HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُسَبَأٍ  ٤٣١ 
الجزء ٢٢

قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُٓوا اَنَحْنُ صَدَدْنَاكُمْ عَنِ الْهُدٰى بَعْدَ اِذْ جَٓاءَكُمْ بَلْ كُنْتُمْ مُجْرِم۪ينَ ﴿ ٣٢ ﴾ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اسْتُضْعِفُوا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُوا بَلْ مَكْرُ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ اِذْ تَأْمُرُونَنَٓا اَنْ نَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَنَجْعَلَ لَهُٓ اَنْدَادًاۜ وَاَسَرُّوا النَّدَامَةَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَۜ وَجَعَلْنَا الْاَغْلَالَ ف۪ٓي اَعْنَاقِ الَّذ۪ينَ كَفَرُواۜ هَلْ يُجْزَوْنَ اِلَّا مَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿ ٣٣ ﴾ وَمَٓا اَرْسَلْنَا ف۪ي قَرْيَةٍ مِنْ نَذ۪يرٍ اِلَّا قَالَ مُتْرَفُوهَٓاۙ اِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ ﴿ ٣٤ ﴾ وَقَالُوا نَحْنُ اَكْثَرُ اَمْوَالًا وَاَوْلَادًاۙ وَمَا نَحْنُ بِمُعَذَّب۪ينَ ﴿ ٣٥ ﴾ قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ۟ ﴿ ٣٦ ﴾ وَمَٓا اَمْوَالُكُمْ وَلَٓا اَوْلَادُكُمْ بِالَّت۪ي تُقَرِّبُكُمْ عِنْدَنَا زُلْفٰٓى اِلَّا مَنْ اٰمَنَ وَعَمِلَ صَالِحًاۘ فَاُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَزَٓاءُ الضِّعْفِ بِمَا عَمِلُوا وَهُمْ فِي الْغُرُفَاتِ اٰمِنُونَ ﴿ ٣٧ ﴾ وَالَّذ۪ينَ يَسْعَوْنَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَا مُعَاجِز۪ينَ اُو۬لٰٓئِكَ فِي الْعَذَابِ مُحْضَرُونَ ﴿ ٣٨ ﴾ قُلْ اِنَّ رَبّ۪ي يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ مِنْ عِبَادِه۪ وَيَقْدِرُ لَهُۜ وَمَٓا اَنْفَقْتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَهُوَ يُخْلِفُهُۚ وَهُوَ خَيْرُ الرَّازِق۪ينَ ﴿ ٣٩ ﴾

سُورَةُسَبَأٍ  ٤٣١ 
الجزء ٢٢
Sebe` Sûresi  431 
Cüz  22

32  O büyüklük taslamış olan kimseler o zayıf tutulmuş olanlara (cevaben) dedi ki: “Size geldikten sonra, o hidâyetten sizi biz mi engelledik? Doğrusu siz (körü körüne taklitçiliği hi dâyete uymaya tercih eden) suçlu kimselerdiniz!”

33  O zayıf görülmüş olan kimseler ise, o büyük lük taslamış olan kişilere (karşı) dedi ki: “Doğrusu (bizi hidâyetten engelleyen kendi suçu muz değildi, bilakis) gece ve gündüz(ler) deki hile (ve tu zaklarınızla şirki süslü gösterecek faaliyetlerde bulunmanız bizi yoldan çıkardı) ki; hani siz sürekli bize Allâh’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler tanıma mızı emrediyordunuz!” Böylece onlar o (korkunç) azâbı gördüklerinde (dehşete kapılarak ne yapacaklarını şaşırdılar da) piş manlığı (ve onun neticesi olarak ağlayıp el ısırmayı açıkça yapma imkânı bulamayınca gam ve kederlerini içlerinde) gizlediler (ve için için yandılar)./Böylece onlar (şiddetli) azabı gördüklerinde (daha fazla di renme imkânı bulamayıp) pişmanlık açıkladılar./ Ama Biz (onlara hiç acımayarak) o kâfir ol muş (kibirli) kimselerin boyunlarına o (ateşten) buka ğıları geçirdik! Zaten (kıyâmet günü) onlar (dünya dayken) yapmakta bulunmuş oldukları (kâfirlik ve günahlar gibi kötü) şey(lerin kazandıracağı azap ve işkence)den başkasıyla ce za landırılmayacaklardır.

34  Biz herhangi bir memleket içerisinde bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın bol lukla şı martılan kişileri: “Gerçekten de biz, sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz şe yi inkâr edicileriz!” dedi(ler).

35  (O kodaman kâfirler fakir müminlere) dedi ler ki: “Mallar ve çocuklar bakımından biz (sizden) daha fazlayız! (Böylece) biz asla azap edilecek kim seler olmayız!”

36  (Rasûlüm!) De ki: “Şüphesiz benim Rabbim (üstün hikmetine göre) dilediği kimselere rızkı ge nişletir ve daraltır. Lâkin insanların pek çoğu (bu gerçeği) bilmez ler (de, bu yüzden Allâh indindeki üstünlük ve düşük lük ölçüsünün zenginlik ve fakirlik olduğunu sanırlar).”

37  İman (şartlarına şüphesiz bir şekilde itikat) etmiş olan ve (malını hayır yolunda harcayıp, evlâ dını İslâm üzere yetiştirerek) sâlih bir amel işlemiş bulunan kimseler dışında; ne mallarınız, ne de ço cuklarınız asla sizi Bizim katımızda tam bir yaklaş tırmayla (rızamıza) yakınlaştıracak şeyler değildir. /Ne mallarınız ne de evlâdınız sizi asla Bizim katımızda bir yaklaştırmayla yakınlaştıracak şey ler olamaz. Lâkin iman etmiş ve sâlih bir amel iş lemiş olan müstesnâ (, çünkü bu inanç ve ameli ona fayda verecektir)!/ İşte onlar ki, yapmış ol dukları (güzel) şeyler sebebiyle katlanmış mükâfat sadece onlara âittir. Üstelik onlar o (cennetteki yüksek ve değerli) konaklar içerisinde (her türlü korkulardan) güvenli kimselerdir!

38  Ama o kimseler ki Bizim âyetlerimiz(e “Şiir”, “Büyü” ve “Evvelkilerin masalları” gibi uygunsuz va sıflar yakıştırmakta ve müminlerin olanca açıklama gayretlerine karşılık, onları iptal) hakkında (kendi leriyle) yarışırcasına koşturmaktadırlar (bir de Bizden kurtulacaklarını sanmaktadırlar); işte onlar o (dayanılmaz) azap içerisinde (sürekli kal mak üzere) hazır kılınmış kimselerdir.

39  (Habîbim!) De ki: “Gerçekten de benim Rab bim (is te diği zaman) kullarından dile diğine rızkı genişletir ve (dilediğinde) yine ona daraltır. Ama (hayır yoluna) herhangi bir şey harcarsanız, O onun yerine (kat kat fazlasıyla) bedelini verir. Zaten (tüm rızıkları yaratan sadece Allâh olduğundan,) rızık veren (ve geçim temin eden)lerin en hayırlısı ancak O’dur!”
Nitekim emrindekileri yediren bir padişah yahut işçilerini geçindiren bir zengin veya çoluk çocuğuna rızık getiren bir ev reisi, ancak Allâh-u Te`âlâ’nın rızkıyla onları geçindirmektedir, bu nedenle de sebebiyetten öte geçememektedir. Allâh-u Te`âlâ bazılarına göndereceği rızıkları diğer bir kısmın elleriyle ulaştırmaktadır. Dolayısıyla rızıkları da, rızıklandırılanların o rızıklarla faydalanmaları için gerekli sebepleri de yaratan gerçek râzık ancak Allâh-u Te’âlâ’dır.

Sebe` Sûresi  431 
Cüz  22
cihanyamaneren