v02.01.25 Geliştirme Notları
Sebe` Sûresi
428
Cuz 22
8﴿ (Kâfirler sözlerine devâm ederek) o kişi Allâh’a karşı bir yalan mı uydurmuştur, yoksa özellikle kendisinde bir tür delilik mi vardır?” (dediler. Ama) doğrusu kendileri âhirete îmân etmeyen o kimseler, o (sonsuz) azap ve (geri dönüşü umulmayacak şekilde haktan) çok uzak bir sapıtma içerisindedir.
9﴿ O (kâfir ola)nlar, önlerinde ve arkalarında bulunan o (gezip dolaştıkları her yerde kendilerini çepeçevre kuşatmış olan ve nereye giderlerse gitsinler, ikisinden de dışarı çıkma imkânı bulamadıkları) gökle yeri hâlâ görmediler mi?! Biz murâd etsek o (sana karşı ola)nları (şirk ve inkârları yüzünden) yere batırırız ya da onların üzerine gökten büyük (taşlar ve yıldırım) parçaları (gibi azâb edici maddeleri) düşür(erek onları öldür)ürüz. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten (gökte ve yerde bulunan) bun(ca varlıklar)da, (Rabbine) yönelici her bir kul için elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın mükemmel kudretine delâlet eden) çok büyük bir âyet vardır.
10﴿ Andolsun ki; elbette Biz Dâvûd’a Bizden (bir lütuf olarak) kesinlikle (peygamberlik, kitap, saltanat, güzel ses ve mahlûkātın boyun eğmesi gibi) birçok fazîlet verdik. (Nitekim Biz, dağlara ve kuşlara:) “Ey dağlar! Siz onunla birlikte ve kuşlarla berâber tekrar tekrar tesbîh (ve zikir)de bulunun” (diye emir buyurduk.) Demiri de onun için (mum ve hamur gibi) yumuşattık. (Bu yüzden ateş ve körüğe ihtiyaç duymadan demire istediği şekli verebiliyordu.)
11﴿ (Biz kendisine) şöyle (emrettik) ki: “(Tüm bedeni kaplayacak şekilde uzun ve) genişçe mükemmel zırhlar yap ve dokuma yapmakta ölçülü ol(arak halkalarını çok ince yapma ki sallanmasın, çok da sert yapma ki taşıyıcısına ağırlık vermesin)! Ayrıca (ey Dâvûd ve Ehl-i Beyti! Bunca nîmetlerimize şükretmek üzere) siz sâlih ameller işleyin. Şüphesiz ki Ben sizin yapmakta olduğunuz şeyleri (hakkıyla gören ve karşılığını verecek olan bir) Basîr’im.”
12﴿ (Dâvûd (Aleyhisselâm)ın oğlu) Süleymân için de rüzgârı (itâatkâr kıldık) ki, günün ilk saatlerindeki gidişi (insanların binekle) bir ay(da katedecekleri mesâfeyi kapsayıcı) idi, (o rüzgârın) gün sonundaki dönüşü de bir aydı. Ayrıca (o, iki aylık mesâfeyi bir günde kat ederken) Biz onun için (Yemen topraklarında bulunduğu sırada dilediğini yapması için üç gün üç gece pınar gibi fışkıran) bakır gözesi akıttık. Cinlerden de öylesi vardı ki; (Süleymân (Aleyhisselâm)ın) Rabbinin izni (ve emri) sebebiyle onun önünde sürekli çalışmaktaydı. Zâten onlardan her kim (Süleymân (Aleyhisselâm)a itâat husûsunda) Bizim emrimiz(i yerine getirmek)den dönerse, (bir meleğin vuracağı ateş kamçısıyla) ona o şiddetle tutuşturulmuş ateşin azâbından tattırıyorduk.
13﴿ O (cinlerden Süleymân (Aleyhisselâm)a müsahhar kılına)nlar onun için dilediği şeyleri; sağlam köşkleri, (peygamberlerin ve velîlerin, hayvanların ve kuşların) heykelleri(ni), büyük havuzlar gibi çanakları ve (büyüklüğünden dolayı aşağı indirilemeyip, merdivenlerle kendisine çıkılan ve) kendileri sâbit (ayaklar üzerinde yerleşmiş) olan kazanları sürekli yapıyorlardı. (Biz onlara şöyle buyurmuştuk:) “Ey Dâvûd hânedânı! (Bunca nîmetlerimize karşılık) şükür için (sâlih) amel(ler)de bulunun.” Zâten Benim kullarımdan (her hâline) çokça şükreden (ve şükrü nîmet bilerek şükrettiğine de şükreden kimseler) çok azdır. Tefsirlerde zikredildiğine göre; heykel sanatı Süleymân (Aleyhisselâm)ın şerîatında câizdi, cinler onun için bakır, mermer ve cam gibi malzemelerden; aslan, kartal ve akbaba heykelleri yapıyorlar ve tahtına yaklaşanlar onun heybetine kapılsın diye bu heykelleri tahtın aşağı tarafına ve üstüne, ayrıca merdiven basamaklarına koyuyorlardı. İnsanlar görerek ibâdete hevesleri artsın diye de peygamberlerin ve sâlih kimselerin ibâdet hâllerindeki görüntülerini heykelleştirerek mescitlerin içerisine koyuyorlardı. Heykel yapma işi; adam öldürmek, zulüm ve yalan gibi aklen çirkin şeylerden olmadığı için, şeriatlara göre hükmü değişebilen konulardandır. Ancak bizim şeriatımızda kesinlikle haram olup, bunlarla uğraşanlar en şiddetli azap ile tehdit olunmuşlardır. (et-Teysîr; Ebu’s-Su‘ûd; el-Âlûsî)
14﴿ Sonra onun üzerine ölümü hükmettiğimiz zaman, (Süleymân’ın rûhunu kabzettik, fakat onun ölümünü anlayınca cinler iş bırakır da, Mescid-i Aksâ’nın henüz devâm eden inşaatı yarım kalır diye onu değneğine yaslanmış bir hâlde bir sene ayakta bıraktık. Bu süre zarfında cinler işe devâm ettiler, netîcede) onun ölümünü onlara ancak, asâsını sürekli yemekte olan o yerdeki (ağaçkurdu denilen) bir canlı(nın onun asâsının kırılmasına sebebiyet vermesi) gösterdi. Nihâyet o (Süleymân yere) düştüğü zaman, (o âna kadar reislerinin gaybı bildiğini zanneden) cinler iyice anladı ki, kendileri(ni yönetenler) gaybı bilmekte olsaydılar, (bunca zaman çalışan cinler) o alçaltıcı azap içerisinde (bu kadar uzun süre) kalmazlardı.
سُورَةُ سَبَأٍ
الجزء ٢٢
٤٢٨
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ ﴿٨
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟ ﴿٩
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلًاۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ ﴿١٠
اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿١١
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿١٢
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْرًاۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ ﴿١٣
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ ﴿١٤
Sebe` Sûresi
428
Cuz 22
اَفْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًا اَمْ بِه۪ جِنَّةٌۜ بَلِ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِ فِي الْعَذَابِ وَالضَّلَالِ الْبَع۪يدِ ﴿٨
8﴿ (Kâfirler sözlerine devâm ederek) o kişi Allâh’a karşı bir yalan mı uydurmuştur, yoksa özellikle kendisinde bir tür delilik mi vardır?” (dediler. Ama) doğrusu kendileri âhirete îmân etmeyen o kimseler, o (sonsuz) azap ve (geri dönüşü umulmayacak şekilde haktan) çok uzak bir sapıtma içerisindedir.
اَفَلَمْ يَرَوْا اِلٰى مَا بَيْنَ اَيْد۪يهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ اِنْ نَشَأْ نَخْسِفْ بِهِمُ الْاَرْضَ اَوْ نُسْقِطْ عَلَيْهِمْ كِسَفًا مِنَ السَّمَٓاءِۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَةً لِكُلِّ عَبْدٍ مُن۪يبٍ۟ ﴿٩
9﴿ O (kâfir ola)nlar, önlerinde ve arkalarında bulunan o (gezip dolaştıkları her yerde kendilerini çepeçevre kuşatmış olan ve nereye giderlerse gitsinler, ikisinden de dışarı çıkma imkânı bulamadıkları) gökle yeri hâlâ görmediler mi?! Biz murâd etsek o (sana karşı ola)nları (şirk ve inkârları yüzünden) yere batırırız ya da onların üzerine gökten büyük (taşlar ve yıldırım) parçaları (gibi azâb edici maddeleri) düşür(erek onları öldür)ürüz. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten (gökte ve yerde bulunan) bun(ca varlıklar)da, (Rabbine) yönelici her bir kul için elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın mükemmel kudretine delâlet eden) çok büyük bir âyet vardır.
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا دَاوُ۫دَ مِنَّا فَضْلًاۜ يَا جِبَالُ اَوِّب۪ي مَعَهُ وَالطَّيْرَۚ وَاَلَنَّا لَهُ الْحَد۪يدَۙ ﴿١٠
10﴿ Andolsun ki; elbette Biz Dâvûd’a Bizden (bir lütuf olarak) kesinlikle (peygamberlik, kitap, saltanat, güzel ses ve mahlûkātın boyun eğmesi gibi) birçok fazîlet verdik. (Nitekim Biz, dağlara ve kuşlara:) “Ey dağlar! Siz onunla birlikte ve kuşlarla berâber tekrar tekrar tesbîh (ve zikir)de bulunun” (diye emir buyurduk.) Demiri de onun için (mum ve hamur gibi) yumuşattık. (Bu yüzden ateş ve körüğe ihtiyaç duymadan demire istediği şekli verebiliyordu.)
اَنِ اعْمَلْ سَابِغَاتٍ وَقَدِّرْ فِي السَّرْدِ وَاعْمَلُوا صَالِحًاۜ اِنّ۪ي بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ ﴿١١
11﴿ (Biz kendisine) şöyle (emrettik) ki: “(Tüm bedeni kaplayacak şekilde uzun ve) genişçe mükemmel zırhlar yap ve dokuma yapmakta ölçülü ol(arak halkalarını çok ince yapma ki sallanmasın, çok da sert yapma ki taşıyıcısına ağırlık vermesin)! Ayrıca (ey Dâvûd ve Ehl-i Beyti! Bunca nîmetlerimize şükretmek üzere) siz sâlih ameller işleyin. Şüphesiz ki Ben sizin yapmakta olduğunuz şeyleri (hakkıyla gören ve karşılığını verecek olan bir) Basîr’im.”
وَلِسُلَيْمٰنَ الرّ۪يحَ غُدُوُّهَا شَهْرٌ وَرَوَاحُهَا شَهْرٌۚ وَاَسَلْنَا لَهُ عَيْنَ الْقِطْرِۜ وَمِنَ الْجِنِّ مَنْ يَعْمَلُ بَيْنَ يَدَيْهِ بِاِذْنِ رَبِّه۪ۜ وَمَنْ يَزِغْ مِنْهُمْ عَنْ اَمْرِنَا نُذِقْهُ مِنْ عَذَابِ السَّع۪يرِ ﴿١٢
12﴿ (Dâvûd (Aleyhisselâm)ın oğlu) Süleymân için de rüzgârı (itâatkâr kıldık) ki, günün ilk saatlerindeki gidişi (insanların binekle) bir ay(da katedecekleri mesâfeyi kapsayıcı) idi, (o rüzgârın) gün sonundaki dönüşü de bir aydı. Ayrıca (o, iki aylık mesâfeyi bir günde kat ederken) Biz onun için (Yemen topraklarında bulunduğu sırada dilediğini yapması için üç gün üç gece pınar gibi fışkıran) bakır gözesi akıttık. Cinlerden de öylesi vardı ki; (Süleymân (Aleyhisselâm)ın) Rabbinin izni (ve emri) sebebiyle onun önünde sürekli çalışmaktaydı. Zâten onlardan her kim (Süleymân (Aleyhisselâm)a itâat husûsunda) Bizim emrimiz(i yerine getirmek)den dönerse, (bir meleğin vuracağı ateş kamçısıyla) ona o şiddetle tutuşturulmuş ateşin azâbından tattırıyorduk.
يَعْمَلُونَ لَهُ مَا يَشَٓاءُ مِنْ مَحَار۪يبَ وَتَمَاث۪يلَ وَجِفَانٍ كَالْجَوَابِ وَقُدُورٍ رَاسِيَاتٍۜ اِعْمَلُٓوا اٰلَ دَاوُ۫دَ شُكْرًاۜ وَقَل۪يلٌ مِنْ عِبَادِيَ الشَّكُورُ ﴿١٣
13﴿ O (cinlerden Süleymân (Aleyhisselâm)a müsahhar kılına)nlar onun için dilediği şeyleri; sağlam köşkleri, (peygamberlerin ve velîlerin, hayvanların ve kuşların) heykelleri(ni), büyük havuzlar gibi çanakları ve (büyüklüğünden dolayı aşağı indirilemeyip, merdivenlerle kendisine çıkılan ve) kendileri sâbit (ayaklar üzerinde yerleşmiş) olan kazanları sürekli yapıyorlardı. (Biz onlara şöyle buyurmuştuk:) “Ey Dâvûd hânedânı! (Bunca nîmetlerimize karşılık) şükür için (sâlih) amel(ler)de bulunun.” Zâten Benim kullarımdan (her hâline) çokça şükreden (ve şükrü nîmet bilerek şükrettiğine de şükreden kimseler) çok azdır. Tefsirlerde zikredildiğine göre; heykel sanatı Süleymân (Aleyhisselâm)ın şerîatında câizdi, cinler onun için bakır, mermer ve cam gibi malzemelerden; aslan, kartal ve akbaba heykelleri yapıyorlar ve tahtına yaklaşanlar onun heybetine kapılsın diye bu heykelleri tahtın aşağı tarafına ve üstüne, ayrıca merdiven basamaklarına koyuyorlardı. İnsanlar görerek ibâdete hevesleri artsın diye de peygamberlerin ve sâlih kimselerin ibâdet hâllerindeki görüntülerini heykelleştirerek mescitlerin içerisine koyuyorlardı. Heykel yapma işi; adam öldürmek, zulüm ve yalan gibi aklen çirkin şeylerden olmadığı için, şeriatlara göre hükmü değişebilen konulardandır. Ancak bizim şeriatımızda kesinlikle haram olup, bunlarla uğraşanlar en şiddetli azap ile tehdit olunmuşlardır. (et-Teysîr; Ebu’s-Su‘ûd; el-Âlûsî)
فَلَمَّا قَضَيْنَا عَلَيْهِ الْمَوْتَ مَا دَلَّهُمْ عَلٰى مَوْتِه۪ٓ اِلَّا دَٓابَّةُ الْاَرْضِ تَأْكُلُ مِنْسَاَتَهُۚ فَلَمَّا خَرَّ تَبَيَّنَتِ الْجِنُّ اَنْ لَوْ كَانُوا يَعْلَمُونَ الْغَيْبَ مَا لَبِثُوا فِي الْعَذَابِ الْمُه۪ينِ ﴿١٤
14﴿ Sonra onun üzerine ölümü hükmettiğimiz zaman, (Süleymân’ın rûhunu kabzettik, fakat onun ölümünü anlayınca cinler iş bırakır da, Mescid-i Aksâ’nın henüz devâm eden inşaatı yarım kalır diye onu değneğine yaslanmış bir hâlde bir sene ayakta bıraktık. Bu süre zarfında cinler işe devâm ettiler, netîcede) onun ölümünü onlara ancak, asâsını sürekli yemekte olan o yerdeki (ağaçkurdu denilen) bir canlı(nın onun asâsının kırılmasına sebebiyet vermesi) gösterdi. Nihâyet o (Süleymân yere) düştüğü zaman, (o âna kadar reislerinin gaybı bildiğini zanneden) cinler iyice anladı ki, kendileri(ni yönetenler) gaybı bilmekte olsaydılar, (bunca zaman çalışan cinler) o alçaltıcı azap içerisinde (bu kadar uzun süre) kalmazlardı.