v02.01.25 Geliştirme Notları
Sebe` Sûresi
433
Cuz 22
49﴿ (Habîbim!) De ki: “O hak (olan İslâm, tevhîd ve Kur’ân-ı Kerîm sana Rabbinden muhakkak) gelmiştir.Ayrıca o bâtıl (ve asılsız olan şirk fesat nâmına) yeni bir şey yapamaz, (câhiliyet döneminde yaptığı yıkımı) geri de getiremez. (Çünkü İslâm’ın gelişiyle onun eseri bile kalmamıştır.)
50﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Eğer ben (haktan) saparsam, artık ancak kendi aleyhime sapıtmış olurum. Ama hidâyet bulmuşsam işte (o da) Rabbimin bana vahyetmiş olduğu şey sebebiyledir. Zîrâ gerçekten O (benim Rabbim), (sapıtan ve hidâyet bulan herkesin ne dediğini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (bana da size de şah damarımızdan daha yakın olduğundan, gizli-açık her yaptığımızın karşılığını verecek bir) Karîb’dir.”
51﴿ (Habîbim!) Bir zamânı görseydin ki; o (kâfir ola)nlar dehşete kapıldılar ve çok yakın bir yerden yakalan(arak, Bedir sahrasından Kalîb çukuruna atıl)dılar (işte o fecî manazaraları görseydin elbette çok dehşet verici şeyler müşâhede etmiş olurdun)! Artık (o zaman o kâfirler için Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından) hiçbir kaçış (imkânı) yoktur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; burada zikredilen “Yakın mekân”dan maksad; Mekke müşriklerine nispetle Bedir sahrasının üstünde gebertildikten sonra içine atıldıkları “Kalîb çukuru”dur. Umûmî müşrikler hakkında ise ölüm ânında büyük dehşete kapıldıktan sonra içine girecekleri topraktır, mahşer vaktinde ise kabirden diriltilirken çıkacakları mezarlarıdır.
52﴿ Bir de o (kâfir ola)nlar (azâbı gördükleri zaman:) “Biz O (Allâh-u Te‘âlâ’nın Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahyettiği Kur’â)na îmân ettik” dediler. Ama (kendileri âhiretteyken, dünyâ gibi) çok uzak olan bir yerden (îmânı) kolayca alabilmek onlar için nerede (ve nasıl mümkün olacak)?!
53﴿ Hâlbuki muhakkak o (müşrik ola)nlar daha önce (dünyâda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmân etme imkânına sâhipken) onu inkâr etmiştiler ve böylece onlar (Allâh’a ortak koşuyorken, meleklerin dişi olduğuna inanıyorken, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e büyücülük isnâd ediyorken ve tehdit edildikleri azâbı kesinlikle reddediyorken bir ilme dayanmıyorlar, bilakis mâhiyeti kendilerine) gizli olan şey(ler) ile (meşgul olup onlar hakkında zan ve tahminde bulunarak âhirete) çok uzak bir mekân (olan dünyâ)dan (rastgele laf) atıyor (ve ileri-geri konuşuyor)lardı.
54﴿ Ayrıca o (kâfir ola)nlardan daha önce benzer (ümmetlerin kâfir)lerine yapıldığı gibi, onların şiddetle istediği o (dünyâya dönüp makbul îmâna sâhip olmak, Allâh’a itâat ve tevbeyle cehennemden kurtuluş gibi) şeyler ile kendilerinin arasına da (âhirette) engel konulmuştur. Şüphesiz ki onlar(ın hepsi de çok huzursuz edici ve) daha ziyâde şüpheye düşürücü çok büyük bir şüphe içinde bulunmuştular.



OTUZBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Fâtır
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 45 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Bütün hamdler, gökleri ve yeri (öncesinde bulunan bir) örne(ği görme)ksiz(in) yaratan; melekleri de ikişer, üçer ve dörder kanatlara sâhip (ve peygamberleriyle arasında) elçiler yapan Allâh’a mahsustur. O (Allâh-u Te‘âlâ), yaratışta dilediği şeyleri artırır. Şüphesiz ki Allâh her bir şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. Âyet-i celîlede geçen “Yaratmakta dilediği şeyleri ziyâde eder” cümle-i celîlesi hakkında müfessirler: “Allâh-u Te‘âlâ, Cibrîl (Aleyhisselâm)a altı yüz kanat vermiştir ki; melekler, mertebe ve görevlerine göre, kendilerine verilen bu kanatlar vâsıtasıyla Allâh-u Te‘âlâ’nın emirleri doğrultusunda çabucak hareket ederler ve gökten yere bir anda inip çıkabilirler. Yine böylece dilediği kullarına güzel yüz, güzel ses, uzun boy, düzgün uzuvlar, güç, kuvvet, anlayış üstünlüğü, güzel saç, güzel yazı, güzel göz, isâbetli görüş, müminlerin kalplerinde sevimli olmak ve cömertlik gibi artı meziyetler verir” şeklinde mânâlar vermişlerdir. (et-Teysîr; el-Beyzâvî; el-Medârik)
2﴿ Allâh insanlara (sıhhat, zenginlik, ilim ve nübüvvet gibi) herhangi bir rahmet (kapılarını) açarsa, artık onu tutucu (ve sâhibine ulaşmasını engelleyici) hiçbir kimse yoktur. Ama neyi de tutarsa, artık O(nun engelleyip tutması)ndan sonra onu salıverici hiçbir kimse de yoktur. Zâten ancak O (hiçbir engel tanımaksızın dilediği şeyi yerine getirme gücüne sâhip bir) Azîz’dir, (yine ancak O, gönderdiği ve engellediği her şeyi ilim ve hikmet üzere yapan yegâne) Hakîm’dir.
3﴿ Ey insanlar! Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan (bunca) nîmetlerini hatırlayın. Allâh’tan başka bir yaratıcı var mıdır ki, (yağmur yağdırarak ve ürünler bitirerek) sizi gökten ve yerden rızıklandırabilsin?! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! (Sizi yaratanın ve rızıklandıranın sâdece Allâh olduğunu bildiğiniz hâlde) hâlâ nasıl (tevhîd ve dirilme inancından uzaklaştırılıp, şirk ve inkâra) döndürülebiliyorsunuz?!
سُورَةُ سَبَأٍ
الجزء ٢٢
٤٣٣
قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُع۪يدُ ﴿٤٩
قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْس۪يۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوح۪ٓي اِلَيَّ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ قَر۪يبٌ ﴿٥٠
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ ﴿٥١
وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍۚ ﴿٥٢
وَقَدْ كَفَرُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ ﴿٥٣
وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ ﴿٥٤
سُورَةُفَاطِرٍ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلًا اُو۬ل۪ٓي اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۜ يَز۪يدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١
مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَاۚ وَمَا يُمْسِكْۙ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٢
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٣
Sebe` Sûresi
433
Cuz 22
قُلْ جَٓاءَ الْحَقُّ وَمَا يُبْدِئُ الْبَاطِلُ وَمَا يُع۪يدُ ﴿٤٩
49﴿ (Habîbim!) De ki: “O hak (olan İslâm, tevhîd ve Kur’ân-ı Kerîm sana Rabbinden muhakkak) gelmiştir.Ayrıca o bâtıl (ve asılsız olan şirk fesat nâmına) yeni bir şey yapamaz, (câhiliyet döneminde yaptığı yıkımı) geri de getiremez. (Çünkü İslâm’ın gelişiyle onun eseri bile kalmamıştır.)
قُلْ اِنْ ضَلَلْتُ فَاِنَّمَٓا اَضِلُّ عَلٰى نَفْس۪يۚ وَاِنِ اهْتَدَيْتُ فَبِمَا يُوح۪ٓي اِلَيَّ رَبّ۪يۜ اِنَّهُ سَم۪يعٌ قَر۪يبٌ ﴿٥٠
50﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Eğer ben (haktan) saparsam, artık ancak kendi aleyhime sapıtmış olurum. Ama hidâyet bulmuşsam işte (o da) Rabbimin bana vahyetmiş olduğu şey sebebiyledir. Zîrâ gerçekten O (benim Rabbim), (sapıtan ve hidâyet bulan herkesin ne dediğini hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (bana da size de şah damarımızdan daha yakın olduğundan, gizli-açık her yaptığımızın karşılığını verecek bir) Karîb’dir.”
وَلَوْ تَرٰٓى اِذْ فَزِعُوا فَلَا فَوْتَ وَاُخِذُوا مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ ﴿٥١
51﴿ (Habîbim!) Bir zamânı görseydin ki; o (kâfir ola)nlar dehşete kapıldılar ve çok yakın bir yerden yakalan(arak, Bedir sahrasından Kalîb çukuruna atıl)dılar (işte o fecî manazaraları görseydin elbette çok dehşet verici şeyler müşâhede etmiş olurdun)! Artık (o zaman o kâfirler için Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından) hiçbir kaçış (imkânı) yoktur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; burada zikredilen “Yakın mekân”dan maksad; Mekke müşriklerine nispetle Bedir sahrasının üstünde gebertildikten sonra içine atıldıkları “Kalîb çukuru”dur. Umûmî müşrikler hakkında ise ölüm ânında büyük dehşete kapıldıktan sonra içine girecekleri topraktır, mahşer vaktinde ise kabirden diriltilirken çıkacakları mezarlarıdır.
وَقَالُٓوا اٰمَنَّا بِه۪ۚ وَاَنّٰى لَهُمُ التَّنَاوُشُ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍۚ ﴿٥٢
52﴿ Bir de o (kâfir ola)nlar (azâbı gördükleri zaman:) “Biz O (Allâh-u Te‘âlâ’nın Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e vahyettiği Kur’â)na îmân ettik” dediler. Ama (kendileri âhiretteyken, dünyâ gibi) çok uzak olan bir yerden (îmânı) kolayca alabilmek onlar için nerede (ve nasıl mümkün olacak)?!
وَقَدْ كَفَرُوا بِه۪ مِنْ قَبْلُۚ وَيَقْذِفُونَ بِالْغَيْبِ مِنْ مَكَانٍ بَع۪يدٍ ﴿٥٣
53﴿ Hâlbuki muhakkak o (müşrik ola)nlar daha önce (dünyâda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e îmân etme imkânına sâhipken) onu inkâr etmiştiler ve böylece onlar (Allâh’a ortak koşuyorken, meleklerin dişi olduğuna inanıyorken, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e büyücülük isnâd ediyorken ve tehdit edildikleri azâbı kesinlikle reddediyorken bir ilme dayanmıyorlar, bilakis mâhiyeti kendilerine) gizli olan şey(ler) ile (meşgul olup onlar hakkında zan ve tahminde bulunarak âhirete) çok uzak bir mekân (olan dünyâ)dan (rastgele laf) atıyor (ve ileri-geri konuşuyor)lardı.
وَح۪يلَ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ مَا يَشْتَهُونَ كَمَا فُعِلَ بِاَشْيَاعِهِمْ مِنْ قَبْلُۜ اِنَّهُمْ كَانُوا ف۪ي شَكٍّ مُر۪يبٍ ﴿٥٤
54﴿ Ayrıca o (kâfir ola)nlardan daha önce benzer (ümmetlerin kâfir)lerine yapıldığı gibi, onların şiddetle istediği o (dünyâya dönüp makbul îmâna sâhip olmak, Allâh’a itâat ve tevbeyle cehennemden kurtuluş gibi) şeyler ile kendilerinin arasına da (âhirette) engel konulmuştur. Şüphesiz ki onlar(ın hepsi de çok huzursuz edici ve) daha ziyâde şüpheye düşürücü çok büyük bir şüphe içinde bulunmuştular.




OTUZBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Fâtır
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 45 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ فَاطِرِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ جَاعِلِ الْمَلٰٓئِكَةِ رُسُلًا اُو۬ل۪ٓي اَجْنِحَةٍ مَثْنٰى وَثُلٰثَ وَرُبَاعَۜ يَز۪يدُ فِي الْخَلْقِ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿١
1﴿ Bütün hamdler, gökleri ve yeri (öncesinde bulunan bir) örne(ği görme)ksiz(in) yaratan; melekleri de ikişer, üçer ve dörder kanatlara sâhip (ve peygamberleriyle arasında) elçiler yapan Allâh’a mahsustur. O (Allâh-u Te‘âlâ), yaratışta dilediği şeyleri artırır. Şüphesiz ki Allâh her bir şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. Âyet-i celîlede geçen “Yaratmakta dilediği şeyleri ziyâde eder” cümle-i celîlesi hakkında müfessirler: “Allâh-u Te‘âlâ, Cibrîl (Aleyhisselâm)a altı yüz kanat vermiştir ki; melekler, mertebe ve görevlerine göre, kendilerine verilen bu kanatlar vâsıtasıyla Allâh-u Te‘âlâ’nın emirleri doğrultusunda çabucak hareket ederler ve gökten yere bir anda inip çıkabilirler. Yine böylece dilediği kullarına güzel yüz, güzel ses, uzun boy, düzgün uzuvlar, güç, kuvvet, anlayış üstünlüğü, güzel saç, güzel yazı, güzel göz, isâbetli görüş, müminlerin kalplerinde sevimli olmak ve cömertlik gibi artı meziyetler verir” şeklinde mânâlar vermişlerdir. (et-Teysîr; el-Beyzâvî; el-Medârik)
مَا يَفْتَحِ اللّٰهُ لِلنَّاسِ مِنْ رَحْمَةٍ فَلَا مُمْسِكَ لَهَاۚ وَمَا يُمْسِكْۙ فَلَا مُرْسِلَ لَهُ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَهُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٢
2﴿ Allâh insanlara (sıhhat, zenginlik, ilim ve nübüvvet gibi) herhangi bir rahmet (kapılarını) açarsa, artık onu tutucu (ve sâhibine ulaşmasını engelleyici) hiçbir kimse yoktur. Ama neyi de tutarsa, artık O(nun engelleyip tutması)ndan sonra onu salıverici hiçbir kimse de yoktur. Zâten ancak O (hiçbir engel tanımaksızın dilediği şeyi yerine getirme gücüne sâhip bir) Azîz’dir, (yine ancak O, gönderdiği ve engellediği her şeyi ilim ve hikmet üzere yapan yegâne) Hakîm’dir.
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْۜ هَلْ مِنْ خَالِقٍ غَيْرُ اللّٰهِ يَرْزُقُكُمْ مِنَ السَّمَٓاءِ وَالْاَرْضِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٣
3﴿ Ey insanlar! Allâh’ın sizin üzerinizde bulunan (bunca) nîmetlerini hatırlayın. Allâh’tan başka bir yaratıcı var mıdır ki, (yağmur yağdırarak ve ürünler bitirerek) sizi gökten ve yerden rızıklandırabilsin?! O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur! (Sizi yaratanın ve rızıklandıranın sâdece Allâh olduğunu bildiğiniz hâlde) hâlâ nasıl (tevhîd ve dirilme inancından uzaklaştırılıp, şirk ve inkâra) döndürülebiliyorsunuz?!