyiliği emredin ve kötülükten nehyedin” şeklindeki) emrimiz sebebiyle (dînimizin hükümlerine insanları) hidâyet ediyorlardı.
اِنَّ رَبَّكَ هُوَ يَفْصِلُ بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) Senin Rabbin şüphesiz ki O, özellikle kendisi hakkında sürekli ihtilâf etmekte oldukları (dînî meselelerle ilgili) şeyler husûsunda o (kâfir ola)nlar (ile kendilerine gönderilmiş olan peygamberler ve müminler) arasında (adâletini icrâ etmek üzere) kıyâmet günü ayırıcı (bir) hüküm verecektir.
اَوَلَمْ يَهْدِ لَهُمْ كَمْ اَهْلَكْنَا مِنْ قَبْلِهِمْ مِنَ الْقُرُونِ يَمْشُونَ ف۪ي مَسَاكِنِهِمْۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍۜ اَفَلَا يَسْمَعُونَ ﴿٢٦
26﴿ Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ Kur’ân-ı Kerîm’i göndererek) o (müşrik ola)nlar için (başlarına gelecek felâketleri) açıklamada bulunmadı mı ki (hâlâ inkârda ısrâr edebiliyorlar); Biz (bugüne kadar) onlardan önceki asırlar (halkın)dan nicelerini helâk etmiştik, hâlbuki (bugün) kendileri onların (vîrân olmuş) yurtlarında yürümektedirler. (Ey muhâtap!) İşte sana! (İnkârcı ümmetlerin) bu (şekilde helâke uğratılması)nda elbette pek çok ve çok büyük âyetler bulunmaktadır. Hâlâ (öğüt alma kulağıyla âyetlerimizi) duy(up da hidâyet bul)mayacaklar mı?!
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّا نَسُوقُ الْمَٓاءَ اِلَى الْاَرْضِ الْجُرُزِ فَنُخْرِجُ بِه۪ زَرْعًا تَأْكُلُ مِنْهُ اَنْعَامُهُمْ وَاَنْفُسُهُمْۜ اَفَلَا يُبْصِرُونَ ﴿٢٧
27﴿ Yine onlar görmediler mi ki; gerçekten Biz (kuraklıktan) kuru olan bitkisiz toprağa suyu sevk etmekteyiz de sonra onun sebebiyle bolca ekinler çıkarmaktayız ki, davarları da kendileri de ondan (çıkan mahsullerden) yemektedir(ler)?! (Kudret ve nîmetimizin yüceliğini ifâde eden bunca âyetlerimizi) hâlâ onlar gör(üp de doğru yola gel)meyecekler mi?!
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْفَتْحُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٨
28﴿ (Habîbim! Sen müşriklere: “Yakında Allâh size karşı bize büyük bir fetih nasip ederek, aramızda kesin hükmünü verecektir” diyorsun) ama onlar (inkâr ve alay yoluyla size): “İşte bu fetih ne zamandır? Eğer (fethin geleceğine dâir sözünüzde) doğru kimseler olduysanız (onun vaktini bize açıklayın)” diyorlar.
قُلْ يَوْمَ الْفَتْحِ لَا يَنْفَعُ الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا ا۪يمَانُهُمْ وَلَا هُمْ يُنْظَرُونَ ﴿٢٩
29﴿ (Habîbim!) De ki: “O kâfir olmuş kimseler (gâlibiyetimizi gördüklerinde îmân edecekler ama kendilerin)e o fetih günü îmân etmeleri fayda vermeyecektir ve (tevbe edip özür dilemeleri için) onlar(a süre tanınarak) kendilerine mühlet verilir de olmayacaklardır!” Âyet-i celîlede geçen “Fetih günü” ile ne kastedildiği hakkında üç görüş vardır; İmâm-ı Mücâhid (Radıyallâhu Anh)dan nakledildiğine göre; bu “Fetih Günü”nden maksad kıyâmet günüdür ki, o günkü îmânın fayda vermeyeceği âşikârdır. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göreyse; burada Mekke fethi günü kastedilmiştir. İmâm-ı Hasen (Radıyallâhu Anh)dan rivâyete göre ise; Bedir günü kastedilmektedir. Bu iki günde de îmânı kabûl edilen kimseler bulunduğu için, burada îmânlarından fayda görmeyecekleri bildirilenler, o günlerde kâfir olarak ölenlerdir. Zîrâ onlar ölümle yüz yüze geldikten sonra mecbûren îmân etseler de bu îmânlarının makbul olmayacağı zâten başka âyet-i kerîmelerde açıkça ifâde edilmiştir. (el-Beyzâvî; el-Âlûsî)
فَاَعْرِضْ عَنْهُمْ وَانْتَظِرْ اِنَّهُمْ مُنْتَظِرُونَ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim!) Öyleyse sen onlardan yüz çevir(ip, inkârlarını da alay etmelerini de önemseme) ve (zaferi) bekle. Gerçekten onlar (da size gâlip gelmeyi beklerlerken, aslında kendi yok oluşlarını) bekleyici kimselerdir.