v02.01.25 Geliştirme Notları
Ahzab Sûresi
425
Cuz 22
55﴿ (Peygamber hanımlarının vesâir Müslüman hanımların herkesle perde arkasından konuşmaları gerekmez. Zîrâ) babaları (ile aralarında perde olmaksızın konuşmaları) hakkında o(nun) kadınlar(ı) üzerine hiçbir günah yoktur, (amcaları, dayıları ve) oğullarında da (günah) yoktur, erkek kardeşlerinde de (günah) yoktur, erkek kardeşlerinin oğullarında da (günah) yoktur, kız kardeşlerinin oğullarında da (günah) yoktur, kendi (dinlerindeki) kadınlarında da (günah) yokur, (câriyelerden) sağ ellerinin mâlik olduğu kimseler (ile perdesiz vaziyette konuşup görüşmelerin)de de (onlara hiçbir günah) yoktur. (Bahsi geçenler dışında herhangi bir kimsenin sizi görmesi husûsunda) Allâh(a isyân)dan hakkıyla sakının. Muhakkak ki Allâh dâimâ her bir şey üzerine (hakkıyla şâhitlik eden ve Kendisine hiçbir şey gizli kalmayan bir) Şehîd olmuştur.
56﴿ Şüphesiz ki Allâh(-u Te‘âlâ rahmet ve feyiz yağdırarak) ve O’nun bütün melekleri (mertebesinin yücelmesi için duâda bulunarak) o Nebî’ye sürekli salât etmekte (ve böylece şân-ı şerefinin büyüklüğünü açıklamaya önem atfetmektedirler ki bu sâyede melekler de şeref kazanmakta ve onu anarak bereketlenmekte)dirler. Ey o îmân etmiş olan kimseler! Siz (onun şefâatine muhtaç olduğunuza göre, salât-ü selâm okumak size daha çok yakışır, o hâlde siz: “Ey Allâh! Efendimiz Muhammed’e salât eyle” diye kendisine rahmet duâsı yaparak) ona salât edin ve (“Ey Nebî! Selâm olsun sana!” diyerek) tam bir selâmlamakla (ona) selâm verin! /Ve tam bir boyun eğişle (onun emirlerine) teslim olun!/
57﴿ O kimseler ki Allâh(-u Te‘âlâ ve O’nun Nebîsi hakkında hakāret sayılacak ifâdeler kullanarak O’n)a ve Rasûlüne eziyet etmektedirler, muhakkak Allâh dünyâda da, âhirette de onlara lânet (ederek onları rahmetinden uzak) etmiştir. Ayrıca onlar için ziyâde alçaltıcı büyük bir azap hazırlamıştır. Burada lânetlenen kimseler, Allâh-u Te‘âlâ hakkında: “Uzeyr Allâh’ın oğludur”, “Allâh’ın eli bağlıdır”, “Allâh fakir, biz zenginiz”, “Îsâ Allâh’ın oğludur”, “Allâh (ilâh olarak) üçün üçüncüsüdür”, “Melekler Allâh’ın kızlarıdır” ve “Putlar Allâh’ın ortaklarıdır” diyen Yahûdî ve Hristiyanlar ile Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında: “Sâhir, şâir, kâhin ve mecnûn” gibi vasıflar kullanan ve mübârek yüzünü yaralayıp dişini şehit eden müşriklerdir. (el-Hâzin)
58﴿ Yine o kimseler ki, îmân eden erkeklere ve îmân eden kadınlara, onların (bizzât işleyerek) kazanmış oldukları (cezâyı mûcib günah) şeylerden başka sebeplerle (suçsuz yere) sürekli eziyet etmektedirler, gerçekten onlar çok müthiş bir yalan (ve iftirânın azâbın)ı ve (kötülüğü) çok açık olan büyük bir günahı(n azâbını) yüklendiler.
59﴿ Ey o (değerli) Nebî! Eşlerine de, kızlarına da, îmân eden kimselerin kadınlarına da söyle ki; cilbâblarından (bir kısmına dolanıp, diğer) bir kısmını (da uzuvlarının şeklini belli etmeyecek vaziyette) kendilerinin üzerine sarkıtsınlar. İşte sana! Bu (sûretle örtünmeleri), o kadınların (câriyelerden ve İslâm’ın yasakladığı bâzı aşağılık işleri yapan kadınlardan ayrılıp hür ve iffetli olarak) tanınmalarına ve (kötü insanlar tarafından) eziyet olunmamalarına daha yakın (bir uygulama)dır. Allâh dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm olmuştur. (Bu yüzden evvelce hicâb âyeti indiği hâlde, bu hususta dikkatli davranmayarak işlemiş olduğunuz günahlarınızı bağışlar ve emir tuttuğunuz için bundan sonra mükâfâtınızı verir.) Bu âyet-i kerîmede geçen “Celâbîb” kelimesinin müfredi olan “Cilbâb” kelimesine, sahâbe ve tâbi‘în (Radıyallâhu Anhüm) birkaç mânâ vermiştir:
a) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; baştan aşağı örten dış elbisedir.
b) İbnü Cübeyr ve bâzı ulemâya göre; “Milhafe” ve “Mıkne‘a”dır. Bu da, yüzle birlikte bütün bedeni örten peçe ve çarşaf anlamındadır. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Âlûsî)[/l] Diyânet eski reislerinden Ömer Nasûhî Bilmen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Konyalı Mehmed Vehbî Efendi ve İzmirli İsmâîl Hakkî (Rahimehümullâh) gibi son devrin en büyük müfessirleri “Cilbâb” kelimesine ilk olarak “Çarşaf”, daha sonra “Ferâce” mânâsını vermişlerdir. Dolayısıyla burada örf de nazar-ı îtibâra alınacak olursa, şehir kıyâfeti olarak, özellikle de Osmanlı kültürümüzde çarşaf öne çıkmaktadır. Nitekim Elmalılı merhûmun: “Bizler yetiştiğimiz zaman memleketlerimizde vâlidelerimizin tesettür tarzı çarşaftı. Bin üç yüz onda İstanbul’a geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının bir peçe ilâve edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartı ile tesettür tarzları da bu idi” şeklindeki beyânı bu örfü bize anlatma husûsunda yeterlidir. Ancak Acem yurdunda ferâce ve çarşaf kullanıldığı gibi, Anadolu’da atkı-şalvar, Erzurum yöresinde ihram ve Karadeniz bölgesinde peştamal-dolaylık istîmal edilmiştir. Şu kadar var ki; bu örflerin her birinin İslâm’da kabûl görmesi birtakım şartlara bağlıdır: [l]a) Tepeden tırnağa tüm bedeni örtmesi,
b) Hiçbir uzvun şeklini belli etmeyecek derecede bol olması ki; bu iki şart dikkatle düşünülecek olursa, günümüzde gelenek olarak bilinçsizce giyilen atkı-şalvar ve peştamal-dolaylığın bu şartları hâiz olmadığı ortadadır. Hattâ doğudaki bâzı yörelerin kullandıkları dize doğru çekilmiş çarşaflar bile bu şartlara uygun değildir.
c) İçindeki şahsı süslü ve câzip göstermemesi,
d) İçini gösterecek şekilde şeffaf olmaması,
e) Namaz bakımından yüz avret mahalli değilse de, zamânımızdaki fitne göz önünde bulundurularak, çarşafın çene altından değil de burun altından bağlanması,
f) Allı-pullu ve gösterişli renk ve şekillere sâhip olmayıp, erkeklerin nazarlarını bertaraf edecek bir özellikte olması ki; bu yüzden siyah renk kullanılmalıdır. Nitekim Ümmü Seleme (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizin: “Üzerlerine çarşaflarını çeksinler” âyet-i kerîmesi nâzil olunca, ensârın hanımları dışarı çıkarken başları üzerinde kargalar varmış gibi siyah kisvelere büründüler” (‘Abdürrezzâk, el-Musannef, 2/123; Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Libâs:32, rakam:4101, 2/459; İbnü Ebî Hâtim, rakam:17784-785, 10/3154; İbnü Kesîr, 6/471; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 12/141; el-Âlûsî, 22/89) şeklindeki beyânı bu hususta yeterli bir delil teşkil etmektedir.
Dolayısıyla isim takıntısından ziyâde, burada zikredilen şartların yerine getirilme zorunluluğu vardır. Ama bu hüküm aslâ: “Örtün de nasıl örtünürsen örtün” mânâsında anlaşılmamalıdır. Zîrâ bu âyet-i kerîmede: “Örtünsünler” buyrulmamış, bilakis “Cilbâblarını üzerlerine çeksinler” buyrularak “Cilbâb” ismi özellikle belirtilmiştir. Demek ki; Allâh-u Te‘âlâ’nın kadınlara emri, bu şartları bulunduran çarşaflara bürünmeleridir. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde; günümüz Müslüman kadınlarının giydikleri; manto, etek-bluz, pardösü gibi kıyâfetler giyinmenin İslâm’ın tesettür emriyle uzaktan yakından alâkası olmadığı açıkça ortaya çıkar. Zîrâ bu tür kıyâfetler ve üzerlerine atılan süslü püslü başörtüler, tepeden tırnağa tüm bedeni örtmemekte, örtse de şekil belli etmekte, şekil belli etmese de, giyeni câzip göstererek dikkatleri üzerine çekmektedir. Hâlbuki İslâm’ın istediği tesettür şekli, içindekinin genç mi - yaşlı mı, güzel mi - çirkin mi olduğunu belli etmeyecek bir örtünmedir.
60﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; o (Medîne’deki) münâfıklar ile kalplerinde (îmân zâfiyeti, sebatsızlık ve zinâ meyli gibi) bir tür hastalık bulunan kimseler, ayrıca (cihâda giden birliklerin helâk olduğuna dâir asılsız ve üzücü haberleri) Medîne’de (yayarak Müslümanlar arasında) sarsıntı çıkaranlar (bu yaptıklarına) son vermezse, yemîn olsun ki; elbette Biz seni onlara musallat ederiz de sonra onlar orada seninle ancak çok az (bir zaman) komşuluk yapabilirler!
61﴿ (Medîne’de kaldıkları süre zarfında da) lânetlenmiş kimseler olarak (kalabilirler) ki; (sonra) nerede kendilerine ulaşıl(arak yakalan)ırlarsa esir edilirler ve (kimseyi canlı bırakmayacak şekilde) tam ve ziyâde bir öldürülme ile çokça katledilirler.
62﴿ (Habîbim!) Daha önce geçmiş olan o (fesatçı) kimseler hakkında Allâh’ın (sürekli uyguladığı âdeti ve) sünneti olarak (bu cezâ muâmelesi onlara tatbîk edilecektir). Zâten sen, Allâh’ın sünneti (ve sürekli âdeti olan kâfirlere azap etme hükmü) için aslâ hiçbir değiştirme bulamazsın. (Zîrâ Allâh’ın kānunlarını değiştirecek hiçbir kimse yoktur ki bu hükmü başka bir şeye değiştirebilsin!)
سُورَةُ الْاَحْزَابِ
الجزء ٢٢
٤٢٥
لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ وَلَٓا اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَٓائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّۚ وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدًا ﴿٥٥
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿٥٦
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُه۪ينًا ﴿٥٧
وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُب۪ينًا۟ ﴿٥٨
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٥٩
لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلًاۚۛ ﴿٦٠
مَلْعُون۪ينَۚۛ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلًا ﴿٦١
سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا ﴿٦٢
Ahzab Sûresi
425
Cuz 22
لَا جُنَاحَ عَلَيْهِنَّ ف۪ٓي اٰبَٓائِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓائِهِنَّ وَلَٓا اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اِخْوَانِهِنَّ وَلَٓا اَبْنَٓاءِ اَخَوَاتِهِنَّ وَلَا نِسَٓائِهِنَّ وَلَا مَا مَلَكَتْ اَيْمَانُهُنَّۚ وَاتَّق۪ينَ اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدًا ﴿٥٥
55﴿ (Peygamber hanımlarının vesâir Müslüman hanımların herkesle perde arkasından konuşmaları gerekmez. Zîrâ) babaları (ile aralarında perde olmaksızın konuşmaları) hakkında o(nun) kadınlar(ı) üzerine hiçbir günah yoktur, (amcaları, dayıları ve) oğullarında da (günah) yoktur, erkek kardeşlerinde de (günah) yoktur, erkek kardeşlerinin oğullarında da (günah) yoktur, kız kardeşlerinin oğullarında da (günah) yoktur, kendi (dinlerindeki) kadınlarında da (günah) yokur, (câriyelerden) sağ ellerinin mâlik olduğu kimseler (ile perdesiz vaziyette konuşup görüşmelerin)de de (onlara hiçbir günah) yoktur. (Bahsi geçenler dışında herhangi bir kimsenin sizi görmesi husûsunda) Allâh(a isyân)dan hakkıyla sakının. Muhakkak ki Allâh dâimâ her bir şey üzerine (hakkıyla şâhitlik eden ve Kendisine hiçbir şey gizli kalmayan bir) Şehîd olmuştur.
اِنَّ اللّٰهَ وَمَلٰٓئِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّۜ يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْل۪يمًا ﴿٥٦
56﴿ Şüphesiz ki Allâh(-u Te‘âlâ rahmet ve feyiz yağdırarak) ve O’nun bütün melekleri (mertebesinin yücelmesi için duâda bulunarak) o Nebî’ye sürekli salât etmekte (ve böylece şân-ı şerefinin büyüklüğünü açıklamaya önem atfetmektedirler ki bu sâyede melekler de şeref kazanmakta ve onu anarak bereketlenmekte)dirler. Ey o îmân etmiş olan kimseler! Siz (onun şefâatine muhtaç olduğunuza göre, salât-ü selâm okumak size daha çok yakışır, o hâlde siz: “Ey Allâh! Efendimiz Muhammed’e salât eyle” diye kendisine rahmet duâsı yaparak) ona salât edin ve (“Ey Nebî! Selâm olsun sana!” diyerek) tam bir selâmlamakla (ona) selâm verin! /Ve tam bir boyun eğişle (onun emirlerine) teslim olun!/
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَعَنَهُمُ اللّٰهُ فِي الدُّنْيَا وَالْاٰخِرَةِ وَاَعَدَّ لَهُمْ عَذَابًا مُه۪ينًا ﴿٥٧
57﴿ O kimseler ki Allâh(-u Te‘âlâ ve O’nun Nebîsi hakkında hakāret sayılacak ifâdeler kullanarak O’n)a ve Rasûlüne eziyet etmektedirler, muhakkak Allâh dünyâda da, âhirette de onlara lânet (ederek onları rahmetinden uzak) etmiştir. Ayrıca onlar için ziyâde alçaltıcı büyük bir azap hazırlamıştır. Burada lânetlenen kimseler, Allâh-u Te‘âlâ hakkında: “Uzeyr Allâh’ın oğludur”, “Allâh’ın eli bağlıdır”, “Allâh fakir, biz zenginiz”, “Îsâ Allâh’ın oğludur”, “Allâh (ilâh olarak) üçün üçüncüsüdür”, “Melekler Allâh’ın kızlarıdır” ve “Putlar Allâh’ın ortaklarıdır” diyen Yahûdî ve Hristiyanlar ile Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) hakkında: “Sâhir, şâir, kâhin ve mecnûn” gibi vasıflar kullanan ve mübârek yüzünü yaralayıp dişini şehit eden müşriklerdir. (el-Hâzin)
وَالَّذ۪ينَ يُؤْذُونَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ بِغَيْرِ مَا اكْتَسَبُوا فَقَدِ احْتَمَلُوا بُهْتَانًا وَاِثْمًا مُب۪ينًا۟ ﴿٥٨
58﴿ Yine o kimseler ki, îmân eden erkeklere ve îmân eden kadınlara, onların (bizzât işleyerek) kazanmış oldukları (cezâyı mûcib günah) şeylerden başka sebeplerle (suçsuz yere) sürekli eziyet etmektedirler, gerçekten onlar çok müthiş bir yalan (ve iftirânın azâbın)ı ve (kötülüğü) çok açık olan büyük bir günahı(n azâbını) yüklendiler.
يَٓا اَيُّهَا النَّبِيُّ قُلْ لِاَزْوَاجِكَ وَبَنَاتِكَ وَنِسَٓاءِ الْمُؤْمِن۪ينَ يُدْن۪ينَ عَلَيْهِنَّ مِنْ جَلَاب۪يبِهِنَّۜ ذٰلِكَ اَدْنٰٓى اَنْ يُعْرَفْنَ فَلَا يُؤْذَيْنَۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٥٩
59﴿ Ey o (değerli) Nebî! Eşlerine de, kızlarına da, îmân eden kimselerin kadınlarına da söyle ki; cilbâblarından (bir kısmına dolanıp, diğer) bir kısmını (da uzuvlarının şeklini belli etmeyecek vaziyette) kendilerinin üzerine sarkıtsınlar. İşte sana! Bu (sûretle örtünmeleri), o kadınların (câriyelerden ve İslâm’ın yasakladığı bâzı aşağılık işleri yapan kadınlardan ayrılıp hür ve iffetli olarak) tanınmalarına ve (kötü insanlar tarafından) eziyet olunmamalarına daha yakın (bir uygulama)dır. Allâh dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çokça acıyan bir) Rahîm olmuştur. (Bu yüzden evvelce hicâb âyeti indiği hâlde, bu hususta dikkatli davranmayarak işlemiş olduğunuz günahlarınızı bağışlar ve emir tuttuğunuz için bundan sonra mükâfâtınızı verir.) Bu âyet-i kerîmede geçen “Celâbîb” kelimesinin müfredi olan “Cilbâb” kelimesine, sahâbe ve tâbi‘în (Radıyallâhu Anhüm) birkaç mânâ vermiştir:
a) İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; baştan aşağı örten dış elbisedir.
b) İbnü Cübeyr ve bâzı ulemâya göre; “Milhafe” ve “Mıkne‘a”dır. Bu da, yüzle birlikte bütün bedeni örten peçe ve çarşaf anlamındadır. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Âlûsî)[/l] Diyânet eski reislerinden Ömer Nasûhî Bilmen, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Konyalı Mehmed Vehbî Efendi ve İzmirli İsmâîl Hakkî (Rahimehümullâh) gibi son devrin en büyük müfessirleri “Cilbâb” kelimesine ilk olarak “Çarşaf”, daha sonra “Ferâce” mânâsını vermişlerdir. Dolayısıyla burada örf de nazar-ı îtibâra alınacak olursa, şehir kıyâfeti olarak, özellikle de Osmanlı kültürümüzde çarşaf öne çıkmaktadır. Nitekim Elmalılı merhûmun: “Bizler yetiştiğimiz zaman memleketlerimizde vâlidelerimizin tesettür tarzı çarşaftı. Bin üç yüz onda İstanbul’a geldiğim zaman, İstanbul hanımlarının bir peçe ilâve edilmek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartı ile tesettür tarzları da bu idi” şeklindeki beyânı bu örfü bize anlatma husûsunda yeterlidir. Ancak Acem yurdunda ferâce ve çarşaf kullanıldığı gibi, Anadolu’da atkı-şalvar, Erzurum yöresinde ihram ve Karadeniz bölgesinde peştamal-dolaylık istîmal edilmiştir. Şu kadar var ki; bu örflerin her birinin İslâm’da kabûl görmesi birtakım şartlara bağlıdır: [l]a) Tepeden tırnağa tüm bedeni örtmesi,
b) Hiçbir uzvun şeklini belli etmeyecek derecede bol olması ki; bu iki şart dikkatle düşünülecek olursa, günümüzde gelenek olarak bilinçsizce giyilen atkı-şalvar ve peştamal-dolaylığın bu şartları hâiz olmadığı ortadadır. Hattâ doğudaki bâzı yörelerin kullandıkları dize doğru çekilmiş çarşaflar bile bu şartlara uygun değildir.
c) İçindeki şahsı süslü ve câzip göstermemesi,
d) İçini gösterecek şekilde şeffaf olmaması,
e) Namaz bakımından yüz avret mahalli değilse de, zamânımızdaki fitne göz önünde bulundurularak, çarşafın çene altından değil de burun altından bağlanması,
f) Allı-pullu ve gösterişli renk ve şekillere sâhip olmayıp, erkeklerin nazarlarını bertaraf edecek bir özellikte olması ki; bu yüzden siyah renk kullanılmalıdır. Nitekim Ümmü Seleme (Radıyallâhu Anhâ) vâlidemizin: “Üzerlerine çarşaflarını çeksinler” âyet-i kerîmesi nâzil olunca, ensârın hanımları dışarı çıkarken başları üzerinde kargalar varmış gibi siyah kisvelere büründüler” (‘Abdürrezzâk, el-Musannef, 2/123; Ebû Dâvûd, es-Sünen, el-Libâs:32, rakam:4101, 2/459; İbnü Ebî Hâtim, rakam:17784-785, 10/3154; İbnü Kesîr, 6/471; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 12/141; el-Âlûsî, 22/89) şeklindeki beyânı bu hususta yeterli bir delil teşkil etmektedir.
Dolayısıyla isim takıntısından ziyâde, burada zikredilen şartların yerine getirilme zorunluluğu vardır. Ama bu hüküm aslâ: “Örtün de nasıl örtünürsen örtün” mânâsında anlaşılmamalıdır. Zîrâ bu âyet-i kerîmede: “Örtünsünler” buyrulmamış, bilakis “Cilbâblarını üzerlerine çeksinler” buyrularak “Cilbâb” ismi özellikle belirtilmiştir. Demek ki; Allâh-u Te‘âlâ’nın kadınlara emri, bu şartları bulunduran çarşaflara bürünmeleridir. Bu şartlar göz önünde bulundurulduğu takdirde; günümüz Müslüman kadınlarının giydikleri; manto, etek-bluz, pardösü gibi kıyâfetler giyinmenin İslâm’ın tesettür emriyle uzaktan yakından alâkası olmadığı açıkça ortaya çıkar. Zîrâ bu tür kıyâfetler ve üzerlerine atılan süslü püslü başörtüler, tepeden tırnağa tüm bedeni örtmemekte, örtse de şekil belli etmekte, şekil belli etmese de, giyeni câzip göstererek dikkatleri üzerine çekmektedir. Hâlbuki İslâm’ın istediği tesettür şekli, içindekinin genç mi - yaşlı mı, güzel mi - çirkin mi olduğunu belli etmeyecek bir örtünmedir.

لَئِنْ لَمْ يَنْتَهِ الْمُنَافِقُونَ وَالَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ وَالْمُرْجِفُونَ فِي الْمَد۪ينَةِ لَنُغْرِيَنَّكَ بِهِمْ ثُمَّ لَا يُجَاوِرُونَكَ ف۪يهَٓا اِلَّا قَل۪يلًاۚۛ ﴿٦٠
60﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; o (Medîne’deki) münâfıklar ile kalplerinde (îmân zâfiyeti, sebatsızlık ve zinâ meyli gibi) bir tür hastalık bulunan kimseler, ayrıca (cihâda giden birliklerin helâk olduğuna dâir asılsız ve üzücü haberleri) Medîne’de (yayarak Müslümanlar arasında) sarsıntı çıkaranlar (bu yaptıklarına) son vermezse, yemîn olsun ki; elbette Biz seni onlara musallat ederiz de sonra onlar orada seninle ancak çok az (bir zaman) komşuluk yapabilirler!
مَلْعُون۪ينَۚۛ اَيْنَ مَا ثُقِفُٓوا اُخِذُوا وَقُتِّلُوا تَقْت۪يلًا ﴿٦١
61﴿ (Medîne’de kaldıkları süre zarfında da) lânetlenmiş kimseler olarak (kalabilirler) ki; (sonra) nerede kendilerine ulaşıl(arak yakalan)ırlarsa esir edilirler ve (kimseyi canlı bırakmayacak şekilde) tam ve ziyâde bir öldürülme ile çokça katledilirler.
سُنَّةَ اللّٰهِ فِي الَّذ۪ينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلُۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّةِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًا ﴿٦٢
62﴿ (Habîbim!) Daha önce geçmiş olan o (fesatçı) kimseler hakkında Allâh’ın (sürekli uyguladığı âdeti ve) sünneti olarak (bu cezâ muâmelesi onlara tatbîk edilecektir). Zâten sen, Allâh’ın sünneti (ve sürekli âdeti olan kâfirlere azap etme hükmü) için aslâ hiçbir değiştirme bulamazsın. (Zîrâ Allâh’ın kānunlarını değiştirecek hiçbir kimse yoktur ki bu hükmü başka bir şeye değiştirebilsin!)