v02.01.25 Geliştirme Notları
Sebe` Sûresi
430
Cuz 22
23﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun nezdinde, kendisine (şefâat etme husûsunda) izin verdiği o (nebîler, âlimler ve şehitler gibi sâlih) kimselerden başkası için şefâat (etme hakkı yoktur, bu durumda herhangi bir kişi şefâat etmeye kalkışsa da kimseye bir) fayda vermez. (Dolayısıyla bâtıl ilâhlarınızın hiçbir yararını aslâ beklemeyin!) Nihâyet (insanlar mahşerde uzun süre dehşete kapılmış bir hâlde işin nereye varacağını bekleyip dururlarken Rabb’ü’l-İzzet’in şefâat müsâadesiyle, şefâat edecek ve edilecek olan kimselerin) kalplerinden (tüm) korku(lar) tamâmen giderildiği zaman (şefâat beklentisine girenler meleklere hitâben): “Rabbiniz ne şeyi buyurdu?” derler. Onlar da: “(Sâdece müminlere şefâat izniyle alâkalı olarak) hakk (olan kelâm)ı (buyurdu). Zâten ancak O, Aliyy’dir, Kebîr’dir (O’nun nezdinde şefâat bir yana, Kendisinden izinsiz hiçbir meleğin ve peygamberin dahî konuşamayacağı derecede ululuk ve büyüklük sâhibi olan yegâne Zâttır)” derler.
24﴿ (Habîbim! Müşriklere tevhîd gerçeğini îtirâf ettirmek için) de ki: “Kim göklerden (yağdırdığı sularla) ve yerden (çıkarttığı mahsullerle) sizi sürekli rızıklandırmaktadır?” (Onlar bunu bilseler de mahcup duruma düşmemek için sessiz kalabilirler. O zaman sen) de ki: “(Sizi de bizi de ancak) Allâh (rızıklandırıyor). (Bütün nîmetlerin sâhibi olan Allâh’a ibâdet edenle, hiçbir şeye yaramayan cansız varlıkları O’na ortak edenler eşit olamayacağına göre) gerçekten de biz yâhut siz; elbette (iki fırkadan biri) büyük bir hidâyet üzeredir ya da (yanlışlığı) çok açık olan bir sapıtma içerisindedir.”
25﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Bizim suç olarak yaptığımız şeylerden siz sorumlu tutulmayacaksınız; sizin sürekli yapmakta olduğunuz şeylerden de biz sorulacak değiliz.”
26﴿ (Habîbim!) De ki: “(Kıyâmet günü) Rabbimiz (sizinle) bizim aramızda birleştirme yapacak sonra da (hiçbir zulme mahal bırakmaksızın, haklıları cennete, haksızları ise cehenneme göndermek sûretiyle) aramızda hak ile hüküm verecektir. Zâten ancak O, (en zor konulara varıncaya kadar her hususta açıklayıcı hüküm veren bir) Fettâh’dır, (yine ancak O, kimin hakkında ne hüküm vereceğini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.”
27﴿ (Ey Nebiyy-i zîşânım!) De ki: “O (Allâh-u Azîmüşşâ)na (ibâdette şerîk olarak) kattığınız o ortak (sandık)ları(nızı) bana gösterin (bakalım! Bu odunlar ve taşlar mı Rabbimin ortaklarıymış?)! Hayır! (Bu âciz yaratılmışlar aslâ Rabbime ortak olamazlar!) Doğrusu ancak O, (her şeye gücü yeten ve her işi yerli yerince olan) Azîz ve Hakîm Allâh’tır.”
28﴿ (Rasûlüm!) Biz seni (Arap-Acem, siyah-beyaz ayrımı olmaksızın) ancak bütün insanlara, (îmân edenler için) gerçek bir müjdeleyici ve (inkâr edenler için) tam bir uyarıcı olarak rasûl gönderdik. Velâkin insanların ekseriyeti (bu gerçeği) bilmiyorlar (da onun için sana karşı geliyorlar).
29﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (sana ve ashâbına): “İşte bu (kıyâmet kopacağına dâir) vaad(in gerçekleşmesi) ne zamandır?! Eğer (azâbın geleceğine dâir vaadinizde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (onu getirin)” diyorlar.
30﴿ (Habîbim!) de ki: “Sizin (kıyâmetle karşılaşıp azâba uğratılmanız) için, vaad edilen öyle büyük bir gün vardır ki; (vakti geldiği zaman) ondan bir an bile sona kalamazsınız, öne de geçemezsiniz.”
31﴿ (Habîbim!) Yine o (şirk koşarak) kâfir olmuş kimseler (kendi kitaplarında senin vasıflarını ve dirilme konusunu bulup bulmadıklarını Kitâb Ehli’ne sordular. Onlardan bu yönde müspet cevap alınca): “Biz işte bu Kur’ân’a aslâ îmân etmeyeceğiz, onun önünde bulunan (kitap)lara da (îmân edici kimseler olacak) değil(iz)” dedi(ler). (Habîbim!) Bir de sen, Rableri nezdinde (hesap vermek için) tevkîf edilmiş oldukları zaman o zâlimleri görecek olsaydın (çok fecî bir manzara müşâhede etmiş olurdun). (O vakit) onların bir kısmı diğer bir kısma sözü çevirir de, kendileri (dünyâda hor ve hakîr görülüp) zayıf tutulmuş o kimseler kendileri(ne karşı) büyüklük taslamış olan o kişilere: “Siz (bizi doğru yoldan engellemiş) olmasaydınız elbette biz (Kur’ân’a) îmân eden kimseler olmuştuk” der.
سُورَةُ سَبَأٍ
الجزء ٢٢
٤٣٠
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ ﴿٢٣
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٤
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢٥
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ ﴿٢٦
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٢٧
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٨
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٩
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ ﴿٣٠
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٣١
Sebe` Sûresi
430
Cuz 22
وَلَا تَنْفَعُ الشَّفَاعَةُ عِنْدَهُٓ اِلَّا لِمَنْ اَذِنَ لَهُۜ حَتّٰٓى اِذَا فُزِّعَ عَنْ قُلُوبِهِمْ قَالُوا مَاذَاۙ قَالَ رَبُّكُمْۜ قَالُوا الْحَقَّۚ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْكَب۪يرُ ﴿٢٣
23﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun nezdinde, kendisine (şefâat etme husûsunda) izin verdiği o (nebîler, âlimler ve şehitler gibi sâlih) kimselerden başkası için şefâat (etme hakkı yoktur, bu durumda herhangi bir kişi şefâat etmeye kalkışsa da kimseye bir) fayda vermez. (Dolayısıyla bâtıl ilâhlarınızın hiçbir yararını aslâ beklemeyin!) Nihâyet (insanlar mahşerde uzun süre dehşete kapılmış bir hâlde işin nereye varacağını bekleyip dururlarken Rabb’ü’l-İzzet’in şefâat müsâadesiyle, şefâat edecek ve edilecek olan kimselerin) kalplerinden (tüm) korku(lar) tamâmen giderildiği zaman (şefâat beklentisine girenler meleklere hitâben): “Rabbiniz ne şeyi buyurdu?” derler. Onlar da: “(Sâdece müminlere şefâat izniyle alâkalı olarak) hakk (olan kelâm)ı (buyurdu). Zâten ancak O, Aliyy’dir, Kebîr’dir (O’nun nezdinde şefâat bir yana, Kendisinden izinsiz hiçbir meleğin ve peygamberin dahî konuşamayacağı derecede ululuk ve büyüklük sâhibi olan yegâne Zâttır)” derler.
قُلْ مَنْ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ قُلِ اللّٰهُۙ وَاِنَّٓا اَوْ اِيَّاكُمْ لَعَلٰى هُدًى اَوْ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٢٤
24﴿ (Habîbim! Müşriklere tevhîd gerçeğini îtirâf ettirmek için) de ki: “Kim göklerden (yağdırdığı sularla) ve yerden (çıkarttığı mahsullerle) sizi sürekli rızıklandırmaktadır?” (Onlar bunu bilseler de mahcup duruma düşmemek için sessiz kalabilirler. O zaman sen) de ki: “(Sizi de bizi de ancak) Allâh (rızıklandırıyor). (Bütün nîmetlerin sâhibi olan Allâh’a ibâdet edenle, hiçbir şeye yaramayan cansız varlıkları O’na ortak edenler eşit olamayacağına göre) gerçekten de biz yâhut siz; elbette (iki fırkadan biri) büyük bir hidâyet üzeredir ya da (yanlışlığı) çok açık olan bir sapıtma içerisindedir.”
قُلْ لَا تُسْـَٔلُونَ عَمَّٓا اَجْرَمْنَا وَلَا نُسْـَٔلُ عَمَّا تَعْمَلُونَ ﴿٢٥
25﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Bizim suç olarak yaptığımız şeylerden siz sorumlu tutulmayacaksınız; sizin sürekli yapmakta olduğunuz şeylerden de biz sorulacak değiliz.”
قُلْ يَجْمَعُ بَيْنَنَا رَبُّنَا ثُمَّ يَفْتَحُ بَيْنَنَا بِالْحَقِّۜ وَهُوَ الْفَتَّاحُ الْعَل۪يمُ ﴿٢٦
26﴿ (Habîbim!) De ki: “(Kıyâmet günü) Rabbimiz (sizinle) bizim aramızda birleştirme yapacak sonra da (hiçbir zulme mahal bırakmaksızın, haklıları cennete, haksızları ise cehenneme göndermek sûretiyle) aramızda hak ile hüküm verecektir. Zâten ancak O, (en zor konulara varıncaya kadar her hususta açıklayıcı hüküm veren bir) Fettâh’dır, (yine ancak O, kimin hakkında ne hüküm vereceğini hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.”
قُلْ اَرُونِيَ الَّذ۪ينَ اَلْحَقْتُمْ بِه۪ شُرَكَٓاءَ كَلَّاۜ بَلْ هُوَ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٢٧
27﴿ (Ey Nebiyy-i zîşânım!) De ki: “O (Allâh-u Azîmüşşâ)na (ibâdette şerîk olarak) kattığınız o ortak (sandık)ları(nızı) bana gösterin (bakalım! Bu odunlar ve taşlar mı Rabbimin ortaklarıymış?)! Hayır! (Bu âciz yaratılmışlar aslâ Rabbime ortak olamazlar!) Doğrusu ancak O, (her şeye gücü yeten ve her işi yerli yerince olan) Azîz ve Hakîm Allâh’tır.”
وَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ اِلَّا كَٓافَّةً لِلنَّاسِ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٢٨
28﴿ (Rasûlüm!) Biz seni (Arap-Acem, siyah-beyaz ayrımı olmaksızın) ancak bütün insanlara, (îmân edenler için) gerçek bir müjdeleyici ve (inkâr edenler için) tam bir uyarıcı olarak rasûl gönderdik. Velâkin insanların ekseriyeti (bu gerçeği) bilmiyorlar (da onun için sana karşı geliyorlar).
وَيَقُولُونَ مَتٰى هٰذَا الْوَعْدُ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (sana ve ashâbına): “İşte bu (kıyâmet kopacağına dâir) vaad(in gerçekleşmesi) ne zamandır?! Eğer (azâbın geleceğine dâir vaadinizde) doğru söyleyen kimseler olduysanız (onu getirin)” diyorlar.
قُلْ لَكُمْ م۪يعَادُ يَوْمٍ لَا تَسْتَأْخِرُونَ عَنْهُ سَاعَةً وَلَا تَسْتَقْدِمُونَ۟ ﴿٣٠
30﴿ (Habîbim!) de ki: “Sizin (kıyâmetle karşılaşıp azâba uğratılmanız) için, vaad edilen öyle büyük bir gün vardır ki; (vakti geldiği zaman) ondan bir an bile sona kalamazsınız, öne de geçemezsiniz.”
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَنْ نُؤْمِنَ بِهٰذَا الْقُرْاٰنِ وَلَا بِالَّذ۪ي بَيْنَ يَدَيْهِۜ وَلَوْ تَرٰٓى اِذِ الظَّالِمُونَ مَوْقُوفُونَ عِنْدَ رَبِّهِمْۚ يَرْجِعُ بَعْضُهُمْ اِلٰى بَعْضٍۨ الْقَوْلَۚ يَقُولُ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لَوْلَٓا اَنْتُمْ لَكُنَّا مُؤْمِن۪ينَ ﴿٣١
31﴿ (Habîbim!) Yine o (şirk koşarak) kâfir olmuş kimseler (kendi kitaplarında senin vasıflarını ve dirilme konusunu bulup bulmadıklarını Kitâb Ehli’ne sordular. Onlardan bu yönde müspet cevap alınca): “Biz işte bu Kur’ân’a aslâ îmân etmeyeceğiz, onun önünde bulunan (kitap)lara da (îmân edici kimseler olacak) değil(iz)” dedi(ler). (Habîbim!) Bir de sen, Rableri nezdinde (hesap vermek için) tevkîf edilmiş oldukları zaman o zâlimleri görecek olsaydın (çok fecî bir manzara müşâhede etmiş olurdun). (O vakit) onların bir kısmı diğer bir kısma sözü çevirir de, kendileri (dünyâda hor ve hakîr görülüp) zayıf tutulmuş o kimseler kendileri(ne karşı) büyüklük taslamış olan o kişilere: “Siz (bizi doğru yoldan engellemiş) olmasaydınız elbette biz (Kur’ân’a) îmân eden kimseler olmuştuk” der.