v02.01.25 Geliştirme Notları
Bakara Sûresi
43
Cuz 3
260﴿ (Habîbim! Yâd et) bir vakti de ki; İbrâhîm: “Ey Rabbim! (Îmânımın, ilimden ayâna yükselmesi için) ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” demişti. O (Allâh-u Te‘âlâ da ona): “Yoksa sen (Benim yeniden diriltmeye Kādir olduğuma) îmân etmedin mi?” buyurmuştu. O da: “Evet, (inandım) velâkin (gözümle de görerek) kalbim iyice yatışsın diye (bu istekte bulundum)” demişti. (Bunun üzerine) O (Allâh-u Te‘âlâ diriltme mûcizesini göstermek üzere ona): “Öyleyse (tavus, horoz, karga ve güvercin olmak üzere) kuşlardan dördünü (eline) al ve (şekillerini iyice tanıyıp zihninde tutabilmen için) onları kendine (doğru evirip) çevir (ki, diriltilmelerinin ardından karıştırıp da: ‘Bu başka, o başka’ demeyesin). Sonra (onları parça parça yapıp) her bir dağ üzerine onlardan bir parça koy. Daha sonra da onları çağır ki, (bak nasıl) sana koşarak gelecekler. Ayrıca (şunu da iyi) bilesin ki; şüphesiz Allâh (istediğini yapmasına kimsenin engel olamadığı) bir Azîz’dir, (hiçbir işi yersiz olmayıp, her yaptığını üstün hikmetlere mebnî olarak yerli yerince yapan) bir Hakîm’dir” buyurmuştu.
261﴿ Mallarını Allâh’ın yolunda harcamakta olan kimselerin (yaptıkları yardımın) şaşılacak hâli; yedi başak bitirmiş olan bir dâne gibidir ki, her bir başakta yüz dâne vardır. Allâh ise (verenlerin her birine değil de) dilediği kimseler için (çektiği zahmet ve taşıdığı ihlâs nispetinde mükâfâtı) katlama yapar. Zâten Allâh (vereceği fazlalıklar yüzünden hazîneleri eksilmeyen ve lütfu da, cömertliği de sonsuz ve sınırsız derecede geniş olması hasebiyle dilediğine istediği kadar genişlik yapan bir) Vâsi‘dir, (verenlerin ne verdiklerini ve ne niyetle verdiklerini, bundan dolayı ne tür bir karşılık hak ettiklerini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
262﴿ O kimseler ki; mallarını Allâh’ın yolunda (cömertçe) harcarlar da, sonra vermiş oldukları şeyin peşine ne (yaptığını anlatarak) bir başa kakma, ne de (zâlimâne ve küstahça davranarak) bir eziyet katmazlar, (işte) onların (yaptıkları harcamaların) sevapları Rableri katında kendilerine âittir. (Ecirlerinin eksik verilmesi husûsunda da âhiret azâbından dolayı da) onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve (dünyâda bıraktıklarına) ancak onlar üzülmeyeceklerdir. Bu âyet-i kerîme, Osmân ibnü Affân ve Abdurrahmân ibnü Avf (Radıyallâhu Anhümâ) hakkında inmiştir. Hazret-i Osmân Tebûk Gazâsı’nda, İslâm ordusuna tüm teçhizâtıyla berâber bin deve bağışlamış, ayrıca bin dînar getirip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kucağına dökmüş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de mübârek ellerini o paraların içine sokarak onları karıştırırken: “Artık bugünden sonra yapacakları Osmân’a zarar vermez” buyurmuştu. Abdurrahmân ibnü Avf ise; yanında bulunan sekiz bin dirhemin yarısını çocuklarına ayırmış, kalan dört bini de Allâh rızası için sadaka olarak çıkarıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e teslim etmişti. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Tuttuğunda da, verdiğinde de Allâh senin için bereket yaratsın” diye duâ etmişti. (el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:81)
263﴿ (Muhtaç bir kişinin yardım isteğine karşılık, güzel ve hoş bir cevap mâhiyetinde söylenmiş olan ve İslâm örfünde iyi kabûl edilen) mârûf bir söz ve (dilenciden gelecek ısrâra karşı) bir bağışlama, kendisini herhangi bir eziyet (ve başa kakma) tâkip edecek olan bir sadakadan hayırlıdır. Allâh ise (başa kakıp eziyet edenlerin fakirlere yaptıkları yardıma muhtaç olmayıp, dilemesi durumunda kimseyi Kendisinden başkasına muhtaç etmeyecek derecede sınırsız zenginliğe sâhip olan) bir Ğaniyy’dir, (böyle yapanlara peşin cezâ vermeyip, tevbe fırsatı tanıyan) bir Halîm’dir.
264﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Kendisi Allâh’a ve o (dünyâ günlerinin) son(unda gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmezken, insanlara gösteriş için malını (boş yere) harcamakta olan o (münâfık) kimse gibi, siz de başa kakma ve incitme sebebiyle sadakalarınız(ın sevâbın)ı iptâl etmeyin. İşte (riyâ için infakta bulunan) o (münâfık) kimsenin şaşılacak hâli; üzerinde az bir toprak bulunan (hem de yarığı, oyuğu ve çatlağı bulunmayan) dümdüz bir kayanın ilginç durumu gibidir ki; kendisine iri damlalı şiddetli bir yağmur isâbet etmiş de sonra onu (topraktan arındırarak) dümdüz bir hâlde bırakmıştır. (Böyle bir kayanın üzerindeki topraktan kimse istifâde edemeyeceği gibi işte) o (gösteriş için infakta buluna)nlar (da hayır nâmına) işlemiş oldukları şeylerden herhangi bir şey(in sevâbından istifâdey)e güç bulamazlar. Allâh ise (kâfirliği seçmekte dâim oldukları sürece) o kâfirler topluluğunu (iyiyi ve doğruyu bulmaya) hidâyet etmez. (O hâlde ey müminler! Gösteriş, başa kakma ve eziyet gibi kâfir sıfatlarını takınmaktan sakınarak Allâh-u Te‘âlâ’nın hidâyetine mazhar olun.)
سُورَةُ الْبَقَرَةِ
الجزء ٣
٤٣
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْيًاۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ ﴿٢٦٠
مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٦١
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٦٢
قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ ﴿٢٦٣
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٢٦٤
Bakara Sûresi
43
Cuz 3
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰه۪يمُ رَبِّ اَرِن۪ي كَيْفَ تُحْيِ الْمَوْتٰىۜ قَالَ اَوَلَمْ تُؤْمِنْۜ قَالَ بَلٰى وَلٰكِنْ لِيَطْمَئِنَّ قَلْب۪يۜ قَالَ فَخُذْ اَرْبَعَةً مِنَ الطَّيْرِ فَصُرْهُنَّ اِلَيْكَ ثُمَّ اجْعَلْ عَلٰى كُلِّ جَبَلٍ مِنْهُنَّ جُزْءًا ثُمَّ ادْعُهُنَّ يَأْت۪ينَكَ سَعْيًاۜ وَاعْلَمْ اَنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ حَك۪يمٌ۟ ﴿٢٦٠
260﴿ (Habîbim! Yâd et) bir vakti de ki; İbrâhîm: “Ey Rabbim! (Îmânımın, ilimden ayâna yükselmesi için) ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” demişti. O (Allâh-u Te‘âlâ da ona): “Yoksa sen (Benim yeniden diriltmeye Kādir olduğuma) îmân etmedin mi?” buyurmuştu. O da: “Evet, (inandım) velâkin (gözümle de görerek) kalbim iyice yatışsın diye (bu istekte bulundum)” demişti. (Bunun üzerine) O (Allâh-u Te‘âlâ diriltme mûcizesini göstermek üzere ona): “Öyleyse (tavus, horoz, karga ve güvercin olmak üzere) kuşlardan dördünü (eline) al ve (şekillerini iyice tanıyıp zihninde tutabilmen için) onları kendine (doğru evirip) çevir (ki, diriltilmelerinin ardından karıştırıp da: ‘Bu başka, o başka’ demeyesin). Sonra (onları parça parça yapıp) her bir dağ üzerine onlardan bir parça koy. Daha sonra da onları çağır ki, (bak nasıl) sana koşarak gelecekler. Ayrıca (şunu da iyi) bilesin ki; şüphesiz Allâh (istediğini yapmasına kimsenin engel olamadığı) bir Azîz’dir, (hiçbir işi yersiz olmayıp, her yaptığını üstün hikmetlere mebnî olarak yerli yerince yapan) bir Hakîm’dir” buyurmuştu.
مَثَلُ الَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ كَمَثَلِ حَبَّةٍ اَنْبَتَتْ سَبْعَ سَنَابِلَ ف۪ي كُلِّ سُنْبُلَةٍ مِائَةُ حَبَّةٍۜ وَاللّٰهُ يُضَاعِفُ لِمَنْ يَشَٓاءُۜ وَاللّٰهُ وَاسِعٌ عَل۪يمٌ ﴿٢٦١
261﴿ Mallarını Allâh’ın yolunda harcamakta olan kimselerin (yaptıkları yardımın) şaşılacak hâli; yedi başak bitirmiş olan bir dâne gibidir ki, her bir başakta yüz dâne vardır. Allâh ise (verenlerin her birine değil de) dilediği kimseler için (çektiği zahmet ve taşıdığı ihlâs nispetinde mükâfâtı) katlama yapar. Zâten Allâh (vereceği fazlalıklar yüzünden hazîneleri eksilmeyen ve lütfu da, cömertliği de sonsuz ve sınırsız derecede geniş olması hasebiyle dilediğine istediği kadar genişlik yapan bir) Vâsi‘dir, (verenlerin ne verdiklerini ve ne niyetle verdiklerini, bundan dolayı ne tür bir karşılık hak ettiklerini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
اَلَّذ۪ينَ يُنْفِقُونَ اَمْوَالَهُمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِ ثُمَّ لَا يُتْبِعُونَ مَٓا اَنْفَقُوا مَنًّا وَلَٓا اَذًۙى لَهُمْ اَجْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ وَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٢٦٢
262﴿ O kimseler ki; mallarını Allâh’ın yolunda (cömertçe) harcarlar da, sonra vermiş oldukları şeyin peşine ne (yaptığını anlatarak) bir başa kakma, ne de (zâlimâne ve küstahça davranarak) bir eziyet katmazlar, (işte) onların (yaptıkları harcamaların) sevapları Rableri katında kendilerine âittir. (Ecirlerinin eksik verilmesi husûsunda da âhiret azâbından dolayı da) onlar üzerine hiçbir korku yoktur ve (dünyâda bıraktıklarına) ancak onlar üzülmeyeceklerdir. Bu âyet-i kerîme, Osmân ibnü Affân ve Abdurrahmân ibnü Avf (Radıyallâhu Anhümâ) hakkında inmiştir. Hazret-i Osmân Tebûk Gazâsı’nda, İslâm ordusuna tüm teçhizâtıyla berâber bin deve bağışlamış, ayrıca bin dînar getirip Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kucağına dökmüş, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) de mübârek ellerini o paraların içine sokarak onları karıştırırken: “Artık bugünden sonra yapacakları Osmân’a zarar vermez” buyurmuştu. Abdurrahmân ibnü Avf ise; yanında bulunan sekiz bin dirhemin yarısını çocuklarına ayırmış, kalan dört bini de Allâh rızası için sadaka olarak çıkarıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e teslim etmişti. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ona: “Tuttuğunda da, verdiğinde de Allâh senin için bereket yaratsın” diye duâ etmişti. (el-Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl, sh:81)
قَوْلٌ مَعْرُوفٌ وَمَغْفِرَةٌ خَيْرٌ مِنْ صَدَقَةٍ يَتْبَعُهَٓا اَذًىۜ وَاللّٰهُ غَنِيٌّ حَل۪يمٌ ﴿٢٦٣
263﴿ (Muhtaç bir kişinin yardım isteğine karşılık, güzel ve hoş bir cevap mâhiyetinde söylenmiş olan ve İslâm örfünde iyi kabûl edilen) mârûf bir söz ve (dilenciden gelecek ısrâra karşı) bir bağışlama, kendisini herhangi bir eziyet (ve başa kakma) tâkip edecek olan bir sadakadan hayırlıdır. Allâh ise (başa kakıp eziyet edenlerin fakirlere yaptıkları yardıma muhtaç olmayıp, dilemesi durumunda kimseyi Kendisinden başkasına muhtaç etmeyecek derecede sınırsız zenginliğe sâhip olan) bir Ğaniyy’dir, (böyle yapanlara peşin cezâ vermeyip, tevbe fırsatı tanıyan) bir Halîm’dir.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُبْطِلُوا صَدَقَاتِكُمْ بِالْمَنِّ وَالْاَذٰىۙ كَالَّذ۪ي يُنْفِقُ مَالَهُ رِئَٓاءَ النَّاسِ وَلَا يُؤْمِنُ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ فَمَثَلُهُ كَمَثَلِ صَفْوَانٍ عَلَيْهِ تُرَابٌ فَاَصَابَهُ وَابِلٌ فَتَرَكَهُ صَلْدًاۜ لَا يَقْدِرُونَ عَلٰى شَيْءٍ مِمَّا كَسَبُواۜ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٢٦٤
264﴿ Ey îmân etmiş olan kimseler! Kendisi Allâh’a ve o (dünyâ günlerinin) son(unda gelecek mahşer) gün(ün)e îmân etmezken, insanlara gösteriş için malını (boş yere) harcamakta olan o (münâfık) kimse gibi, siz de başa kakma ve incitme sebebiyle sadakalarınız(ın sevâbın)ı iptâl etmeyin. İşte (riyâ için infakta bulunan) o (münâfık) kimsenin şaşılacak hâli; üzerinde az bir toprak bulunan (hem de yarığı, oyuğu ve çatlağı bulunmayan) dümdüz bir kayanın ilginç durumu gibidir ki; kendisine iri damlalı şiddetli bir yağmur isâbet etmiş de sonra onu (topraktan arındırarak) dümdüz bir hâlde bırakmıştır. (Böyle bir kayanın üzerindeki topraktan kimse istifâde edemeyeceği gibi işte) o (gösteriş için infakta buluna)nlar (da hayır nâmına) işlemiş oldukları şeylerden herhangi bir şey(in sevâbından istifâdey)e güç bulamazlar. Allâh ise (kâfirliği seçmekte dâim oldukları sürece) o kâfirler topluluğunu (iyiyi ve doğruyu bulmaya) hidâyet etmez. (O hâlde ey müminler! Gösteriş, başa kakma ve eziyet gibi kâfir sıfatlarını takınmaktan sakınarak Allâh-u Te‘âlâ’nın hidâyetine mazhar olun.)