v02.01.25 Geliştirme Notları
Ahzab Sûresi
422
Cuz 22
36﴿ Allâh ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman; îmân eden hiçbir erkek için (doğru) olmamıştır, îmân eden hiçbir kadın için de kendi işlerinden (diledikleri arasında Allâh ve Rasûlünün hükmüne muhâlif) birini seçme(leri) onlar için (aslâ doğru ve câiz) olmamıştır. (Bilakis onların yapması farz olan şey kendi görüşlerini, Allâh ve Rasûlünün hükmüne tâbi kılmalarıdır.) Ama her kim Allâh(ın buyrukların)a ve Rasûlün(ün emirlerin)e isyân ederse, muhakkak ki o kişi, (yanlışlığı) çok açık olan tam bir sapıtma ile (doğru yoldan uzaklaşarak) dalâlete düşmüştür. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), halasının kızı olan Zeyneb bintü Cahş (Radıyallâhu Anhâ)yı, evlâtlığı olan Zeyd ibnü Hârise (Radıyallâhu Anh) ile evlendirmek isteyince, o ve kardeşi Abdullâh ibnü Cahş (Radıyallâhu Anhümâ)nın Zeyd ile Zeyneb’in birbirlerine denk olmadıkları gerekçesiyle bu teklife karşı çıkmaları üzerine bu âyet-i celîle inmiş ve hepsi bu evliliğe râzı olmuştur. (el-Kirmânî; el-Âlûsî)
37﴿ (Habîbim!) O vakti de (ümmetine anlat) ki; (İslâm’a muvaffakiyet ve sana evlâtlık olma gibi nîmetleri) Allâh’ın, kendisine lütufta bulunduğu, senin de (kölelikten âzâd edip evlât edinerek) kendisine iyilikte bulunmuş olduğun o (Zeyd ibnü Hârise adındaki) kişiye sen: “Eşini (boşamayıp) kendine (saklayarak nikâhın altında) tut ve (sana karşı takındığı kötü tutumu bahâne edip de onu boşayarak kendisine zarar verme husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakın” diyordun. Hâlbuki sen (Allâh’ın sana: “Zeyd yakında hanımını boşayacak ve Ben seni onunla evlendireceğim” diye vahyetmiş olduğu) bir şeyi (münâfık) insanlar(ın îtirazların)dan korkarak kendi içinde gizliyordun ki Allâh onu (mutlaka bir gün) açığa çıkarıcı idi. (Sen insanlardan çekiniyordun) ama Allâh, Kendisinden kork(up sakınma)manı en ziyâde hak edicidir. Sonra Zeyd (eşi olan) o kadından hâcet (ve isteklerin)e ulaş(ıp başka bir hâceti kalmadığı için onu boşa)dığı zaman Biz seni onunla evlendirdik, tâ ki o (mümin ola)nlar(ın evlâtlıkları), o (nikâhlarında olan) kadınlardan hâcet (ve isteklerin)e ulaş(ıp başka bir hâcetleri kalmadığı için onları boşa)dıkları zaman evlâtlıklarının eşleri(yle evlenmeleri) hakkında müminler üzerine hiçbir günah olma(dığı böylece anlaşıl)sın (için Allâh-u Te‘âlâ seni evlâtlığının eşi Zeyneb bintü Cahş ile evlendirdi). Zâten Allâh’ın (olmasını takdîr ettiği bütün) işleri yapılmış (bitmiş) bir şey olmuştur. Ömer, İbnü Mes‘ûd ve Âişe (Radıyallâhu Anhüm)ün beyanları vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bu âyet-i kerîmeden daha ağır bir vahiy indirilmemiştir ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vahiyden bir şey gizleyecek olsaydı elbette bu âyet-i kerîmeyi gizlerdi. Bu konudaki rivâyetlerin özeti şudur; Hazret-i Zeyd defâatle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip eşi Zeyneb’i boşamak istediğini söylüyor, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bunun sebebini sorunca: “Kendisinden yanlış bir şey görmedim lâkin soyluluğu nedeniyle bana karşı büyüklük taslıyor ve diliyle bana eziyette bulunuyor” diyordu. O arada Allâh-u Te‘âlâ Habîbine, yakında Zeyd’in eşini boşayacağını ve Kendisinin onu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e eş yapacağını bildirmişti. O sıra eşiyle kavga eden Hazret-i Zeyd yine bir gün boşama izni almak için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e mürâcaat etmiş fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), insanların: “Muhammed oğlunun hanımıyla evlendi” gibi laflar ederek dinden çıkmalarından çekinmiş ve kendisine gelen vahyi ne zaman bildireceğine dâir bir emir almadığı için bu tebliği geciktirip süreci tâkip etme yönünde ictihatta bulunarak, o an için bu vahyi kendi içinde gizlemiş ve Hazret-i Zeyd’e: “Allâh’tan kork, eşini boşama” diyerek yol göstermiştir. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek ona: “Sen geciktirmeden bunu Zeyd’e söylemeliydin” buyururcasına, vahyi söyleme zamânıyla ilgili ictihâdındaki hatâsı nedeniyle hoş bir sitemde bulunmak üzere: “(Sen insanlar ‘Ne der?’ diye çekinmekteydin) ama Allâh, Kendisinden kork(up sakınma)manı en ziyâde hak edicidir” buyurdu. Dolayısıyla Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in içinde gizlediği şey, sâdece Hazret-i Zeyneb’in kendisine eş olacağına dâir gelen vahiydir. “İnsanlardan korkma” ifâde-i celîlesi ise, aslâ “İnsanların laflarından korkarak Îlâhî emri geciktirme” mânâsında olmayıp, sâdece “Kendisi hakkında kötü düşünerek insanların kâfir olacakları endişesini taşıdığından, tebliğ zamânı hakkında da bir mâlûmat bulunmadığından dolayı gelir gelmez vahyi bildirmemesi”ni anlatmaktadır. İşte âyet-i kerîmenin zâhirine tıpatıp uyan ve peygamberlerin yüce makāmına yakışan îzâh tarzı ancak budur!
38﴿ (Evleneceği kadınların sayısıyla alâkalı olarak) Allâh’ın kendisi için helâl ettiği bir şey husûsunda o Nebî üzerine (vebâl bakımından) hiçbir sıkıntı olmamıştır. Allâh’ın (peygamberleri olarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den) daha önce geçmiş olan kimseler hakkındaki (değiştirilemeyecek bir) sünneti (ve sürekli âdeti) olarak (Kendisi bunu meşrû etmiş ve evvelki peygamberlere de nikâh husûsunda geniş müsâadeler vermişti. Nitekim Dâvûd ve Süleymân (Aleyhimesselâm)a Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den çok daha fazla eşler lütfetmişti). Zâten Allâh’ın (var olmasını dilediği) bütün işleri kesinlikle takdîr edilmiş (ve böylece meydana gelmesi ezelde hükme bağlanmış) bir (kazâ ve) kader (ile vâki) olmuştur.
39﴿ (Daha önce geçmiş olan peygamberler) o kimselerdir ki; Allâh’ın (emir ve yasak nâmına) gönderdiği şeyleri (ümmetlerine ulaştırıp) tebliğ ediyorlardı da, (işledikleri ve terk ettikleri her bir şey hakkında sâdece) O’ndan korkuyorlar ve Allâh’tan başka hiçbir kimseden korkmuyorlardı! Zâten (korkulan şeylerden kurtarma husûsunda yeterli gelecek ve küçük-büyük tüm günahlardan hesap soracak) bir Hasîb olarak Allâh (kullarına) kâfî olmuştur.
40﴿ Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin (gerçek) babası olmamıştır (ki, baba-evlât arasında sâbit olan haklar ve yasaklıklar, onunla bir başkası arasında geçerli olsun)!Velâkin (o Nebiyy-i zîşân), Allâh’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusu (sıfatına sâhip olmuştur). Zâten dâimâ Allâh (son peygamber olmaya kimin lâyık olduğu konusu dâhil) her bir şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm olmuştur. Âlûsî (Rahimehullâh)ın beyânına göre; bu âyetten anlaşıldığı üzere, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra kimseye peygamberlik verilmeyecektir. Buna göre; Îsâ (Aleyhisselâm)ın âhir zamanda inmesi buna ters düşmez. Zîrâ o, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den önce peygamberliğe kavuşmuştu. Dolayısıyla onun âhir zamanda inmesi, yeni bir peygamber olarak değil, kendi duâsının kabûlünün bir eseri olmak üzere, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ümmet olma vasfıyla gerçekleşecektir. Artık şu iyi bilinmelidir ki; bu gibi âyetleri öne sürerek, Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlünü (ineceğini) inkâr edenler, ne kadar hoca geçinseler de, îmân edilmesi zarûrî olan bir konuyu reddettiklerinden dolayı kâfir sayılmışlardır. Zîrâ bu konudaki rivâyetler mânen mütevâtir derecesine ulaştığı için bu hüküm ulemânın icmâ‘ı ile sâbittir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 21/342) Ayrıca bakınız: ez-Zührûf Sûresi:61
41﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ı (takdîs, tehlîl ve tahmîd gibi birçok övgü çeşitleriyle dilden ve gönülden yâd ederek) çokça zikretmekle (vakitlerinizin ekserîsinde O Yüce Zâtı) zikredin.
42﴿ Bir de (özellikle en şerefli vakitler olan) her gün başında ve her gün sonunda O’nu tesbîh (ederek ve namaz kılarak tüm noksan sıfatlardan tenzîh) edin.
43﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (lütuf sâhibi) bir Zâttır ki; sizi o (şirk ve günah) karanlıklar(ın)dan (kurtarıp) o (îmân ve tâat) nûr(un)a çıkarsın diye Kendisi (rahmet yağdırarak) ve melekleri(ni de günahlarınızın affı için size istiğfâr ettirerek) size salât etmektedir. Zâten O (Yüce Rabbiniz), müminlere dâimâ (çok acıdığı için iki cihan saâdetlerini temine özen gösteren bir) Rahîm olmuştur.
سُورَةُ الْاَحْزَابِ
الجزء ٢٢
٤٢٢
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا ﴿٣٦
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًاۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولًا ﴿٣٧
مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًاۙ ﴿٣٨
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا ﴿٣٩
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟ ﴿٤٠
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ ﴿٤١
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿٤٢
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يمًا ﴿٤٣
Ahzab Sûresi
422
Cuz 22
وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ اِذَا قَضَى اللّٰهُ وَرَسُولُهُٓ اَمْرًا اَنْ يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ اَمْرِهِمْۜ وَمَنْ يَعْصِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُب۪ينًا ﴿٣٦
36﴿ Allâh ve Rasûlü bir işe hükmettiği zaman; îmân eden hiçbir erkek için (doğru) olmamıştır, îmân eden hiçbir kadın için de kendi işlerinden (diledikleri arasında Allâh ve Rasûlünün hükmüne muhâlif) birini seçme(leri) onlar için (aslâ doğru ve câiz) olmamıştır. (Bilakis onların yapması farz olan şey kendi görüşlerini, Allâh ve Rasûlünün hükmüne tâbi kılmalarıdır.) Ama her kim Allâh(ın buyrukların)a ve Rasûlün(ün emirlerin)e isyân ederse, muhakkak ki o kişi, (yanlışlığı) çok açık olan tam bir sapıtma ile (doğru yoldan uzaklaşarak) dalâlete düşmüştür. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), halasının kızı olan Zeyneb bintü Cahş (Radıyallâhu Anhâ)yı, evlâtlığı olan Zeyd ibnü Hârise (Radıyallâhu Anh) ile evlendirmek isteyince, o ve kardeşi Abdullâh ibnü Cahş (Radıyallâhu Anhümâ)nın Zeyd ile Zeyneb’in birbirlerine denk olmadıkları gerekçesiyle bu teklife karşı çıkmaları üzerine bu âyet-i celîle inmiş ve hepsi bu evliliğe râzı olmuştur. (el-Kirmânî; el-Âlûsî)
وَاِذْ تَقُولُ لِلَّذ۪ٓي اَنْعَمَ اللّٰهُ عَلَيْهِ وَاَنْعَمْتَ عَلَيْهِ اَمْسِكْ عَلَيْكَ زَوْجَكَ وَاتَّقِ اللّٰهَ وَتُخْف۪ي ف۪ي نَفْسِكَ مَا اللّٰهُ مُبْد۪يهِ وَتَخْشَى النَّاسَۚ وَاللّٰهُ اَحَقُّ اَنْ تَخْشٰيهُۜ فَلَمَّا قَضٰى زَيْدٌ مِنْهَا وَطَرًا زَوَّجْنَاكَهَا لِكَيْ لَا يَكُونَ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ حَرَجٌ ف۪ٓي اَزْوَاجِ اَدْعِيَٓائِهِمْ اِذَا قَضَوْا مِنْهُنَّ وَطَرًاۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ مَفْعُولًا ﴿٣٧
37﴿ (Habîbim!) O vakti de (ümmetine anlat) ki; (İslâm’a muvaffakiyet ve sana evlâtlık olma gibi nîmetleri) Allâh’ın, kendisine lütufta bulunduğu, senin de (kölelikten âzâd edip evlât edinerek) kendisine iyilikte bulunmuş olduğun o (Zeyd ibnü Hârise adındaki) kişiye sen: “Eşini (boşamayıp) kendine (saklayarak nikâhın altında) tut ve (sana karşı takındığı kötü tutumu bahâne edip de onu boşayarak kendisine zarar verme husûsunda) Allâh’tan hakkıyla sakın” diyordun. Hâlbuki sen (Allâh’ın sana: “Zeyd yakında hanımını boşayacak ve Ben seni onunla evlendireceğim” diye vahyetmiş olduğu) bir şeyi (münâfık) insanlar(ın îtirazların)dan korkarak kendi içinde gizliyordun ki Allâh onu (mutlaka bir gün) açığa çıkarıcı idi. (Sen insanlardan çekiniyordun) ama Allâh, Kendisinden kork(up sakınma)manı en ziyâde hak edicidir. Sonra Zeyd (eşi olan) o kadından hâcet (ve isteklerin)e ulaş(ıp başka bir hâceti kalmadığı için onu boşa)dığı zaman Biz seni onunla evlendirdik, tâ ki o (mümin ola)nlar(ın evlâtlıkları), o (nikâhlarında olan) kadınlardan hâcet (ve isteklerin)e ulaş(ıp başka bir hâcetleri kalmadığı için onları boşa)dıkları zaman evlâtlıklarının eşleri(yle evlenmeleri) hakkında müminler üzerine hiçbir günah olma(dığı böylece anlaşıl)sın (için Allâh-u Te‘âlâ seni evlâtlığının eşi Zeyneb bintü Cahş ile evlendirdi). Zâten Allâh’ın (olmasını takdîr ettiği bütün) işleri yapılmış (bitmiş) bir şey olmuştur. Ömer, İbnü Mes‘ûd ve Âişe (Radıyallâhu Anhüm)ün beyanları vechile; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bu âyet-i kerîmeden daha ağır bir vahiy indirilmemiştir ve Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) vahiyden bir şey gizleyecek olsaydı elbette bu âyet-i kerîmeyi gizlerdi. Bu konudaki rivâyetlerin özeti şudur; Hazret-i Zeyd defâatle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e gelip eşi Zeyneb’i boşamak istediğini söylüyor, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bunun sebebini sorunca: “Kendisinden yanlış bir şey görmedim lâkin soyluluğu nedeniyle bana karşı büyüklük taslıyor ve diliyle bana eziyette bulunuyor” diyordu. O arada Allâh-u Te‘âlâ Habîbine, yakında Zeyd’in eşini boşayacağını ve Kendisinin onu Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e eş yapacağını bildirmişti. O sıra eşiyle kavga eden Hazret-i Zeyd yine bir gün boşama izni almak için Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e mürâcaat etmiş fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), insanların: “Muhammed oğlunun hanımıyla evlendi” gibi laflar ederek dinden çıkmalarından çekinmiş ve kendisine gelen vahyi ne zaman bildireceğine dâir bir emir almadığı için bu tebliği geciktirip süreci tâkip etme yönünde ictihatta bulunarak, o an için bu vahyi kendi içinde gizlemiş ve Hazret-i Zeyd’e: “Allâh’tan kork, eşini boşama” diyerek yol göstermiştir. Bunun üzerine Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîleyi indirerek ona: “Sen geciktirmeden bunu Zeyd’e söylemeliydin” buyururcasına, vahyi söyleme zamânıyla ilgili ictihâdındaki hatâsı nedeniyle hoş bir sitemde bulunmak üzere: “(Sen insanlar ‘Ne der?’ diye çekinmekteydin) ama Allâh, Kendisinden kork(up sakınma)manı en ziyâde hak edicidir” buyurdu. Dolayısıyla Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in içinde gizlediği şey, sâdece Hazret-i Zeyneb’in kendisine eş olacağına dâir gelen vahiydir. “İnsanlardan korkma” ifâde-i celîlesi ise, aslâ “İnsanların laflarından korkarak Îlâhî emri geciktirme” mânâsında olmayıp, sâdece “Kendisi hakkında kötü düşünerek insanların kâfir olacakları endişesini taşıdığından, tebliğ zamânı hakkında da bir mâlûmat bulunmadığından dolayı gelir gelmez vahyi bildirmemesi”ni anlatmaktadır. İşte âyet-i kerîmenin zâhirine tıpatıp uyan ve peygamberlerin yüce makāmına yakışan îzâh tarzı ancak budur!
مَا كَانَ عَلَى النَّبِيِّ مِنْ حَرَجٍ ف۪يمَا فَرَضَ اللّٰهُ لَهُۜ سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۜ وَكَانَ اَمْرُ اللّٰهِ قَدَرًا مَقْدُورًاۙ ﴿٣٨
38﴿ (Evleneceği kadınların sayısıyla alâkalı olarak) Allâh’ın kendisi için helâl ettiği bir şey husûsunda o Nebî üzerine (vebâl bakımından) hiçbir sıkıntı olmamıştır. Allâh’ın (peygamberleri olarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den) daha önce geçmiş olan kimseler hakkındaki (değiştirilemeyecek bir) sünneti (ve sürekli âdeti) olarak (Kendisi bunu meşrû etmiş ve evvelki peygamberlere de nikâh husûsunda geniş müsâadeler vermişti. Nitekim Dâvûd ve Süleymân (Aleyhimesselâm)a Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den çok daha fazla eşler lütfetmişti). Zâten Allâh’ın (var olmasını dilediği) bütün işleri kesinlikle takdîr edilmiş (ve böylece meydana gelmesi ezelde hükme bağlanmış) bir (kazâ ve) kader (ile vâki) olmuştur.
اَلَّذ۪ينَ يُبَلِّغُونَ رِسَالَاتِ اللّٰهِ وَيَخْشَوْنَهُ وَلَا يَخْشَوْنَ اَحَدًا اِلَّا اللّٰهَۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ حَس۪يبًا ﴿٣٩
39﴿ (Daha önce geçmiş olan peygamberler) o kimselerdir ki; Allâh’ın (emir ve yasak nâmına) gönderdiği şeyleri (ümmetlerine ulaştırıp) tebliğ ediyorlardı da, (işledikleri ve terk ettikleri her bir şey hakkında sâdece) O’ndan korkuyorlar ve Allâh’tan başka hiçbir kimseden korkmuyorlardı! Zâten (korkulan şeylerden kurtarma husûsunda yeterli gelecek ve küçük-büyük tüm günahlardan hesap soracak) bir Hasîb olarak Allâh (kullarına) kâfî olmuştur.
مَا كَانَ مُحَمَّدٌ اَبَٓا اَحَدٍ مِنْ رِجَالِكُمْ وَلٰكِنْ رَسُولَ اللّٰهِ وَخَاتَمَ النَّبِيّ۪نَۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟ ﴿٤٠
40﴿ Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin (gerçek) babası olmamıştır (ki, baba-evlât arasında sâbit olan haklar ve yasaklıklar, onunla bir başkası arasında geçerli olsun)!Velâkin (o Nebiyy-i zîşân), Allâh’ın Rasûlü ve nebîlerin sonuncusu (sıfatına sâhip olmuştur). Zâten dâimâ Allâh (son peygamber olmaya kimin lâyık olduğu konusu dâhil) her bir şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm olmuştur. Âlûsî (Rahimehullâh)ın beyânına göre; bu âyetten anlaşıldığı üzere, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sonra kimseye peygamberlik verilmeyecektir. Buna göre; Îsâ (Aleyhisselâm)ın âhir zamanda inmesi buna ters düşmez. Zîrâ o, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den önce peygamberliğe kavuşmuştu. Dolayısıyla onun âhir zamanda inmesi, yeni bir peygamber olarak değil, kendi duâsının kabûlünün bir eseri olmak üzere, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ümmet olma vasfıyla gerçekleşecektir. Artık şu iyi bilinmelidir ki; bu gibi âyetleri öne sürerek, Îsâ (Aleyhisselâm)ın nüzûlünü (ineceğini) inkâr edenler, ne kadar hoca geçinseler de, îmân edilmesi zarûrî olan bir konuyu reddettiklerinden dolayı kâfir sayılmışlardır. Zîrâ bu konudaki rivâyetler mânen mütevâtir derecesine ulaştığı için bu hüküm ulemânın icmâ‘ı ile sâbittir. (el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 21/342) Ayrıca bakınız: ez-Zührûf Sûresi:61
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اذْكُرُوا اللّٰهَ ذِكْرًا كَث۪يرًاۙ ﴿٤١
41﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ı (takdîs, tehlîl ve tahmîd gibi birçok övgü çeşitleriyle dilden ve gönülden yâd ederek) çokça zikretmekle (vakitlerinizin ekserîsinde O Yüce Zâtı) zikredin.
وَسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿٤٢
42﴿ Bir de (özellikle en şerefli vakitler olan) her gün başında ve her gün sonunda O’nu tesbîh (ederek ve namaz kılarak tüm noksan sıfatlardan tenzîh) edin.
هُوَ الَّذ۪ي يُصَلّ۪ي عَلَيْكُمْ وَمَلٰٓئِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِۜ وَكَانَ بِالْمُؤْمِن۪ينَ رَح۪يمًا ﴿٤٣
43﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (lütuf sâhibi) bir Zâttır ki; sizi o (şirk ve günah) karanlıklar(ın)dan (kurtarıp) o (îmân ve tâat) nûr(un)a çıkarsın diye Kendisi (rahmet yağdırarak) ve melekleri(ni de günahlarınızın affı için size istiğfâr ettirerek) size salât etmektedir. Zâten O (Yüce Rabbiniz), müminlere dâimâ (çok acıdığı için iki cihan saâdetlerini temine özen gösteren bir) Rahîm olmuştur.