v02.01.25 Geliştirme Notları
Fâtır Sûresi
437
Cuz 22
31﴿ (Habîbim!) Bir de (şunu beyân et ki); öncesinde bulunan (Tevrât ve İncîl gibi kitap)ları doğrulayıcı olarak sana vahyetmiş olduğumuz o (Kur’ân-ı Kerîm’den ibâret yüce) Kitâb(ta bulunanlar) hakkın (ve gerçeğin) ta kendisidir. Şüphesiz ki Allâh elbette kullarını(n yaptıklarının iç yüzlerinden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir, (her şeyi hakkıyla gören bir) Basîr’dir.
32﴿ (Habîbim! Senden) sonra kullarımız arasından seçmiş olduğumuz (sahâbe-i kirâmı ve kıyâmete kadar gelecek Ümmet-i Muhammed’i, özellikle de) o (âlim) kişileri o (sana indirdiğimiz) Kitâb’a vâris kıldık. Artık onların içerisinden (Kur’ân-ı Kerîm’le amel etme husûsunda gevşeklik yaparak) kendi nefsine zulmeden kimse(ler) vardır, onlardan kimi de (iyi ve kötü amelleri birbirine karıştırsa da ekseriyetle iyi amele muvaffak olup) orta (bir) yol tutucudur, onlardan bir kısmı da Allâh’ın izni (ve kolaylaştırması) ile (kendisine nasip) olan hayırlar(ı) sebebiyle (sevap ve cennete doğru giden yolda) öne geçicidir. (Habîbim!) İşte sana! Ancak bu (Kur’ân-ı Kerîm’e vâris kılınmak), çok büyük bir lütfu(kereme nâiliyeti)n ta kendisidir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Kur’ân ehli olan bir kişi; hayırlarda öne geçmişse, cennete de hesapsız olarak en önce girecektir. Sevâbı günahı denk gelecek şekilde orta giden kişi; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve Kur’ân’ın şefâatiyle cennete girecek ve kolay bir muhâsebeye tâbi tutulacaktır. Günahları ağır basan kimseler ise; kurtuluştan ümit kesecek derecede ağır muhâsebelerin ardından, kendilerine erişen İlâhî rahmet sâyesinde cennete dâhil olacaklardır.” (el-Medârik; el-Beyzâvî)
33﴿ O(nların hepsi de ebedî ikāmetgâh olan) Adn cennetleri(ne kavuşacaklardır) ki; (mertebelerine göre hepsi de) onlara gireceklerdir. Onlar orada (dirseklerine kadar uzanan) altın bileziklerle ve (bir tânesi bile doğuyla batı arasını parlatacak ziyâya sâhip) incilerle (bezenmiş taçlarla) süslendirileceklerdir. Oradaki elbiseleri ise hâlis bir ipektir.
34﴿ Ve (cennete girenler) dediler ki: “Bütün hamdler, tüm üzüntüleri bizden gidermiş olan O Allâh’a mahsustur. Gerçekten Rabbimiz elbette (tüm günahları bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (ibâdetlerin azını dahî kabûl eden bir) Şekûr’dur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Cennet ehlinin bahsettiği üzüntülerden maksad; ölümün zorluğu, cehenneme girme tehlikesi, ibâdetlerin reddolunma korkusu, ne ile karşılaşılacağı endişesi, ekmek parası ve geçim derdi, nîmetlerin elden çıkma kederi, kalplerin haktan döndürülme sıkıntısı, şeytanın aldatma korkusu ve cennetten ayrılma tehlikesi gibi insanı dertlendiren şeylerdir.” (el-Kirmânî; el-Âlûsî)
35﴿ (Bütün hamdler) O Zâta (mahsustur) ki; (biz lâyık olduğumuz için değil, sâdece) Kendi (lütfundan ve) fazlından dolayı bizi o (ebediyyen kalacağımız) ikāmet yurduna yerleştirmiştir. (Artık) orada bize en ufak bir yorgunluk da dokunmayacaktır, orada bize en ufak bir bitkinlik (ve bezginlik) de değmeyecektir.”
36﴿ Ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar; cehennem ateşi özellikle onlara âittir. Onların aleyhine (ikinci bir ölümle) hüküm verilmez ki ölsünler (de cehennem azâbından tümüyle kurtulabilsinler). Onun azâbından en ufak bir şey de onlardan hafifletilmez (ki biraz olsun dinlenebilsinler). (Habîbim!) İşte sana! Ziyâde kâfir olan her bir kimseyi (daha aşağısıyla değil) ancak böyle (fecî bir azap ile) cezâlandıracağız.
37﴿ Ayrıca onlar orada (yanarlarken): “Ey Rabbimiz! (Düştüğümüz bu azaptan) bizi çıkar(ıp dünyâya geri döndür) ki (evvelce) sürekli yapmakta bulunmuş olduğumuz o (kötü) şey(ler)den başka olan sâlih ameller işleyelim” feryâdıyla yardım isteyeceklerdir. (Dünyânın ömrü kadar uzun bir süre bağrışmalarının ardından Allâh-u Te‘âlâ onları:) “Biz sizi o kadar (uzun süre) yaşatmadık mı ki, iyice öğütlenmiş ol(mayı arzulay)an bir kimse, o (zaman zarfı)nda tam bir öğüt al(ıp sâlih ameller yap)abilirdi. Üstelik size (peygamber, Kur’ân, yaşlılık ve yakınların ölümü gibi) o uyarıcılar da gelmişti. Öyleyse (bu azâbı) tad(maya bak)ın! Artık (sizin gibi kâfir olan) o zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur” (diye azarlayacaktır)!
38﴿ Muhakkak ki Allâh göklerin ve yerin (kimse tarafından bilinmeyen tüm) gayb(lar)ını bilicidir. Zîrâ şüphesiz ki O, göğüslerin (ihtivâ ettiği kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyetleri, inançları ve) sâhip olduğu şey(ler)i(n tamâmını hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
سُورَةُ فَاطِرٍ
الجزء ٢٢
٤٣٧
وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ ﴿٣١
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ ﴿٣٢
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ ﴿٣٣
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌۙ ﴿٣٤
اَلَّذ۪ٓي اَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِه۪ۚ لَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا لُغُوبٌ ﴿٣٥
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَۚ لَا يُقْضٰى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي كُلَّ كَفُورٍۚ ﴿٣٦
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ۟ ﴿٣٧
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٣٨
Fâtır Sûresi
437
Cuz 22
وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ هُوَ الْحَقُّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بِعِبَادِه۪ لَخَب۪يرٌ بَص۪يرٌ ﴿٣١
31﴿ (Habîbim!) Bir de (şunu beyân et ki); öncesinde bulunan (Tevrât ve İncîl gibi kitap)ları doğrulayıcı olarak sana vahyetmiş olduğumuz o (Kur’ân-ı Kerîm’den ibâret yüce) Kitâb(ta bulunanlar) hakkın (ve gerçeğin) ta kendisidir. Şüphesiz ki Allâh elbette kullarını(n yaptıklarının iç yüzlerinden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir, (her şeyi hakkıyla gören bir) Basîr’dir.
ثُمَّ اَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذ۪ينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَاۚ فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِنَفْسِه۪ۚ وَمِنْهُمْ مُقْتَصِدٌۚ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِاِذْنِ اللّٰهِۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُۜ ﴿٣٢
32﴿ (Habîbim! Senden) sonra kullarımız arasından seçmiş olduğumuz (sahâbe-i kirâmı ve kıyâmete kadar gelecek Ümmet-i Muhammed’i, özellikle de) o (âlim) kişileri o (sana indirdiğimiz) Kitâb’a vâris kıldık. Artık onların içerisinden (Kur’ân-ı Kerîm’le amel etme husûsunda gevşeklik yaparak) kendi nefsine zulmeden kimse(ler) vardır, onlardan kimi de (iyi ve kötü amelleri birbirine karıştırsa da ekseriyetle iyi amele muvaffak olup) orta (bir) yol tutucudur, onlardan bir kısmı da Allâh’ın izni (ve kolaylaştırması) ile (kendisine nasip) olan hayırlar(ı) sebebiyle (sevap ve cennete doğru giden yolda) öne geçicidir. (Habîbim!) İşte sana! Ancak bu (Kur’ân-ı Kerîm’e vâris kılınmak), çok büyük bir lütfu(kereme nâiliyeti)n ta kendisidir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Kur’ân ehli olan bir kişi; hayırlarda öne geçmişse, cennete de hesapsız olarak en önce girecektir. Sevâbı günahı denk gelecek şekilde orta giden kişi; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve Kur’ân’ın şefâatiyle cennete girecek ve kolay bir muhâsebeye tâbi tutulacaktır. Günahları ağır basan kimseler ise; kurtuluştan ümit kesecek derecede ağır muhâsebelerin ardından, kendilerine erişen İlâhî rahmet sâyesinde cennete dâhil olacaklardır.” (el-Medârik; el-Beyzâvî)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ ف۪يهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ ف۪يهَا حَر۪يرٌ ﴿٣٣
33﴿ O(nların hepsi de ebedî ikāmetgâh olan) Adn cennetleri(ne kavuşacaklardır) ki; (mertebelerine göre hepsi de) onlara gireceklerdir. Onlar orada (dirseklerine kadar uzanan) altın bileziklerle ve (bir tânesi bile doğuyla batı arasını parlatacak ziyâya sâhip) incilerle (bezenmiş taçlarla) süslendirileceklerdir. Oradaki elbiseleri ise hâlis bir ipektir.
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ٓي اَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَۜ اِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُورٌۙ ﴿٣٤
34﴿ Ve (cennete girenler) dediler ki: “Bütün hamdler, tüm üzüntüleri bizden gidermiş olan O Allâh’a mahsustur. Gerçekten Rabbimiz elbette (tüm günahları bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (ibâdetlerin azını dahî kabûl eden bir) Şekûr’dur. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Cennet ehlinin bahsettiği üzüntülerden maksad; ölümün zorluğu, cehenneme girme tehlikesi, ibâdetlerin reddolunma korkusu, ne ile karşılaşılacağı endişesi, ekmek parası ve geçim derdi, nîmetlerin elden çıkma kederi, kalplerin haktan döndürülme sıkıntısı, şeytanın aldatma korkusu ve cennetten ayrılma tehlikesi gibi insanı dertlendiren şeylerdir.” (el-Kirmânî; el-Âlûsî)
اَلَّذ۪ٓي اَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِه۪ۚ لَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا ف۪يهَا لُغُوبٌ ﴿٣٥
35﴿ (Bütün hamdler) O Zâta (mahsustur) ki; (biz lâyık olduğumuz için değil, sâdece) Kendi (lütfundan ve) fazlından dolayı bizi o (ebediyyen kalacağımız) ikāmet yurduna yerleştirmiştir. (Artık) orada bize en ufak bir yorgunluk da dokunmayacaktır, orada bize en ufak bir bitkinlik (ve bezginlik) de değmeyecektir.”
وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا لَهُمْ نَارُ جَهَنَّمَۚ لَا يُقْضٰى عَلَيْهِمْ فَيَمُوتُوا وَلَا يُخَفَّفُ عَنْهُمْ مِنْ عَذَابِهَاۜ كَذٰلِكَ نَجْز۪ي كُلَّ كَفُورٍۚ ﴿٣٦
36﴿ Ama o kimseler ki kâfir olmuşturlar; cehennem ateşi özellikle onlara âittir. Onların aleyhine (ikinci bir ölümle) hüküm verilmez ki ölsünler (de cehennem azâbından tümüyle kurtulabilsinler). Onun azâbından en ufak bir şey de onlardan hafifletilmez (ki biraz olsun dinlenebilsinler). (Habîbim!) İşte sana! Ziyâde kâfir olan her bir kimseyi (daha aşağısıyla değil) ancak böyle (fecî bir azap ile) cezâlandıracağız.
وَهُمْ يَصْطَرِخُونَ ف۪يهَاۚ رَبَّنَٓا اَخْرِجْنَا نَعْمَلْ صَالِحًا غَيْرَ الَّذ۪ي كُنَّا نَعْمَلُۜ اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ فَذُوقُوا فَمَا لِلظَّالِم۪ينَ مِنْ نَص۪يرٍ۟ ﴿٣٧
37﴿ Ayrıca onlar orada (yanarlarken): “Ey Rabbimiz! (Düştüğümüz bu azaptan) bizi çıkar(ıp dünyâya geri döndür) ki (evvelce) sürekli yapmakta bulunmuş olduğumuz o (kötü) şey(ler)den başka olan sâlih ameller işleyelim” feryâdıyla yardım isteyeceklerdir. (Dünyânın ömrü kadar uzun bir süre bağrışmalarının ardından Allâh-u Te‘âlâ onları:) “Biz sizi o kadar (uzun süre) yaşatmadık mı ki, iyice öğütlenmiş ol(mayı arzulay)an bir kimse, o (zaman zarfı)nda tam bir öğüt al(ıp sâlih ameller yap)abilirdi. Üstelik size (peygamber, Kur’ân, yaşlılık ve yakınların ölümü gibi) o uyarıcılar da gelmişti. Öyleyse (bu azâbı) tad(maya bak)ın! Artık (sizin gibi kâfir olan) o zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur” (diye azarlayacaktır)!
اِنَّ اللّٰهَ عَالِمُ غَيْبِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٣٨
38﴿ Muhakkak ki Allâh göklerin ve yerin (kimse tarafından bilinmeyen tüm) gayb(lar)ını bilicidir. Zîrâ şüphesiz ki O, göğüslerin (ihtivâ ettiği kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyetleri, inançları ve) sâhip olduğu şey(ler)i(n tamâmını hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.