v02.01.25 Geliştirme Notları
Fâtır Sûresi
436
Cuz 22
19﴿ Bir de (şunu iyi bilin ki; kalp gözü) kör (olduğu için ibâdetin kime yapılacağını bilmeyen müşrik ve câhil kimse) ile (İlâhının bir olduğu gerçeğini) iyice gören (mümin ve âlim kişi) bir olmaz!
20﴿ O (türlü türlü kâfirlik ve günahların sebebiyet verdiği) karanlıklar ile, o (îmân ve tevhîd) nûr(u) da (eşit) olmaz!
21﴿ O (koyu) gölge(liğe sâhip cennet) ile şiddetli harâret(iyle yakıp kavuran cehennem) de (denk) olmaz.
22﴿ Yine o (İslâm’a giren ve dînî ilimleri tahsil eden) dirilerle, o (kâfirlikte ve câhillikte ısrâr eden) ölüler de müsâvî olmaz. Şüphesiz Allâh dilediği kimselere (hakkı) işittirir (ve âyetlerini anlama kābiliyeti vererek onu hidâyete muvaffak kılar). Sen ise kabirlerde(ki ölüler mesâbesinde) bulunan (kâfir) kimselere (doğruları) aslâ işittirici olamazsın. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bu son cümle-i celîlenin mânâsı: “Allâh-u Te‘âlâ, irâde ve kudretini hidâyet bulma yönünde sarf edeceğini bildiği kişilere senin vaazlarından öğütlenme şuûru ihsân eder, bunun aksini bildiği kullara ise bu bilinci vermez. Ama tabî ki sen bu bilgiye sâhip olmadığın için, ölüler gibi işitemeyen kalbi mühürlü kâfirlerin îmân etmeleri yönünde gayret sarf etmektesin” şeklindedir.
23﴿ Sen ancak büyük bir uyarıcısın! (Dolayısıyla elçiliğini tebliğden başka bir mesuliyetin yoktur. Hakkı kabûl ettirmek senin görevin değildir.)
24﴿ Muhakkak Biz seni (îmân edip itâat edenler için) büyük bir müjdeleyici ve (inkâr edip isyân edenler hakkında) önemli bir uyarıcı olarak hak (ve gerçek olan âyet ve deliller) ile birlikte (kullarımıza) rasûl (ve elçi olarak) gönderdik. Zâten hiçbir ümmet yoktur ki mutlaka onların içerisinde değerli bir uyarıcı (peygamber ya da âlim gelip) geçmiştir.
25﴿ (Habîbim!) Eğer o (müşrik ola)nlar seni de yalanlıyorlarsa, (bu seni mahzun etmesin, zîrâ) gerçekten onlardan önceki kimseler de (peygamberlerini) yalanlamıştı. (Hâlbuki) rasülleri onlara çok açık mûcizeler, (bâzı nebîlere verilen suhuf gibi, vaaz-u nasîhatlerle dolu) sahîfeler ve (şerîat hükümleri içeren Tevrât ve İncîl gibi) nurlandırıcı kitaplar getirmiş(ler)di.
26﴿ Sonra Ben o kâfir olmuş kimseleri (dayanılmaz azâbımla) yakalamıştım! Peki, (bunca güçlerine rağmen) Benim (onların gücünü yok sayıp azâba çarptırarak) inkâr etmem nasıl olmuştu?! (O hâlde seni inkâr edenler de bundan ibret alsınlar.)
27﴿ (Ey insan!) Görmedin mi ki; gerçekten Allâh gökten bir su indirmiştir ve akabinde Biz onun sebebiyle renkleri farklı /(nar, elma, incir ve üzüm gibi) türleri değişik/ birçok ürünler çıkarmışızdır?! Dağlardan da (topraklarının) renkleri /(sertlik ve yumuşaklık yönünden) türleri/ değişik olan öyle yollar vardır ki; (bir kısmının toprağının renkleri) beyazdırlar, (bir kısmı) kırmızıdırlar ve (bâzısı) siyahtırlar, çok siyahtırlar.
28﴿ (Ey insan!) İşte sana! İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket edebilen canlılardan ve davarlardan da böylece (meyvelerde ve dağlarda olduğu gibi) renkleri /türleri/ değişik olanlar vardır. Kulları içerisinden ancak âlimler Allâh’tan korkar. (Zîrâ kişi; kendisini, vasıflarını ve işlerini bilmediği kişiden korkmaz. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ’dan en çok sakınanlar, elbette ki O’nun Zâtı, sıfatları ve fiilleri hakkında en çok ilme sâhip olanlardır.) Şüphesiz ki Allâh (Kendisine karşı gelmekte ısrarcı olanları cezâlandırma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (isyandan tevbe edenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur.
29﴿ O kimseler ki Allâh’ın Kitâb’ı (olan Kur’ân-ı Azîmüşşâ)nı art arda oku(yup hükümlerini uygula)maktadırlar, (özellikle de) o (farz) namazları da hakkıyla kılmıştırlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (yerine göre) gizli ve âşikâr olarak infakta bulunmuşturlar; gerçekten onlar aslâ kesâda (ve zarara) uğramayacak (sonsuz ve) büyük bir ticâret (ve kazanca erişmey)i ummaktadırlar.
30﴿ Netîcede O (Allâh-u Te‘âlâ) onlara ecirlerini (ve sevaplarını) tastamam ödesin ve fazl(-u ihsân)ından kendilerine fazla(sını da) versin diye (o sâlih kullar sürekli Kur’ân okumuşlar, namazlarını hakkıyla kılmışlar ve Allâh yolunda infakta bulunmuşlardır)! Çünkü muhakkak O, (itâatkârların ara sıra yaptıkları yanlışları çokça bağışlayan bir) Gafûr’dur, (yaptıkları az bir iyiliğe bile kat kat mükâfât veren bir) Şekûr’dur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bu âyet-i kerîmede geçen “Fazlasını verir” ifâde-i celîlesinde geçen ilâve müjdeler; onlara cehennemi hak etmiş kimseler hakkında şefâat izni vermesi, kalplerini ve kabirlerini genişletmesi, sevaplarını katlaması ve kıymetli cemâlini müşâhede ettirmesidir. (el-Kirmânî; el-Medârik; el-Âlûsî)
سُورَةُ فَاطِرٍ
الجزء ٢٢
٤٣٦
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ ﴿١٩
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُۙ ﴿٢٠
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُۚ ﴿٢١
وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ ﴿٢٢
اِنْ اَنْتَ اِلَّا نَذ۪يرٌ ﴿٢٣
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۜ وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا ف۪يهَا نَذ۪يرٌ ﴿٢٤
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ ﴿٢٥
ثُمَّ اَخَذْتُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟ ﴿٢٦
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهَاۜ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ ب۪يضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَاب۪يبُ سُودٌ ﴿٢٧
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ ﴿٢٨
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَۙ ﴿٢٩
لِيُوَفِّيَهُمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٣٠
Fâtır Sûresi
436
Cuz 22
وَمَا يَسْتَوِي الْاَعْمٰى وَالْبَص۪يرُۙ ﴿١٩
19﴿ Bir de (şunu iyi bilin ki; kalp gözü) kör (olduğu için ibâdetin kime yapılacağını bilmeyen müşrik ve câhil kimse) ile (İlâhının bir olduğu gerçeğini) iyice gören (mümin ve âlim kişi) bir olmaz!
وَلَا الظُّلُمَاتُ وَلَا النُّورُۙ ﴿٢٠
20﴿ O (türlü türlü kâfirlik ve günahların sebebiyet verdiği) karanlıklar ile, o (îmân ve tevhîd) nûr(u) da (eşit) olmaz!
وَلَا الظِّلُّ وَلَا الْحَرُورُۚ ﴿٢١
21﴿ O (koyu) gölge(liğe sâhip cennet) ile şiddetli harâret(iyle yakıp kavuran cehennem) de (denk) olmaz.
وَمَا يَسْتَوِي الْاَحْيَٓاءُ وَلَا الْاَمْوَاتُۜ اِنَّ اللّٰهَ يُسْمِعُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَمَٓا اَنْتَ بِمُسْمِعٍ مَنْ فِي الْقُبُورِ ﴿٢٢
22﴿ Yine o (İslâm’a giren ve dînî ilimleri tahsil eden) dirilerle, o (kâfirlikte ve câhillikte ısrâr eden) ölüler de müsâvî olmaz. Şüphesiz Allâh dilediği kimselere (hakkı) işittirir (ve âyetlerini anlama kābiliyeti vererek onu hidâyete muvaffak kılar). Sen ise kabirlerde(ki ölüler mesâbesinde) bulunan (kâfir) kimselere (doğruları) aslâ işittirici olamazsın. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bu son cümle-i celîlenin mânâsı: “Allâh-u Te‘âlâ, irâde ve kudretini hidâyet bulma yönünde sarf edeceğini bildiği kişilere senin vaazlarından öğütlenme şuûru ihsân eder, bunun aksini bildiği kullara ise bu bilinci vermez. Ama tabî ki sen bu bilgiye sâhip olmadığın için, ölüler gibi işitemeyen kalbi mühürlü kâfirlerin îmân etmeleri yönünde gayret sarf etmektesin” şeklindedir.
اِنْ اَنْتَ اِلَّا نَذ۪يرٌ ﴿٢٣
23﴿ Sen ancak büyük bir uyarıcısın! (Dolayısıyla elçiliğini tebliğden başka bir mesuliyetin yoktur. Hakkı kabûl ettirmek senin görevin değildir.)
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ بِالْحَقِّ بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۜ وَاِنْ مِنْ اُمَّةٍ اِلَّا خَلَا ف۪يهَا نَذ۪يرٌ ﴿٢٤
24﴿ Muhakkak Biz seni (îmân edip itâat edenler için) büyük bir müjdeleyici ve (inkâr edip isyân edenler hakkında) önemli bir uyarıcı olarak hak (ve gerçek olan âyet ve deliller) ile birlikte (kullarımıza) rasûl (ve elçi olarak) gönderdik. Zâten hiçbir ümmet yoktur ki mutlaka onların içerisinde değerli bir uyarıcı (peygamber ya da âlim gelip) geçmiştir.
وَاِنْ يُكَذِّبُوكَ فَقَدْ كَذَّبَ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۚ جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ وَبِالزُّبُرِ وَبِالْكِتَابِ الْمُن۪يرِ ﴿٢٥
25﴿ (Habîbim!) Eğer o (müşrik ola)nlar seni de yalanlıyorlarsa, (bu seni mahzun etmesin, zîrâ) gerçekten onlardan önceki kimseler de (peygamberlerini) yalanlamıştı. (Hâlbuki) rasülleri onlara çok açık mûcizeler, (bâzı nebîlere verilen suhuf gibi, vaaz-u nasîhatlerle dolu) sahîfeler ve (şerîat hükümleri içeren Tevrât ve İncîl gibi) nurlandırıcı kitaplar getirmiş(ler)di.
ثُمَّ اَخَذْتُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَكَيْفَ كَانَ نَك۪يرِ۟ ﴿٢٦
26﴿ Sonra Ben o kâfir olmuş kimseleri (dayanılmaz azâbımla) yakalamıştım! Peki, (bunca güçlerine rağmen) Benim (onların gücünü yok sayıp azâba çarptırarak) inkâr etmem nasıl olmuştu?! (O hâlde seni inkâr edenler de bundan ibret alsınlar.)
اَلَمْ تَرَ اَنَّ اللّٰهَ اَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۚ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ ثَمَرَاتٍ مُخْتَلِفًا اَلْوَانُهَاۜ وَمِنَ الْجِبَالِ جُدَدٌ ب۪يضٌ وَحُمْرٌ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهَا وَغَرَاب۪يبُ سُودٌ ﴿٢٧
27﴿ (Ey insan!) Görmedin mi ki; gerçekten Allâh gökten bir su indirmiştir ve akabinde Biz onun sebebiyle renkleri farklı /(nar, elma, incir ve üzüm gibi) türleri değişik/ birçok ürünler çıkarmışızdır?! Dağlardan da (topraklarının) renkleri /(sertlik ve yumuşaklık yönünden) türleri/ değişik olan öyle yollar vardır ki; (bir kısmının toprağının renkleri) beyazdırlar, (bir kısmı) kırmızıdırlar ve (bâzısı) siyahtırlar, çok siyahtırlar.
وَمِنَ النَّاسِ وَالدَّوَٓابِّ وَالْاَنْعَامِ مُخْتَلِفٌ اَلْوَانُهُ كَذٰلِكَۜ اِنَّمَا يَخْشَى اللّٰهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمٰٓؤُ۬اۜ اِنَّ اللّٰهَ عَز۪يزٌ غَفُورٌ ﴿٢٨
28﴿ (Ey insan!) İşte sana! İnsanlardan, (yeryüzünde) hareket edebilen canlılardan ve davarlardan da böylece (meyvelerde ve dağlarda olduğu gibi) renkleri /türleri/ değişik olanlar vardır. Kulları içerisinden ancak âlimler Allâh’tan korkar. (Zîrâ kişi; kendisini, vasıflarını ve işlerini bilmediği kişiden korkmaz. Dolayısıyla Allâh-u Te‘âlâ’dan en çok sakınanlar, elbette ki O’nun Zâtı, sıfatları ve fiilleri hakkında en çok ilme sâhip olanlardır.) Şüphesiz ki Allâh (Kendisine karşı gelmekte ısrarcı olanları cezâlandırma gücüne sâhip olan bir) Azîz’dir, (isyandan tevbe edenlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَتْلُونَ كِتَابَ اللّٰهِ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَ وَاَنْفَقُوا مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرًّا وَعَلَانِيَةً يَرْجُونَ تِجَارَةً لَنْ تَبُورَۙ ﴿٢٩
29﴿ O kimseler ki Allâh’ın Kitâb’ı (olan Kur’ân-ı Azîmüşşâ)nı art arda oku(yup hükümlerini uygula)maktadırlar, (özellikle de) o (farz) namazları da hakkıyla kılmıştırlar ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden (yerine göre) gizli ve âşikâr olarak infakta bulunmuşturlar; gerçekten onlar aslâ kesâda (ve zarara) uğramayacak (sonsuz ve) büyük bir ticâret (ve kazanca erişmey)i ummaktadırlar.
لِيُوَفِّيَهُمْ اُجُورَهُمْ وَيَز۪يدَهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ اِنَّهُ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٣٠
30﴿ Netîcede O (Allâh-u Te‘âlâ) onlara ecirlerini (ve sevaplarını) tastamam ödesin ve fazl(-u ihsân)ından kendilerine fazla(sını da) versin diye (o sâlih kullar sürekli Kur’ân okumuşlar, namazlarını hakkıyla kılmışlar ve Allâh yolunda infakta bulunmuşlardır)! Çünkü muhakkak O, (itâatkârların ara sıra yaptıkları yanlışları çokça bağışlayan bir) Gafûr’dur, (yaptıkları az bir iyiliğe bile kat kat mükâfât veren bir) Şekûr’dur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; bu âyet-i kerîmede geçen “Fazlasını verir” ifâde-i celîlesinde geçen ilâve müjdeler; onlara cehennemi hak etmiş kimseler hakkında şefâat izni vermesi, kalplerini ve kabirlerini genişletmesi, sevaplarını katlaması ve kıymetli cemâlini müşâhede ettirmesidir. (el-Kirmânî; el-Medârik; el-Âlûsî)