v02.01.25 Geliştirme Notları
Ahzab Sûresi
418
Cuz 21
7﴿ (Habîbim! Ümmetine anlat) Biz (elçilik görevlerini tebliğ etme ve hak dîne dâvet husûsunda) tüm peygamberlerden; (ilk başta ruhlar âleminin ilk peygamberi olan) senden, (özellikle de ülü’l-azm sayılan) Nûh’tan, İbrâhîm’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan kuvvetli sözlerini almıştık. Ayrıca Biz onlardan (yeminlerle akdedilmiş) çok kuvvetli ve güvenilir bir söz almıştık.
8﴿ Netîcede O (Allâh-u Te‘âlâ), o (tebliğ görevini yerine getireceklerine dâir verdikleri sözlerinde) doğru (bir şekilde vazîfelerini yapmış) olan (peygamberlere ve onlara îmân edeceklerine dâir Kālû Belâ’da söz verip, dünyâya çıktıklarında bu sözü yerine getiren mümin) kimseleri (kıyâmet günü) sadâkatlerinden sorguya çekecek (vefâlılıkları ortaya çıkınca da onları memnun edecektir ki böylece sözlerinde durmayan kâfirleri mahcup edecek)tir. Zâten O (Allâh-u Te‘âlâ) o (sadâkatsiz) kâfirler için çok acı verici büyük bir azap hazırlamıştır.
9﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan (bunca) nîmetlerini hatırlayın. (Özellikle) bir vakti (yâd edin) ki; size (saldırmak için, Kureyş’le ittifak kuran Arap ve Yahûdî kabîlelerinden on beş bin kişilik) ordular gelmiş, Biz de hemen onların üzerine (dondurucu) kuvvetli bir rüzgâr ve kendilerini görmediğiniz (bin kişilik) çok güçlü (melek) ordular(ını) göndermiştik. Zâten Allâh sizin yapmakta olduğunuz (hendek kazma, harp hazırlığı yapma ve Kendisine ümitle yalvarma gibi) şeyleri dâimâ (hakkıyla gören ve bu yüzden size yardım eden bir) Basîr olmuştur. Bu âyet-i kerîmeden îtibâren yirmi beş âyet-i kerîme, hicretin beşinci senesinde vukû bulan Hendek Muhârebesi’nden bahsetmektedir. Ebû Süfyân önderliğindeki Kureyş Kabîlesi, Benû Esed, Ğatafân, Benû Âmir ve Benû Süleym’den oluşan müşrik kabîleleriyle birleşmiş, Yahûdîler içerisinden hepsi değilse de, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in aleyhine kimseyle birleşmeyeceklerine dâir söz veren Kureyzaoğulları ise, Nadîroğullarının lideri Huyey kâfirinin kışkırtmasıyla bu birliğe katılmış ve böylece on binden ziyâde sayıya ulaşan birleşik güçler Medîne’yi kuşatmışlar, sahâbe-i kirâm ise şehrin etrâfına kazdıkları hendeklerin arkasında mevzilenip, Allâh-u Te‘âlâ’nın gönderdiği melek ordularının yardımıyla, bir de düşman karargâhını darmadağın eden kasırgayla zafere ermişler, şer güçler de zelîl bir durumda kaçmaya mecbur kalmışlardır. (el-Âlûsî)
10﴿ Bir zamânı (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın size onda lütfettiği nîmetlerini hatırlayıp aklınızdan hiç çıkarmayın) ki o (müşrik ola)nlar(dan bir kısmı sizin bulunduğunuz vâdîye göre doğu cihetinde olan) üstünüzden ve (Kureyş de) size göre daha aşağı (taraf olan batı)dan size gelmiştiler. Bir de (özellikle) o vakti ki; gözler(iniz korku ve şaşkınlıkla yerlerinden) kaymış, kalpler de (yerinden fırlayarak) boğazlara ulaşmıştı ve siz Allâh(ın size ne yapacağı) hakkında türlü türlü zanlarla tahminde bulunuyordunuz. (İçinizden ihlâslı olanlar Allâh-u Te‘âlâ’nın, dînine ve Habîbine mutlaka yardım edeceğine kanâat ediyorlar, münâfıklar ise kandırıldıklarına inanıyorlardı!)
11﴿ (Habîbim!) İşte sana! (İçlerindeki münâfıklar iyice belirlensin diye) o zamanda o müminler imtihan olundu ve onlar çok güçlü büyük bir zelzele ile (maddî-mânevî her yönden) sarsıldılar. (Fakat Rablerinin korumasıyla her türlü fitneden kurtuldular.)
12﴿ (Habîbim! Ümmetine anlat) o zamânı da ki münâfıklar ve kalplerinde (inanç zâfiyeti gibi) bir nevî hastalık bulunan o kimseler: “(Demek ki) Allâh ve Rasûlü bize (zafer vaad ederken) ancak bir aldatma vaad etmiş” diyordu.
13﴿ Yine (Habîbim! Ümmetine) o zamânı (anlat) ki; içlerinden (münâfık) bir topluluk: “Ey Yesrib halkı (ve Medîne ahâlisi)! (Bu güç karşısında) sizin için hiçbir ikāmet yeri yoktur, öyleyse (Medîne’deki evlerinize ve eski şirkinize) dönün” demişti. Onlardan bir fırka ise: “Şüphesiz bizim evlerimiz (tehlikelere karşı) tamâmen açık (ve duvarları zayıf olduğundan hırsız tehlikesiyle karşı karşıya)dır” demekte oldukları hâlde o (değerli) Nebî’den (geri dönüş için) izin istiyordu. Hâlbuki onlar(ın evleri) aslâ açık değildi (bilakis çok muhâfazalıydı). (Aslında) onlar ancak tam bir kaçış istiyorlardı.
14﴿ Ama eğer (Medîne’nin ve evlerinin) etraflarından oralara (baskın yapılarak); onların üzerine girilecek olsa da sonra onlardan (en büyük) fitne (sayılan dinden dönüş ve Müslümanlarla savaş) istense, (kendilerinden bunu talep edenlere) elbette onu(n sözünü) verirlerdi ve onu ancak (cevap hazırlığı yapacak kadar) çok az (bir zaman) bekletirlerdi.
15﴿ Hâlbuki andolsun; bundan önce muhakkak onlar: “(Düşmana karşı) arkaları(nı) döndürmeyecekler” diye Allâh’a kesin söz vermiştiler. Allâh’ın ahdi (ve O’na verilen sözlerin yerine getirilip getirilmediği) ise kesinlikle (kullara) sorulacak bir şey olmuştur.
سُورَةُ الْاَحْزَابِ
الجزء ٢١
٤١٨
وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ م۪يثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَاِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۖ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًاۙ ﴿٧
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْۚ وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا اَل۪يمًا۟ ﴿٨
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا وَجُنُودًا لَمْ تَرَوْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًاۚ ﴿٩
اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا ﴿١٠
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَد۪يدًا ﴿١١
وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اِلَّا غُرُورًا ﴿١٢
وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ وَيَسْتَأْذِنُ فَر۪يقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ اِنْ يُر۪يدُونَ اِلَّا فِرَارًا ﴿١٣
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَاٰتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَٓا اِلَّا يَس۪يرًا ﴿١٤
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَۜ وَكَانَ عَهْدُ اللّٰهِ مَسْؤُ۫لًا ﴿١٥
Ahzab Sûresi
418
Cuz 21
وَاِذْ اَخَذْنَا مِنَ النَّبِيّ۪نَ م۪يثَاقَهُمْ وَمِنْكَ وَمِنْ نُوحٍ وَاِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسَى ابْنِ مَرْيَمَۖ وَاَخَذْنَا مِنْهُمْ م۪يثَاقًا غَل۪يظًاۙ ﴿٧
7﴿ (Habîbim! Ümmetine anlat) Biz (elçilik görevlerini tebliğ etme ve hak dîne dâvet husûsunda) tüm peygamberlerden; (ilk başta ruhlar âleminin ilk peygamberi olan) senden, (özellikle de ülü’l-azm sayılan) Nûh’tan, İbrâhîm’den, Mûsâ’dan ve Meryem oğlu Îsâ’dan kuvvetli sözlerini almıştık. Ayrıca Biz onlardan (yeminlerle akdedilmiş) çok kuvvetli ve güvenilir bir söz almıştık.
لِيَسْـَٔلَ الصَّادِق۪ينَ عَنْ صِدْقِهِمْۚ وَاَعَدَّ لِلْكَافِر۪ينَ عَذَابًا اَل۪يمًا۟ ﴿٨
8﴿ Netîcede O (Allâh-u Te‘âlâ), o (tebliğ görevini yerine getireceklerine dâir verdikleri sözlerinde) doğru (bir şekilde vazîfelerini yapmış) olan (peygamberlere ve onlara îmân edeceklerine dâir Kālû Belâ’da söz verip, dünyâya çıktıklarında bu sözü yerine getiren mümin) kimseleri (kıyâmet günü) sadâkatlerinden sorguya çekecek (vefâlılıkları ortaya çıkınca da onları memnun edecektir ki böylece sözlerinde durmayan kâfirleri mahcup edecek)tir. Zâten O (Allâh-u Te‘âlâ) o (sadâkatsiz) kâfirler için çok acı verici büyük bir azap hazırlamıştır.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَةَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ جَٓاءَتْكُمْ جُنُودٌ فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا وَجُنُودًا لَمْ تَرَوْهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًاۚ ﴿٩
9﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan (bunca) nîmetlerini hatırlayın. (Özellikle) bir vakti (yâd edin) ki; size (saldırmak için, Kureyş’le ittifak kuran Arap ve Yahûdî kabîlelerinden on beş bin kişilik) ordular gelmiş, Biz de hemen onların üzerine (dondurucu) kuvvetli bir rüzgâr ve kendilerini görmediğiniz (bin kişilik) çok güçlü (melek) ordular(ını) göndermiştik. Zâten Allâh sizin yapmakta olduğunuz (hendek kazma, harp hazırlığı yapma ve Kendisine ümitle yalvarma gibi) şeyleri dâimâ (hakkıyla gören ve bu yüzden size yardım eden bir) Basîr olmuştur. Bu âyet-i kerîmeden îtibâren yirmi beş âyet-i kerîme, hicretin beşinci senesinde vukû bulan Hendek Muhârebesi’nden bahsetmektedir. Ebû Süfyân önderliğindeki Kureyş Kabîlesi, Benû Esed, Ğatafân, Benû Âmir ve Benû Süleym’den oluşan müşrik kabîleleriyle birleşmiş, Yahûdîler içerisinden hepsi değilse de, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in aleyhine kimseyle birleşmeyeceklerine dâir söz veren Kureyzaoğulları ise, Nadîroğullarının lideri Huyey kâfirinin kışkırtmasıyla bu birliğe katılmış ve böylece on binden ziyâde sayıya ulaşan birleşik güçler Medîne’yi kuşatmışlar, sahâbe-i kirâm ise şehrin etrâfına kazdıkları hendeklerin arkasında mevzilenip, Allâh-u Te‘âlâ’nın gönderdiği melek ordularının yardımıyla, bir de düşman karargâhını darmadağın eden kasırgayla zafere ermişler, şer güçler de zelîl bir durumda kaçmaya mecbur kalmışlardır. (el-Âlûsî)
اِذْ جَٓاؤُ۫كُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ اَسْفَلَ مِنْكُمْ وَاِذْ زَاغَتِ الْاَبْصَارُ وَبَلَغَتِ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللّٰهِ الظُّنُونَا ﴿١٠
10﴿ Bir zamânı (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın size onda lütfettiği nîmetlerini hatırlayıp aklınızdan hiç çıkarmayın) ki o (müşrik ola)nlar(dan bir kısmı sizin bulunduğunuz vâdîye göre doğu cihetinde olan) üstünüzden ve (Kureyş de) size göre daha aşağı (taraf olan batı)dan size gelmiştiler. Bir de (özellikle) o vakti ki; gözler(iniz korku ve şaşkınlıkla yerlerinden) kaymış, kalpler de (yerinden fırlayarak) boğazlara ulaşmıştı ve siz Allâh(ın size ne yapacağı) hakkında türlü türlü zanlarla tahminde bulunuyordunuz. (İçinizden ihlâslı olanlar Allâh-u Te‘âlâ’nın, dînine ve Habîbine mutlaka yardım edeceğine kanâat ediyorlar, münâfıklar ise kandırıldıklarına inanıyorlardı!)
هُنَالِكَ ابْتُلِيَ الْمُؤْمِنُونَ وَزُلْزِلُوا زِلْزَالًا شَد۪يدًا ﴿١١
11﴿ (Habîbim!) İşte sana! (İçlerindeki münâfıklar iyice belirlensin diye) o zamanda o müminler imtihan olundu ve onlar çok güçlü büyük bir zelzele ile (maddî-mânevî her yönden) sarsıldılar. (Fakat Rablerinin korumasıyla her türlü fitneden kurtuldular.)
وَاِذْ يَقُولُ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ مَا وَعَدَنَا اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اِلَّا غُرُورًا ﴿١٢
12﴿ (Habîbim! Ümmetine anlat) o zamânı da ki münâfıklar ve kalplerinde (inanç zâfiyeti gibi) bir nevî hastalık bulunan o kimseler: “(Demek ki) Allâh ve Rasûlü bize (zafer vaad ederken) ancak bir aldatma vaad etmiş” diyordu.
وَاِذْ قَالَتْ طَٓائِفَةٌ مِنْهُمْ يَٓا اَهْلَ يَثْرِبَ لَا مُقَامَ لَكُمْ فَارْجِعُواۚ وَيَسْتَأْذِنُ فَر۪يقٌ مِنْهُمُ النَّبِيَّ يَقُولُونَ اِنَّ بُيُوتَنَا عَوْرَةٌ وَمَا هِيَ بِعَوْرَةٍۜ اِنْ يُر۪يدُونَ اِلَّا فِرَارًا ﴿١٣
13﴿ Yine (Habîbim! Ümmetine) o zamânı (anlat) ki; içlerinden (münâfık) bir topluluk: “Ey Yesrib halkı (ve Medîne ahâlisi)! (Bu güç karşısında) sizin için hiçbir ikāmet yeri yoktur, öyleyse (Medîne’deki evlerinize ve eski şirkinize) dönün” demişti. Onlardan bir fırka ise: “Şüphesiz bizim evlerimiz (tehlikelere karşı) tamâmen açık (ve duvarları zayıf olduğundan hırsız tehlikesiyle karşı karşıya)dır” demekte oldukları hâlde o (değerli) Nebî’den (geri dönüş için) izin istiyordu. Hâlbuki onlar(ın evleri) aslâ açık değildi (bilakis çok muhâfazalıydı). (Aslında) onlar ancak tam bir kaçış istiyorlardı.
وَلَوْ دُخِلَتْ عَلَيْهِمْ مِنْ اَقْطَارِهَا ثُمَّ سُئِلُوا الْفِتْنَةَ لَاٰتَوْهَا وَمَا تَلَبَّثُوا بِهَٓا اِلَّا يَس۪يرًا ﴿١٤
14﴿ Ama eğer (Medîne’nin ve evlerinin) etraflarından oralara (baskın yapılarak); onların üzerine girilecek olsa da sonra onlardan (en büyük) fitne (sayılan dinden dönüş ve Müslümanlarla savaş) istense, (kendilerinden bunu talep edenlere) elbette onu(n sözünü) verirlerdi ve onu ancak (cevap hazırlığı yapacak kadar) çok az (bir zaman) bekletirlerdi.
وَلَقَدْ كَانُوا عَاهَدُوا اللّٰهَ مِنْ قَبْلُ لَا يُوَلُّونَ الْاَدْبَارَۜ وَكَانَ عَهْدُ اللّٰهِ مَسْؤُ۫لًا ﴿١٥
15﴿ Hâlbuki andolsun; bundan önce muhakkak onlar: “(Düşmana karşı) arkaları(nı) döndürmeyecekler” diye Allâh’a kesin söz vermiştiler. Allâh’ın ahdi (ve O’na verilen sözlerin yerine getirilip getirilmediği) ise kesinlikle (kullara) sorulacak bir şey olmuştur.