v02.01.25 Geliştirme Notları
Fâtır Sûresi
438
Cuz 22
39﴿ (Ey insanlar!) Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) öyle (kudret sâhibi) bir Zâttır ki, (asır be asır ölenlerinizin yerine yenilerinizi getirerek) sizi yerin (eski sâkinlerinin) halîfeleri yapmıştır. Artık her kim (bu nîmeti hiçe sayarak) kâfir olursa, onun kâfirliği(nin vebâli) ancak kendi aleyhinedir. Zâten kâfir olmaları, Rableri nezdinde o kâfirleri ancak büyük bir gazap (ve kızgınlık) bakımından ziyâdeleştirir. Yine kâfir olmaları (âhirette) o kâfirleri, ancak büyük bir zarar (ve ziyan) bakımından ziyâdeleştirecektir (ki, bu tehditlerin biri bile insanı helâk etmeye yeter).
40﴿ (Habîbim! İlâhlığa hiçbir liyâkatleri olmayan âciz yaratılmışları Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak eden o müşriklere) de ki: “Allâh’tan başka tapmakta olduğunuz o ortak (koşarak ilâhlaştırdığınız put)larınızı(n âciz hâlini) gördünüz mü?! Gösterin bana ki; yerde (olanlarda)n hangi bir şeyi onlar yaratmışlar, yoksa onlar için gökler(in yaratılışında ve yönetimin)de bir ortaklık mı var, ya da kendilerine (putları ortaklar edindiğimizi bildiren) bir kitap vermişiz de işte onda (okuduklarında)n dolayı onlar (şirkin doğruluğuna dâir) çok açık bir delil üzere midirler?!” Doğrusu o zâlimler (birbirine: “Bu putlar Allâh nezdinde bizim şefâatçilerimizdir” derken aslında); onların bâzısı diğer bir kısma büyük bir aldatmadan başka bir şey vaad etmemektedir.
41﴿ Muhakkak ki Allâh, her ikisi de (yerlerinden ayrılıp) zevâl bulmasınlar (ve yok olmasınlar) diye gökleri ve yeri (kudretiyle) tutmaktadır. Ama andolsun ki; o ikisi (Allâh-u Te‘âlâ’nın murâd ettiği herhangi bir nedenle) zevâl bulacak olsalar, O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan sonra onları hiçbir kimse tutamaz. (Ey kâfirler! Allâh-u Te‘âlâ’ya şirk koşmanız ve çocuk isnâd etmeniz nedeniyle, göklerin ve yerlerin üzerinize yıkılmasını çoktan hak etmişseniz de) şüphesiz ki O dâimâ (cezâ vermekte acele davranmayan bir) Halîm ve (îmân etmeniz hâlinde günahlarınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr olmuştur.
42﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (evvelce Yahûdî ve Hristiyanların kendilerine gönderilen peygamberleri inkâr ettiklerini duyunca onlara lânet okumuş ve) en güçlü yeminleri (yapmak sûreti) ile Allâh’a kasemde bulunmuştular ki andolsun; onlara bir uyarıcı gelecek olursa elbette onlar gerçekten tüm ümmetlerin her birinden daha ziyâde hidâyet sâhibi olacaktılar. (Ama) sonra kendilerine büyük bir uyarıcı (olan âhir zaman peygamberi) geldiği zaman o(nun gönderilişi) onları ancak (haktan) tam bir uzaklaşma bakımından artırmıştır.
43﴿ (Mekke müşrikleri) yer(yüzün)de ziyâde büyüklük taslamak ve (âhir zaman Nebîsine karşı) kötü hîle kurmak için (çok gayret sarfettiler). Hâlbuki kötü hîle(nin netîcesi ters dönüp), sâhibinden başkasını kuşatmaz. İşte onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın) evvelki (ümmet)ler(in kâfirlerine azap etmek)deki sünneti(nin ve sürekli işlettiği hükmünün kendileri hakkında da devreye girmesi)nden başkasını beklemiyorlar. Artık sen Allâh’ın sürekli âdeti (olan azâbı hak edene azaptan başka bir şey göndermeme hükmü) için aslâ hiçbir değiştirme bulamazsın. Yine sen Allâh’ın sürekli âdeti (olan, vakti geldiğinde geciktirmeme kuralı) için aslâ herhangi bir (tersine) döndürme (de) bulamazsın. (Zîrâ O’nun kānunlarını değiştirecek hiçbir güç yoktur. O da kurallarını bozmamaya ve bozdurmamaya karar vermiştir.)
44﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar yer(yüzün)de gezip de kendilerinden önceki o (Âd ve Semûd toplumları gibi helâke uğratılmış) kimselerin (fecî) âkıbetinin nasıl olduğuna hiç mi bakmadılar?! Hâlbuki o (geçmişte helâk ola)nlar güç bakımından bunlardan daha kuvvetliydiler. Zâten Allâh (var ya); göklerde (olan) hiçbir şey O’nu (yapmak istediğinden engelleyip) aslâ âciz bırakabilecek (güce sâhip) değildir! Yerde de (hiçbir kimse Allâh-u Te‘âlâ’nın irâdesine mâni olacak kuvvete mâlik) olmamıştır. Zîrâ muhakkak O, (tüm yarattıklarının her hâlini) dâimâ (hakkıyla bilen bir) Alîm ve (dilediği her şeyi yapmaya tam mânâsıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.
سُورَةُ فَاطِرٍ
الجزء ٢٢
٤٣٨
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًاۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا ﴿٣٩
قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا اِلَّا غُرُورًا ﴿٤٠
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿٤١
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُورًاۙ ﴿٤٢
اِسْتِكْبَارًا فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا ﴿٤٣
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يمًا قَد۪يرًا ﴿٤٤
Fâtır Sûresi
438
Cuz 22
هُوَ الَّذ۪ي جَعَلَكُمْ خَلَٓائِفَ فِي الْاَرْضِۜ فَمَنْ كَفَرَ فَعَلَيْهِ كُفْرُهُۜ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ اِلَّا مَقْتًاۚ وَلَا يَز۪يدُ الْكَافِر۪ينَ كُفْرُهُمْ اِلَّا خَسَارًا ﴿٣٩
39﴿ (Ey insanlar!) Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) öyle (kudret sâhibi) bir Zâttır ki, (asır be asır ölenlerinizin yerine yenilerinizi getirerek) sizi yerin (eski sâkinlerinin) halîfeleri yapmıştır. Artık her kim (bu nîmeti hiçe sayarak) kâfir olursa, onun kâfirliği(nin vebâli) ancak kendi aleyhinedir. Zâten kâfir olmaları, Rableri nezdinde o kâfirleri ancak büyük bir gazap (ve kızgınlık) bakımından ziyâdeleştirir. Yine kâfir olmaları (âhirette) o kâfirleri, ancak büyük bir zarar (ve ziyan) bakımından ziyâdeleştirecektir (ki, bu tehditlerin biri bile insanı helâk etmeye yeter).
قُلْ اَرَاَيْتُمْ شُرَكَٓاءَكُمُ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ اَرُون۪ي مَاذَا خَلَقُوا مِنَ الْاَرْضِ اَمْ لَهُمْ شِرْكٌ فِي السَّمٰوَاتِۚ اَمْ اٰتَيْنَاهُمْ كِتَابًا فَهُمْ عَلٰى بَيِّنَتٍ مِنْهُۚ بَلْ اِنْ يَعِدُ الظَّالِمُونَ بَعْضُهُمْ بَعْضًا اِلَّا غُرُورًا ﴿٤٠
40﴿ (Habîbim! İlâhlığa hiçbir liyâkatleri olmayan âciz yaratılmışları Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak eden o müşriklere) de ki: “Allâh’tan başka tapmakta olduğunuz o ortak (koşarak ilâhlaştırdığınız put)larınızı(n âciz hâlini) gördünüz mü?! Gösterin bana ki; yerde (olanlarda)n hangi bir şeyi onlar yaratmışlar, yoksa onlar için gökler(in yaratılışında ve yönetimin)de bir ortaklık mı var, ya da kendilerine (putları ortaklar edindiğimizi bildiren) bir kitap vermişiz de işte onda (okuduklarında)n dolayı onlar (şirkin doğruluğuna dâir) çok açık bir delil üzere midirler?!” Doğrusu o zâlimler (birbirine: “Bu putlar Allâh nezdinde bizim şefâatçilerimizdir” derken aslında); onların bâzısı diğer bir kısma büyük bir aldatmadan başka bir şey vaad etmemektedir.
اِنَّ اللّٰهَ يُمْسِكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ اَنْ تَزُولَاۚ وَلَئِنْ زَالَتَٓا اِنْ اَمْسَكَهُمَا مِنْ اَحَدٍ مِنْ بَعْدِه۪ۜ اِنَّهُ كَانَ حَل۪يمًا غَفُورًا ﴿٤١
41﴿ Muhakkak ki Allâh, her ikisi de (yerlerinden ayrılıp) zevâl bulmasınlar (ve yok olmasınlar) diye gökleri ve yeri (kudretiyle) tutmaktadır. Ama andolsun ki; o ikisi (Allâh-u Te‘âlâ’nın murâd ettiği herhangi bir nedenle) zevâl bulacak olsalar, O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan sonra onları hiçbir kimse tutamaz. (Ey kâfirler! Allâh-u Te‘âlâ’ya şirk koşmanız ve çocuk isnâd etmeniz nedeniyle, göklerin ve yerlerin üzerinize yıkılmasını çoktan hak etmişseniz de) şüphesiz ki O dâimâ (cezâ vermekte acele davranmayan bir) Halîm ve (îmân etmeniz hâlinde günahlarınızı çokça bağışlayan bir) Ğafûr olmuştur.
وَاَقْسَمُوا بِاللّٰهِ جَهْدَ اَيْمَانِهِمْ لَئِنْ جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ لَيَكُونُنَّ اَهْدٰى مِنْ اِحْدَى الْاُمَمِۚ فَلَمَّا جَٓاءَهُمْ نَذ۪يرٌ مَا زَادَهُمْ اِلَّا نُفُورًاۙ ﴿٤٢
42﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar (evvelce Yahûdî ve Hristiyanların kendilerine gönderilen peygamberleri inkâr ettiklerini duyunca onlara lânet okumuş ve) en güçlü yeminleri (yapmak sûreti) ile Allâh’a kasemde bulunmuştular ki andolsun; onlara bir uyarıcı gelecek olursa elbette onlar gerçekten tüm ümmetlerin her birinden daha ziyâde hidâyet sâhibi olacaktılar. (Ama) sonra kendilerine büyük bir uyarıcı (olan âhir zaman peygamberi) geldiği zaman o(nun gönderilişi) onları ancak (haktan) tam bir uzaklaşma bakımından artırmıştır.
اِسْتِكْبَارًا فِي الْاَرْضِ وَمَكْرَ السَّيِّئِۜ وَلَا يَح۪يقُ الْمَكْرُ السَّيِّئُ اِلَّا بِاَهْلِه۪ۜ فَهَلْ يَنْظُرُونَ اِلَّا سُنَّتَ الْاَوَّل۪ينَۚ فَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَبْد۪يلًاۚ وَلَنْ تَجِدَ لِسُنَّتِ اللّٰهِ تَحْو۪يلًا ﴿٤٣
43﴿ (Mekke müşrikleri) yer(yüzün)de ziyâde büyüklük taslamak ve (âhir zaman Nebîsine karşı) kötü hîle kurmak için (çok gayret sarfettiler). Hâlbuki kötü hîle(nin netîcesi ters dönüp), sâhibinden başkasını kuşatmaz. İşte onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın) evvelki (ümmet)ler(in kâfirlerine azap etmek)deki sünneti(nin ve sürekli işlettiği hükmünün kendileri hakkında da devreye girmesi)nden başkasını beklemiyorlar. Artık sen Allâh’ın sürekli âdeti (olan azâbı hak edene azaptan başka bir şey göndermeme hükmü) için aslâ hiçbir değiştirme bulamazsın. Yine sen Allâh’ın sürekli âdeti (olan, vakti geldiğinde geciktirmeme kuralı) için aslâ herhangi bir (tersine) döndürme (de) bulamazsın. (Zîrâ O’nun kānunlarını değiştirecek hiçbir güç yoktur. O da kurallarını bozmamaya ve bozdurmamaya karar vermiştir.)
اَوَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ وَكَانُٓوا اَشَدَّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعْجِزَهُ مِنْ شَيْءٍ فِي السَّمٰوَاتِ وَلَا فِي الْاَرْضِۜ اِنَّهُ كَانَ عَل۪يمًا قَد۪يرًا ﴿٤٤
44﴿ Bir de o (müşrik ola)nlar yer(yüzün)de gezip de kendilerinden önceki o (Âd ve Semûd toplumları gibi helâke uğratılmış) kimselerin (fecî) âkıbetinin nasıl olduğuna hiç mi bakmadılar?! Hâlbuki o (geçmişte helâk ola)nlar güç bakımından bunlardan daha kuvvetliydiler. Zâten Allâh (var ya); göklerde (olan) hiçbir şey O’nu (yapmak istediğinden engelleyip) aslâ âciz bırakabilecek (güce sâhip) değildir! Yerde de (hiçbir kimse Allâh-u Te‘âlâ’nın irâdesine mâni olacak kuvvete mâlik) olmamıştır. Zîrâ muhakkak O, (tüm yarattıklarının her hâlini) dâimâ (hakkıyla bilen bir) Alîm ve (dilediği her şeyi yapmaya tam mânâsıyla gücü yeten bir) Kadîr olmuştur.