v02.01.25 Geliştirme Notları
Ahzab Sûresi
426
Cuz 22
63﴿ İnsanlar(dan müşrik olanlar alay olsun diye, münâfıklar inadına, Yahûdîler de imtihan için) sana o (kıyâmet) ân(ının ne zaman gelip çatacağın)dan soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allâh nezdindedir (ki, onu ne bir meleğe, ne de bir peygambere bildirmemiştir).” (Habîbim!) Sana (Allâh’tan başka) hangi şey (onun zamânını) bildirebilir?! Belki de o (kıyâmetin kopma) ân(ı) çok yakın bir şey olabilir.
64﴿ Şüphesiz ki Allâh tüm kâfirleri (dünyâ ve âhirette rahmetinden ve cennetinden uzaklaştırarak) lânetlemiş ve onlara son derece tutuşturulmuş bir ateş hazırlamıştır.
65﴿ Onun içerisinde sürekli olarak ebediyyen kalıcı kimseler olarak (onlar cehenneme gireceklerdir)! Onlar (orada kendilerini koruyacak) hiçbir yakın dost bulamazlar, gerçek bir yardımcıyı da (bulacak) olamaz(lar).
66﴿ O (kâfir ola)nların yüzlerinin o (cehennem) ateş(in)in içerisinde çokça (evirilip-çevrilerek sağa-sola) döndürüleceği günü (sürekli kendilerine hatırlat). (İşte o zaman:) “Ah keşke biz Allâh’a da itâat etseydik, o Rasûl’e de itâatkâr olsaydık” diyeceklerdir.
67﴿ O (cehenneme atıla)nlar da (kendilerini biraz olsun rahatlatmak için dünyâda sapıtmalarına sebep olan önderlerine bedduâ etmek üzere) dediler ki: “Ey Rabbimiz! Gerçekten biz, efendilerimize (ulularımıza) ve (bizi yöneten) büyüklerimize itâat ettik, onlar da bizi o (doğru) yoldan saptırdılar.
68﴿ Ey Rabbimiz! (Kendi sapıklıklarıyla yetinmeyip bizi de dalâlete düşürdükleri için) onlara (bize verdiğin) azaptan iki kat (fazlasını) ver ve onlara çok büyük olan (ve ardı arkası kesilmeyen) ziyâde bir lânetle lânet et.”
69﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Mûsâ’ya eziyet etmiş olan o kişiler gibi (siz de peygamberimi üzenler arasında) olmayın! Nihâyet Allâh onu onların söylemiş oldukları şeyden temize çıkarmıştı. Zâten o (Mûsâ (Aleyhisselâm)), Allâh (ile mükâleme şerefine ermiş, duâsı makbûl ve O’nun) nezdinde değeri yüksek bir kimseydi! Tefsirlerin beyânına göre; Mûsâ (Aleyhisselâm)a yapılan eziyet, Kārûn’un, bir fâhişeyle kendisine iftirâ atması, ayrıca ümmetinin onu, ağabeyi Hârûn (Aleyhisselâm)ı öldürmekle suçlamaları ve halk arasında çıplak yıkanmadığı için avret yerindeki bir hastalıkla ithâm etmeleridir. İşte bu âyet-i kerîmede açıklandığı üzere; Allâh-u Te‘âlâ o fâhişeye doğruyu söyleterek, Hârûn (Aleyhisselâm)ı diriltip konuşturarak ve bedeninde ayıplanacak bir hastalık bulunmadığını izhâr ederek onu temize çıkarmıştır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e yapılan eziyetlerden maksad ise; münâfıkların, onun yaptığı ganîmet taksîmine ve Zeyneb vâlidemizle evlenmesine îtirazlarıyla vukû bulmuştur. (el-Beğavî)
70﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Habîbimi üzecek şeyler bir yana, istemediği şeyleri yapma husûsunda bile) Allâh(a isyân)dan hakkıyla sakının ve (her konuda yalandan, iftirâdan ve boş şeylerden uzak olan) doğru hedefe yönelici bir söz söyleyin.
71﴿ Tâ ki O (Rabbiniz) sizin için amellerinizi sâlih (ve kabûle elverişli) yapsın ve sizin için günahlarınızı bağışlasın. Zâten her kim (emir ve yasaklarına riâyet husûsunda) Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederse, muhakkak ki o kişi (değeri ölçülemeyecek derecede) çok büyük bir kurtuluşla (bütün korktuklarından) kurtulmuş (ve tüm umduklarına nâil olmuş)tur.
72﴿ Muhakkak ki Biz o (İslâm) emâneti(ni) göklere ve yere ve dağlara arz ettik ama onlar onu yüklen(ip yerine getirememekten, bu nedenle de azâba düş)melerinden kaçındılar ve on(a hâinlik yapmak)dan korktular. İnsan ise onu yüklendi (ama ekseriyeti ona hâinlik etti). Çünkü şüphesiz o (insan türünün birçok ferdi), (emânete hâinlik eden) son derece zâlim ve (işin âkıbetini bilmeden içine dalan) çok büyük bir câhil olmuştur. Burada zikredilen “Emânet” mefhûmu; İslâm’ın farz kıldığı namaz, oruç, hac, zekât, doğru konuşmak, borç ödemek, gusül abdesti almak ve her işte adâlete riâyet hükümlerinin tümüne şâmil olduğu gibi; göz, kulak ve tenâsül uzvu gibi tüm âzâyı haramlardan korumak, bir de insanlar arasındaki emânetleri yerine getirmek ve ahde vefâlılık gibi bütün İlâhî mükellefiyetleri içine almaktadır. Hadîs-i şerîflerde beyân edildiği vechile; Allâh-u Te‘âlâ göklere, yerlere ve dağlara akıl, idrâk ve konuşma kābiliyetleri verip bu emâneti kendilerine arz etmiş, onlar da sevaptan hoşlanmalarına rağmen, isyân etmeleri hâlinde karşılaşacakları azâbı göz önünde bulundurarak: “Ya Rabbi! Biz emrine âmâdeyiz, fakat sevap da azap da istemiyoruz” dediler. Bu teklif Âdem (Aleyhisselâm)a yapıldığında ise: “Kulağımla omuzumun arasına (yükle)” diyerek hemen kabullenmiş, Allâh-u Te‘âlâ da ona, söz tuttuğu müddetçe yardımını esirgemeyeceği vaadinde bulunmuştur. Ama onun neslinin çoğu bu emânetlere hâinlikte bulunmuşlardır. (et-Taberî, 19/202; İbnü Kesîr, 6/478; ed-Dürru’l-mensûr, 6/156-162; el-Hâzin)
73﴿ Netîcede Allâh münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, şirk koşan erkeklere ve şirk koşan kadınlara azap etsin diye, îmân eden erkeklerle îmân eden kadınlara da (işledikleri günahlardan dolayı) tevbe nasip (ederek, tevbelerini kabûl) etsin diye (Allâh-u Te‘âlâ bu emâneti insana yüklemiştir). Zâten Allâh (tevbe edenleri) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çok acıdığından, inananlara tevbe nasip eden bir) Rahîm olmuştur.
سُورَةُ الْاَحْزَابِ
الجزء ٢٢
٤٢٦
يَسْـَٔلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَر۪يبًا ﴿٦٣
اِنَّ اللّٰهَ لَعَنَ الْكَافِر۪ينَ وَاَعَدَّ لَهُمْ سَع۪يرًاۙ ﴿٦٤
خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۚ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۚ ﴿٦٥
يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَٓا اَطَعْنَا اللّٰهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولَا ﴿٦٦
وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا ﴿٦٧
رَبَّنَٓا اٰتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَب۪يرًا۟ ﴿٦٨
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اٰذَوْا مُوسٰى فَبَرَّاَهُ اللّٰهُ مِمَّا قَالُواۜ وَكَانَ عِنْدَ اللّٰهِ وَج۪يهًا ﴿٦٩
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿٧٠
يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿٧١
اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ ﴿٧٢
لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٧٣
Ahzab Sûresi
426
Cuz 22
يَسْـَٔلُكَ النَّاسُ عَنِ السَّاعَةِۜ قُلْ اِنَّمَا عِلْمُهَا عِنْدَ اللّٰهِۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ تَكُونُ قَر۪يبًا ﴿٦٣
63﴿ İnsanlar(dan müşrik olanlar alay olsun diye, münâfıklar inadına, Yahûdîler de imtihan için) sana o (kıyâmet) ân(ının ne zaman gelip çatacağın)dan soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi ancak Allâh nezdindedir (ki, onu ne bir meleğe, ne de bir peygambere bildirmemiştir).” (Habîbim!) Sana (Allâh’tan başka) hangi şey (onun zamânını) bildirebilir?! Belki de o (kıyâmetin kopma) ân(ı) çok yakın bir şey olabilir.
اِنَّ اللّٰهَ لَعَنَ الْكَافِر۪ينَ وَاَعَدَّ لَهُمْ سَع۪يرًاۙ ﴿٦٤
64﴿ Şüphesiz ki Allâh tüm kâfirleri (dünyâ ve âhirette rahmetinden ve cennetinden uzaklaştırarak) lânetlemiş ve onlara son derece tutuşturulmuş bir ateş hazırlamıştır.
خَالِد۪ينَ ف۪يهَٓا اَبَدًاۚ لَا يَجِدُونَ وَلِيًّا وَلَا نَص۪يرًاۚ ﴿٦٥
65﴿ Onun içerisinde sürekli olarak ebediyyen kalıcı kimseler olarak (onlar cehenneme gireceklerdir)! Onlar (orada kendilerini koruyacak) hiçbir yakın dost bulamazlar, gerçek bir yardımcıyı da (bulacak) olamaz(lar).
يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَٓا اَطَعْنَا اللّٰهَ وَاَطَعْنَا الرَّسُولَا ﴿٦٦
66﴿ O (kâfir ola)nların yüzlerinin o (cehennem) ateş(in)in içerisinde çokça (evirilip-çevrilerek sağa-sola) döndürüleceği günü (sürekli kendilerine hatırlat). (İşte o zaman:) “Ah keşke biz Allâh’a da itâat etseydik, o Rasûl’e de itâatkâr olsaydık” diyeceklerdir.
وَقَالُوا رَبَّنَٓا اِنَّٓا اَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَٓاءَنَا فَاَضَلُّونَا السَّب۪يلَا ﴿٦٧
67﴿ O (cehenneme atıla)nlar da (kendilerini biraz olsun rahatlatmak için dünyâda sapıtmalarına sebep olan önderlerine bedduâ etmek üzere) dediler ki: “Ey Rabbimiz! Gerçekten biz, efendilerimize (ulularımıza) ve (bizi yöneten) büyüklerimize itâat ettik, onlar da bizi o (doğru) yoldan saptırdılar.
رَبَّنَٓا اٰتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَب۪يرًا۟ ﴿٦٨
68﴿ Ey Rabbimiz! (Kendi sapıklıklarıyla yetinmeyip bizi de dalâlete düşürdükleri için) onlara (bize verdiğin) azaptan iki kat (fazlasını) ver ve onlara çok büyük olan (ve ardı arkası kesilmeyen) ziyâde bir lânetle lânet et.”
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذ۪ينَ اٰذَوْا مُوسٰى فَبَرَّاَهُ اللّٰهُ مِمَّا قَالُواۜ وَكَانَ عِنْدَ اللّٰهِ وَج۪يهًا ﴿٦٩
69﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Mûsâ’ya eziyet etmiş olan o kişiler gibi (siz de peygamberimi üzenler arasında) olmayın! Nihâyet Allâh onu onların söylemiş oldukları şeyden temize çıkarmıştı. Zâten o (Mûsâ (Aleyhisselâm)), Allâh (ile mükâleme şerefine ermiş, duâsı makbûl ve O’nun) nezdinde değeri yüksek bir kimseydi! Tefsirlerin beyânına göre; Mûsâ (Aleyhisselâm)a yapılan eziyet, Kārûn’un, bir fâhişeyle kendisine iftirâ atması, ayrıca ümmetinin onu, ağabeyi Hârûn (Aleyhisselâm)ı öldürmekle suçlamaları ve halk arasında çıplak yıkanmadığı için avret yerindeki bir hastalıkla ithâm etmeleridir. İşte bu âyet-i kerîmede açıklandığı üzere; Allâh-u Te‘âlâ o fâhişeye doğruyu söyleterek, Hârûn (Aleyhisselâm)ı diriltip konuşturarak ve bedeninde ayıplanacak bir hastalık bulunmadığını izhâr ederek onu temize çıkarmıştır. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e yapılan eziyetlerden maksad ise; münâfıkların, onun yaptığı ganîmet taksîmine ve Zeyneb vâlidemizle evlenmesine îtirazlarıyla vukû bulmuştur. (el-Beğavî)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَد۪يدًاۙ ﴿٧٠
70﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Habîbimi üzecek şeyler bir yana, istemediği şeyleri yapma husûsunda bile) Allâh(a isyân)dan hakkıyla sakının ve (her konuda yalandan, iftirâdan ve boş şeylerden uzak olan) doğru hedefe yönelici bir söz söyleyin.
يُصْلِحْ لَكُمْ اَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْۜ وَمَنْ يُطِعِ اللّٰهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظ۪يمًا ﴿٧١
71﴿ Tâ ki O (Rabbiniz) sizin için amellerinizi sâlih (ve kabûle elverişli) yapsın ve sizin için günahlarınızı bağışlasın. Zâten her kim (emir ve yasaklarına riâyet husûsunda) Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederse, muhakkak ki o kişi (değeri ölçülemeyecek derecede) çok büyük bir kurtuluşla (bütün korktuklarından) kurtulmuş (ve tüm umduklarına nâil olmuş)tur.
اِنَّا عَرَضْنَا الْاَمَانَةَ عَلَى السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَالْجِبَالِ فَاَبَيْنَ اَنْ يَحْمِلْنَهَا وَاَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْاِنْسَانُۜ اِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًاۙ ﴿٧٢
72﴿ Muhakkak ki Biz o (İslâm) emâneti(ni) göklere ve yere ve dağlara arz ettik ama onlar onu yüklen(ip yerine getirememekten, bu nedenle de azâba düş)melerinden kaçındılar ve on(a hâinlik yapmak)dan korktular. İnsan ise onu yüklendi (ama ekseriyeti ona hâinlik etti). Çünkü şüphesiz o (insan türünün birçok ferdi), (emânete hâinlik eden) son derece zâlim ve (işin âkıbetini bilmeden içine dalan) çok büyük bir câhil olmuştur. Burada zikredilen “Emânet” mefhûmu; İslâm’ın farz kıldığı namaz, oruç, hac, zekât, doğru konuşmak, borç ödemek, gusül abdesti almak ve her işte adâlete riâyet hükümlerinin tümüne şâmil olduğu gibi; göz, kulak ve tenâsül uzvu gibi tüm âzâyı haramlardan korumak, bir de insanlar arasındaki emânetleri yerine getirmek ve ahde vefâlılık gibi bütün İlâhî mükellefiyetleri içine almaktadır. Hadîs-i şerîflerde beyân edildiği vechile; Allâh-u Te‘âlâ göklere, yerlere ve dağlara akıl, idrâk ve konuşma kābiliyetleri verip bu emâneti kendilerine arz etmiş, onlar da sevaptan hoşlanmalarına rağmen, isyân etmeleri hâlinde karşılaşacakları azâbı göz önünde bulundurarak: “Ya Rabbi! Biz emrine âmâdeyiz, fakat sevap da azap da istemiyoruz” dediler. Bu teklif Âdem (Aleyhisselâm)a yapıldığında ise: “Kulağımla omuzumun arasına (yükle)” diyerek hemen kabullenmiş, Allâh-u Te‘âlâ da ona, söz tuttuğu müddetçe yardımını esirgemeyeceği vaadinde bulunmuştur. Ama onun neslinin çoğu bu emânetlere hâinlikte bulunmuşlardır. (et-Taberî, 19/202; İbnü Kesîr, 6/478; ed-Dürru’l-mensûr, 6/156-162; el-Hâzin)
لِيُعَذِّبَ اللّٰهُ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ وَيَتُوبَ اللّٰهُ عَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿٧٣
73﴿ Netîcede Allâh münâfık erkeklere ve münâfık kadınlara, şirk koşan erkeklere ve şirk koşan kadınlara azap etsin diye, îmân eden erkeklerle îmân eden kadınlara da (işledikleri günahlardan dolayı) tevbe nasip (ederek, tevbelerini kabûl) etsin diye (Allâh-u Te‘âlâ bu emâneti insana yüklemiştir). Zâten Allâh (tevbe edenleri) dâimâ (çokça bağışlayan bir) Ğafûr ve (kullarına çok acıdığından, inananlara tevbe nasip eden bir) Rahîm olmuştur.