v02.01.25 Geliştirme Notları
Sebe` Sûresi
429
Cuz 22
15﴿ Andolsun ki; Sebe’ (toplumu) için, yerleşim yerlerinde elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın kudret ve nîmetine delâlet eden) büyük bir âyet mevcûd idi! (Yurtlarının) sağ(ından) ve sol(un)dan (doğru) iki bostan (ve dizi dizi bağlar vardı)! (Peygamberleri onlara:) “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. (İşte burası havası, suyu ve toprağı) tertemiz bir beldedir ve (Rabbiniz, günahlarınızı çokça bağışlayan) Ğafûr bir Rabb’dir” (demişti).
16﴿ Fakat onlar (şükürden) yüz çevirdiler, Biz de (altını oyması için musallat kıldığımız bir köstebek vâsıtasıyla patlattığımız) o seddin selini onların üzerine saldık ve o iki bostanlarının yerine onlara, acı yemişli, acı ılgınlı ve Arabistan kirazından çok az bir şeye sâhip iki (değersiz) bahçe verdik.
17﴿ (Ey insan!) İşte sana! Nankörlükleri nedeniyle onları bununla cezâlandırdık! Zâten Biz son derece nankör olandan başkasını (bu şekilde) cezâlandırmayız.
18﴿ Sonra Biz onlar(ın bulunduğu Sebe’ toprakların)ın arasıyla, kendilerinin içerisine (maddî ve mânevî) bereketler yerleştirdiğimiz o (Şâm-ı Şerîf) karyeler(i) arasında belirgin (bir şekilde birbirinden görülmekte) olan (ve ana yollardan uzak olmayan) nice kasabalar yarattık ve oralarda (bulunan konaklar arasındaki) yolculuğu (onları yormayacak şekilde ayarlayarak) ölçülü yaptık. (Böylece o konakları belli mesâfelere ayırıp, bir yerden sabah yola çıkanın kuşluk vakti diğer bir meskûn mahalle ulaşacağı, öğleden sonra yolculuk yapanın da gün batımında ihtiyaçlarını kolayca temin edebileceği bir yere varacağı şekilde belirledik. Bu yüzden onlar azık taşımaktan da, tehlikelerden de kurtuldular. İşte o sırada bir peygamber vâsıtasıyla Biz onlara:) “Emîn (ve güven içinde bulunan) kişiler olarak gecelerde ve günler (boyu süren uzun müddet)de (rahatça) seyahat edin” (buyurduk).
19﴿ Sonra onlar (uzun süre mazhar oldukları nîmetten usanıp: “Ticâret güzergâhımız daha uzak mesâfelerde olsaydı, oralardan getirdiğimiz ürünler daha lezzetli ve pahalı olurdu, bir de bineğimiz ve azığımızla fakirlere hava atardık” diyerek kasabaların, ovalar ve çöllerle birbirinden ayrılması için duâ yapmak üzere:) “Ey Rabbimiz! Yolculuk (yaptığımız sefer saha)larımız arasında uzaklık meydana getir” dediler ve böylece kendi(lerini azâba mâruz bırakarak) nefislerine zulmettiler. Biz de onları (azâba mâruz bırakarak) şaşkınlıkla konuşulup dinlenen birtakım havâdis (ve efsâneler) yaptık ve onları büsbütün bir parçalayışla paramparça ettik (de bu yüzden onlardan sonra gelenler, bir daha toparlanamayacak şekilde dağınıklığa uğrayan herhangi bir millet hakkında: “Sebe’ kavminin nîmetleri gibi darmadağın oldular” sözünü sarf eder oldular). (Habîbim!) İşte sana! Gerçekten de (belâlara ve şehvetlere karşı) çokça sabreden ve (nîmetlere karşı) hakkıyla şükreden her bir (îmânlı) kişi için elbette bu (anlatıla)n(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler vardır.
20﴿ Andolsun ki; elbette İblîs hakîkaten (“Âdemoğullarını kandırabilirim” şeklindeki) düşüncesini onlar üzerinde doğrulattı. Bu nedenledir ki, müminlerden bir fırka dışında hepsi ona tamâmen uydular.
21﴿ (İblîs, insanları kendisine uydurdu ama) hâlbuki onun onlar üzerinde (baskı uygulayacak) hiçbir gücü bulunmamaktaydı. Lâkin Biz âhirete îmân etmekte olan kimseyi, kendisi o (âhiretin vukûu)ndan büyük bir şüphe içerisinde bulunan kişiden ayıralım diye (şeytanı onlara musallat ettik). Zâten senin Rabbin her bir şey üzerine (gözcü ve yönetici olan bir) Hafîz’dır.
22﴿ (Rasûlüm! Sebe’ kavminin başına gelenleri iyi bilen Ehl-i Kitâb’a ve müşriklere) de ki: “O boş yere (ibâdet edip ilâhlıklarını) iddiâ ettiğiniz (Îsâ, Uzeyr, melekler ve cinler gibi) Allâh’tan gayrı kimseleri çağırın (da, içine düştüğünüz dardan sizi kurtarsınlar). Onlar göklerde zerre ağırlığın(c)a (bir şeye bile) mâlik olamazlar, yerde de (zerre ağırlığınca bir şeye sâhip) olamaz(lar). Zâten onlar için o ikisi(nin yaratılışında da, mülkiyetinde de, yönetimi)nde de hiçbir ortaklık yoktur. O’nun (gibi güçlü bir yaratıcı olan Allâh) için onlar (gibi âciz yaratılmışlar)dan hiçbir yardımcı da yoktur.
سُورَةُ سَبَأٍ
الجزء ٢٢
٤٢٩
لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ ﴿١٥
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ ﴿١٦
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ ﴿١٧
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّامًا اٰمِن۪ينَ ﴿١٨
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿١٩
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢٠
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟ ﴿٢١
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ ﴿٢٢
Sebe` Sûresi
429
Cuz 22
لَقَدْ كَانَ لِسَبَاٍ ف۪ي مَسْكَنِهِمْ اٰيَةٌۚ جَنَّتَانِ عَنْ يَم۪ينٍ وَشِمَالٍۜ كُلُوا مِنْ رِزْقِ رَبِّكُمْ وَاشْكُرُوا لَهُۜ بَلْدَةٌ طَيِّبَةٌ وَرَبٌّ غَفُورٌ ﴿١٥
15﴿ Andolsun ki; Sebe’ (toplumu) için, yerleşim yerlerinde elbette (Allâh-u Te‘âlâ’nın kudret ve nîmetine delâlet eden) büyük bir âyet mevcûd idi! (Yurtlarının) sağ(ından) ve sol(un)dan (doğru) iki bostan (ve dizi dizi bağlar vardı)! (Peygamberleri onlara:) “Rabbinizin rızkından yiyin ve O’na şükredin. (İşte burası havası, suyu ve toprağı) tertemiz bir beldedir ve (Rabbiniz, günahlarınızı çokça bağışlayan) Ğafûr bir Rabb’dir” (demişti).
فَاَعْرَضُوا فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ سَيْلَ الْعَرِمِ وَبَدَّلْنَاهُمْ بِجَنَّتَيْهِمْ جَنَّتَيْنِ ذَوَاتَيْ اُكُلٍ خَمْطٍ وَاَثْلٍ وَشَيْءٍ مِنْ سِدْرٍ قَل۪يلٍ ﴿١٦
16﴿ Fakat onlar (şükürden) yüz çevirdiler, Biz de (altını oyması için musallat kıldığımız bir köstebek vâsıtasıyla patlattığımız) o seddin selini onların üzerine saldık ve o iki bostanlarının yerine onlara, acı yemişli, acı ılgınlı ve Arabistan kirazından çok az bir şeye sâhip iki (değersiz) bahçe verdik.
ذٰلِكَ جَزَيْنَاهُمْ بِمَا كَفَرُواۜ وَهَلْ نُجَاز۪ٓي اِلَّا الْكَفُورَ ﴿١٧
17﴿ (Ey insan!) İşte sana! Nankörlükleri nedeniyle onları bununla cezâlandırdık! Zâten Biz son derece nankör olandan başkasını (bu şekilde) cezâlandırmayız.
وَجَعَلْنَا بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ الْقُرَى الَّت۪ي بَارَكْنَا ف۪يهَا قُرًى ظَاهِرَةً وَقَدَّرْنَا ف۪يهَا السَّيْرَۜ س۪يرُوا ف۪يهَا لَيَالِيَ وَاَيَّامًا اٰمِن۪ينَ ﴿١٨
18﴿ Sonra Biz onlar(ın bulunduğu Sebe’ toprakların)ın arasıyla, kendilerinin içerisine (maddî ve mânevî) bereketler yerleştirdiğimiz o (Şâm-ı Şerîf) karyeler(i) arasında belirgin (bir şekilde birbirinden görülmekte) olan (ve ana yollardan uzak olmayan) nice kasabalar yarattık ve oralarda (bulunan konaklar arasındaki) yolculuğu (onları yormayacak şekilde ayarlayarak) ölçülü yaptık. (Böylece o konakları belli mesâfelere ayırıp, bir yerden sabah yola çıkanın kuşluk vakti diğer bir meskûn mahalle ulaşacağı, öğleden sonra yolculuk yapanın da gün batımında ihtiyaçlarını kolayca temin edebileceği bir yere varacağı şekilde belirledik. Bu yüzden onlar azık taşımaktan da, tehlikelerden de kurtuldular. İşte o sırada bir peygamber vâsıtasıyla Biz onlara:) “Emîn (ve güven içinde bulunan) kişiler olarak gecelerde ve günler (boyu süren uzun müddet)de (rahatça) seyahat edin” (buyurduk).
فَقَالُوا رَبَّنَا بَاعِدْ بَيْنَ اَسْفَارِنَا وَظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَجَعَلْنَاهُمْ اَحَاد۪يثَ وَمَزَّقْنَاهُمْ كُلَّ مُمَزَّقٍۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍ ﴿١٩
19﴿ Sonra onlar (uzun süre mazhar oldukları nîmetten usanıp: “Ticâret güzergâhımız daha uzak mesâfelerde olsaydı, oralardan getirdiğimiz ürünler daha lezzetli ve pahalı olurdu, bir de bineğimiz ve azığımızla fakirlere hava atardık” diyerek kasabaların, ovalar ve çöllerle birbirinden ayrılması için duâ yapmak üzere:) “Ey Rabbimiz! Yolculuk (yaptığımız sefer saha)larımız arasında uzaklık meydana getir” dediler ve böylece kendi(lerini azâba mâruz bırakarak) nefislerine zulmettiler. Biz de onları (azâba mâruz bırakarak) şaşkınlıkla konuşulup dinlenen birtakım havâdis (ve efsâneler) yaptık ve onları büsbütün bir parçalayışla paramparça ettik (de bu yüzden onlardan sonra gelenler, bir daha toparlanamayacak şekilde dağınıklığa uğrayan herhangi bir millet hakkında: “Sebe’ kavminin nîmetleri gibi darmadağın oldular” sözünü sarf eder oldular). (Habîbim!) İşte sana! Gerçekten de (belâlara ve şehvetlere karşı) çokça sabreden ve (nîmetlere karşı) hakkıyla şükreden her bir (îmânlı) kişi için elbette bu (anlatıla)n(lar)da pek çok ve çok büyük âyetler vardır.
وَلَقَدْ صَدَّقَ عَلَيْهِمْ اِبْل۪يسُ ظَنَّهُ فَاتَّبَعُوهُ اِلَّا فَر۪يقًا مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٢٠
20﴿ Andolsun ki; elbette İblîs hakîkaten (“Âdemoğullarını kandırabilirim” şeklindeki) düşüncesini onlar üzerinde doğrulattı. Bu nedenledir ki, müminlerden bir fırka dışında hepsi ona tamâmen uydular.
وَمَا كَانَ لَهُ عَلَيْهِمْ مِنْ سُلْطَانٍ اِلَّا لِنَعْلَمَ مَنْ يُؤْمِنُ بِالْاٰخِرَةِ مِمَّنْ هُوَ مِنْهَا ف۪ي شَكٍّۜ وَرَبُّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ حَف۪يظٌ۟ ﴿٢١
21﴿ (İblîs, insanları kendisine uydurdu ama) hâlbuki onun onlar üzerinde (baskı uygulayacak) hiçbir gücü bulunmamaktaydı. Lâkin Biz âhirete îmân etmekte olan kimseyi, kendisi o (âhiretin vukûu)ndan büyük bir şüphe içerisinde bulunan kişiden ayıralım diye (şeytanı onlara musallat ettik). Zâten senin Rabbin her bir şey üzerine (gözcü ve yönetici olan bir) Hafîz’dır.
قُلِ ادْعُوا الَّذ۪ينَ زَعَمْتُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۚ لَا يَمْلِكُونَ مِثْقَالَ ذَرَّةٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِ وَمَا لَهُمْ ف۪يهِمَا مِنْ شِرْكٍ وَمَا لَهُ مِنْهُمْ مِنْ ظَه۪يرٍ ﴿٢٢
22﴿ (Rasûlüm! Sebe’ kavminin başına gelenleri iyi bilen Ehl-i Kitâb’a ve müşriklere) de ki: “O boş yere (ibâdet edip ilâhlıklarını) iddiâ ettiğiniz (Îsâ, Uzeyr, melekler ve cinler gibi) Allâh’tan gayrı kimseleri çağırın (da, içine düştüğünüz dardan sizi kurtarsınlar). Onlar göklerde zerre ağırlığın(c)a (bir şeye bile) mâlik olamazlar, yerde de (zerre ağırlığınca bir şeye sâhip) olamaz(lar). Zâten onlar için o ikisi(nin yaratılışında da, mülkiyetinde de, yönetimi)nde de hiçbir ortaklık yoktur. O’nun (gibi güçlü bir yaratıcı olan Allâh) için onlar (gibi âciz yaratılmışlar)dan hiçbir yardımcı da yoktur.