v02.01.25 Geliştirme Notları
Yâsîn Sûresi
441
Cuz 23
28﴿ (Habîb-i Neccâr’ın şehid edilmesinin ardından) Biz de onun (inkârcı) kavmi(ni helâk etmek için onlar) üzerine ondan sonra gökten bir (melek) ordu(su) indirmedik. (Habîbim!) Zâten Biz (her ümmetin helâki için bir sebep takdîr ettiğimizden dolayı, senden önceki ümmetlerin helâki için de melek orduları) indiriciler olmadık. (Biz onların kimini nâra ile kimini boğarak, kimini batırarak helâk ediyorduk. Melek ordularını ancak senin şânını yüceltmek için sana mahsus olarak indirmeye başladık.)
29﴿ O(nları helâk eden azap), tek bir nâradan başka bir şey olmamıştır. Birdenbire onlar (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın sesinin şiddetiyle ödleri kopmuş ve ölerek) ateşi sönmüş kimselerdir.
30﴿ Ey o (helâk edilen inkârcı) kullar üzerine (yönelecek) büyük pişmanlık. (Neredesin? Gel! Şimdi tam senin zamânın!) Onlara hiçbir rasûl gelmiyordu ki, mutlaka onlar özellikle onunla sürekli alay eder olmuştular.
31﴿ O (müşrik ola)nlar kendilerinden önce helâk ettiğimiz nice asırlar (halkın)ı görmediler mi ki, gerçekten o (senden önce helâk edilmiş ola)nlar bu (müşrik ola)nlara dönmüyorlar?!
32﴿ (Ölümle helâk edilen toplumların) hepsi de mutlaka (diriltilerek) nezdimizde (kurulacak mahşerde) bir araya getirilmiştir, (hesâba çekilmek için) hâzır edilmiş kimselerdir.
33﴿ O (kupkuru bir şekilde bulunan) ölü toprak (ölüleri dirilteceğimize) onlar(ın kolayca inanabilmeleri) için büyük bir âyettir. (Gördükleri üzere) onu Biz (yağmurla) dirilttik ve ondan (buğday, arpa ve pirinç gibi) tâneler çıkardık da, özellikle onlardan (yapılan ürünlerden) yemektedirler.
34﴿ Biz orada hurmalıklardan ve asmalardan birçok bahçeler yarattık. (Menbâları, su kaynaklarını ve) gözeleri de orada Biz fışkırttık.
35﴿ Tâ ki onun ürünlerinden ve kendisini ellerinin yapmış olduğu (pekmez ve reçel gibi) şeylerden yesinler! /Tâ ki onun ürünlerinden yesinler. Hâlbuki onu kendi elleri yapmamış (bilakis hepsini sâdece Allâh-u Te‘âlâ yaratmış)tır./ (Bunca nîmetlerden istifâde ettikleri hâlde, hakîkî nîmet sâhibi olan Allâh-u Te‘âlâ’ya îmân edip ibâdet yaparak) hâlâ mı şükretmeyecekler?!
36﴿ (Bütün noksan sıfatlardan ve şânına yakışmayan vasıflardan) O Zâtı tesbîh (ve tenzîh ) ile (münezzeh tutarım) ki, yerin bitirdiği (bitki ve ağaç türü) şeylerden, onların kendi nefislerinden ve bilmedikleri nice şeylerden o çift (yaratılmış şey)lerin tamâmını O yaratmıştır. Şu bilinsin ki; âlemde bulunan varlıkların hepsi; ya bir zıttı veyâ benzeri ya da parçası bulunması hasebiyle çift yaratılmıştır. Nitekim bedenle ruh, madde ile mânâ, (kendi başına durabilen) cevher ile (onların vasıfları olan) araz(lar), enfüs ile âfâk (insan bünyesinin içinde ve dışında bulunan iki âlem), gök ile yer, karanlık ile ışık, dünyâ ile âhiret, hattâ elektrik bile müspet ve menfî (artı ve eksi) olarak çift hâliyle iş görmektedirler. İnsan çifti de, erkek ve dişiden ibârettir. İnsanların bilmedikleri şeyler ise; Allâh-u Te‘âlâ‘nın, karada, denizde, göklerde, on sekiz bin âlemde ve henüz özelliklerini bizlere bildirmediği şeylerde bulunan çift olma özelliğidir. Kur’ân-ı Kerîm’in iniş zamânından bugüne kadar birçok şeyde bu çift olma vasfı tespit edilmişse de bunlar, tespit edilemeyenlere göre çok sınırlı şeylerdir. Zîrâ insan ilminin ulaşamadığı hususlar sonsuzdur. Tabî ki burada anlamamız gereken; bütün çiftleri yaratan Allâh-u Te‘âlâ’nın Zâtının zıttan, eşten, çiftten, benzerden ve bileşimden münezzeh oluşudur.
37﴿ Gece de onlar(ın Allâh-u Te‘âlâ‘nın kudretini anlamaları) için büyük bir âyettir. Biz gündüzü on(un karanlığının mahalli olan hava)dan soyu(p çıkarı)yoruz da, birdenbire onlar karanlığa girmiş kimselerdir.
38﴿ Güneş de, (günlük, mevsimlik ve yıllık deverânını tamamlamak için on iki burcun her birinde) kendisine âit bir karargâha doğru (yörüngesinde) sürekli akıp gitmektedir. (Ey insan!) İşte sana! Bu, (hesapsız ve kör bir tesâdüfle değil) O (bütün varlıkları istediği şekilde yönetebilen) Azîz ve (onlardan istifâdenin en verimli şeklini hakkıyla bilen) Alîm (olan Allâh-u Zü’l-celâl)in (eşsiz ayarlaması ve) takdîridir.
39﴿ Aya da; Biz ona (aylık ve yıllık seferlerinde uğrayacağı burçlar, konaklar ve) menziller (tespit ve) takdîr ettik de, netîcede o, (eksile eksile son menziline vardığında) eskimiş kuru ve eğri hurma dalı gibi bir şeye dönüşmüştür.
40﴿ Güneş ise; (burçları bir ayda dolaşan) aya yetişmesi (ve aynı zaman diliminde birlikte görünerek onun ışığını mahvetmesi) onun için yaraşır (ve elverir bir şey) değildir. Gece de gündüzü(n üzerine tahakküm edip bütün zamânı kaplayarak onu) geçici bir şey olmamıştır. (Aksine ikisi de birbirini tâkip edicidirler.) Hepsi de bir felek (ve yörünge)de sürekli yüz(ercesine süratle gez)mektedirler. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede burçları dolaşmayı bir senede tamamlayan güneşin, aynı mesâfeyi bir ayda tamamlayan aya yetişmesinin ve aynı zaman diliminde yâni gece vaktinde ictimâ ederek ayın ışığını silik hâle getirmesinin güneş için mukadder olmadığını beyân etmektedir. Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ hikmeti gereği bu âlemin yönetimi için güneş ve aydan her biri hakkında özel bir sınır ve muayyen bir vakit belirlemiştir ki o vakit geldiği zaman onlardan birinin gücü ve tesiri belirginleşir. Bu nedenle onlardan hiçbiri diğerinin hükümrân olduğu vakitte tesir gösteremez. Bilakis Allâh-u Te‘âlâ’nın kıyâmet emri gelinceye kadar ikisi birbirini tâkip edip dururlar.
سُورَةُ يٰسۤ
الجزء ٢٣
٤٤١
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ ﴿٢٨
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ ﴿٢٩
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٣٠
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿٣١
وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ۟ ﴿٣٢
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ ﴿٣٣
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا ف۪يهَا مِنَ الْعُيُونِۙ ﴿٣٤
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ ﴿٣٥
سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٦
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ ﴿٣٧
وَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ ﴿٣٨
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ ﴿٣٩
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ ﴿٤٠
Yâsîn Sûresi
441
Cuz 23
وَمَٓا اَنْزَلْنَا عَلٰى قَوْمِه۪ مِنْ بَعْدِه۪ مِنْ جُنْدٍ مِنَ السَّمَٓاءِ وَمَا كُنَّا مُنْزِل۪ينَ ﴿٢٨
28﴿ (Habîb-i Neccâr’ın şehid edilmesinin ardından) Biz de onun (inkârcı) kavmi(ni helâk etmek için onlar) üzerine ondan sonra gökten bir (melek) ordu(su) indirmedik. (Habîbim!) Zâten Biz (her ümmetin helâki için bir sebep takdîr ettiğimizden dolayı, senden önceki ümmetlerin helâki için de melek orduları) indiriciler olmadık. (Biz onların kimini nâra ile kimini boğarak, kimini batırarak helâk ediyorduk. Melek ordularını ancak senin şânını yüceltmek için sana mahsus olarak indirmeye başladık.)
اِنْ كَانَتْ اِلَّا صَيْحَةً وَاحِدَةً فَاِذَا هُمْ خَامِدُونَ ﴿٢٩
29﴿ O(nları helâk eden azap), tek bir nâradan başka bir şey olmamıştır. Birdenbire onlar (Cibrîl (Aleyhisselâm)ın sesinin şiddetiyle ödleri kopmuş ve ölerek) ateşi sönmüş kimselerdir.
يَا حَسْرَةً عَلَى الْعِبَادِۚ مَا يَأْت۪يهِمْ مِنْ رَسُولٍ اِلَّا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٣٠
30﴿ Ey o (helâk edilen inkârcı) kullar üzerine (yönelecek) büyük pişmanlık. (Neredesin? Gel! Şimdi tam senin zamânın!) Onlara hiçbir rasûl gelmiyordu ki, mutlaka onlar özellikle onunla sürekli alay eder olmuştular.
اَلَمْ يَرَوْا كَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنَ الْقُرُونِ اَنَّهُمْ اِلَيْهِمْ لَا يَرْجِعُونَ ﴿٣١
31﴿ O (müşrik ola)nlar kendilerinden önce helâk ettiğimiz nice asırlar (halkın)ı görmediler mi ki, gerçekten o (senden önce helâk edilmiş ola)nlar bu (müşrik ola)nlara dönmüyorlar?!
وَاِنْ كُلٌّ لَمَّا جَم۪يعٌ لَدَيْنَا مُحْضَرُونَ۟ ﴿٣٢
32﴿ (Ölümle helâk edilen toplumların) hepsi de mutlaka (diriltilerek) nezdimizde (kurulacak mahşerde) bir araya getirilmiştir, (hesâba çekilmek için) hâzır edilmiş kimselerdir.
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الْاَرْضُ الْمَيْتَةُۚ اَحْيَيْنَاهَا وَاَخْرَجْنَا مِنْهَا حَبًّا فَمِنْهُ يَأْكُلُونَ ﴿٣٣
33﴿ O (kupkuru bir şekilde bulunan) ölü toprak (ölüleri dirilteceğimize) onlar(ın kolayca inanabilmeleri) için büyük bir âyettir. (Gördükleri üzere) onu Biz (yağmurla) dirilttik ve ondan (buğday, arpa ve pirinç gibi) tâneler çıkardık da, özellikle onlardan (yapılan ürünlerden) yemektedirler.
وَجَعَلْنَا ف۪يهَا جَنَّاتٍ مِنْ نَخ۪يلٍ وَاَعْنَابٍ وَفَجَّرْنَا ف۪يهَا مِنَ الْعُيُونِۙ ﴿٣٤
34﴿ Biz orada hurmalıklardan ve asmalardan birçok bahçeler yarattık. (Menbâları, su kaynaklarını ve) gözeleri de orada Biz fışkırttık.
لِيَأْكُلُوا مِنْ ثَمَرِه۪ۙ وَمَا عَمِلَتْهُ اَيْد۪يهِمْۜ اَفَلَا يَشْكُرُونَ ﴿٣٥
35﴿ Tâ ki onun ürünlerinden ve kendisini ellerinin yapmış olduğu (pekmez ve reçel gibi) şeylerden yesinler! /Tâ ki onun ürünlerinden yesinler. Hâlbuki onu kendi elleri yapmamış (bilakis hepsini sâdece Allâh-u Te‘âlâ yaratmış)tır./ (Bunca nîmetlerden istifâde ettikleri hâlde, hakîkî nîmet sâhibi olan Allâh-u Te‘âlâ’ya îmân edip ibâdet yaparak) hâlâ mı şükretmeyecekler?!
سُبْحَانَ الَّذ۪ي خَلَقَ الْاَزْوَاجَ كُلَّهَا مِمَّا تُنْبِتُ الْاَرْضُ وَمِنْ اَنْفُسِهِمْ وَمِمَّا لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٦
36﴿ (Bütün noksan sıfatlardan ve şânına yakışmayan vasıflardan) O Zâtı tesbîh (ve tenzîh ) ile (münezzeh tutarım) ki, yerin bitirdiği (bitki ve ağaç türü) şeylerden, onların kendi nefislerinden ve bilmedikleri nice şeylerden o çift (yaratılmış şey)lerin tamâmını O yaratmıştır. Şu bilinsin ki; âlemde bulunan varlıkların hepsi; ya bir zıttı veyâ benzeri ya da parçası bulunması hasebiyle çift yaratılmıştır. Nitekim bedenle ruh, madde ile mânâ, (kendi başına durabilen) cevher ile (onların vasıfları olan) araz(lar), enfüs ile âfâk (insan bünyesinin içinde ve dışında bulunan iki âlem), gök ile yer, karanlık ile ışık, dünyâ ile âhiret, hattâ elektrik bile müspet ve menfî (artı ve eksi) olarak çift hâliyle iş görmektedirler. İnsan çifti de, erkek ve dişiden ibârettir. İnsanların bilmedikleri şeyler ise; Allâh-u Te‘âlâ‘nın, karada, denizde, göklerde, on sekiz bin âlemde ve henüz özelliklerini bizlere bildirmediği şeylerde bulunan çift olma özelliğidir. Kur’ân-ı Kerîm’in iniş zamânından bugüne kadar birçok şeyde bu çift olma vasfı tespit edilmişse de bunlar, tespit edilemeyenlere göre çok sınırlı şeylerdir. Zîrâ insan ilminin ulaşamadığı hususlar sonsuzdur. Tabî ki burada anlamamız gereken; bütün çiftleri yaratan Allâh-u Te‘âlâ’nın Zâtının zıttan, eşten, çiftten, benzerden ve bileşimden münezzeh oluşudur.
وَاٰيَةٌ لَهُمُ الَّيْلُۚ نَسْلَخُ مِنْهُ النَّهَارَ فَاِذَا هُمْ مُظْلِمُونَۙ ﴿٣٧
37﴿ Gece de onlar(ın Allâh-u Te‘âlâ‘nın kudretini anlamaları) için büyük bir âyettir. Biz gündüzü on(un karanlığının mahalli olan hava)dan soyu(p çıkarı)yoruz da, birdenbire onlar karanlığa girmiş kimselerdir.
وَالشَّمْسُ تَجْر۪ي لِمُسْتَقَرٍّ لَهَاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۜ ﴿٣٨
38﴿ Güneş de, (günlük, mevsimlik ve yıllık deverânını tamamlamak için on iki burcun her birinde) kendisine âit bir karargâha doğru (yörüngesinde) sürekli akıp gitmektedir. (Ey insan!) İşte sana! Bu, (hesapsız ve kör bir tesâdüfle değil) O (bütün varlıkları istediği şekilde yönetebilen) Azîz ve (onlardan istifâdenin en verimli şeklini hakkıyla bilen) Alîm (olan Allâh-u Zü’l-celâl)in (eşsiz ayarlaması ve) takdîridir.
وَالْقَمَرَ قَدَّرْنَاهُ مَنَازِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَد۪يمِ ﴿٣٩
39﴿ Aya da; Biz ona (aylık ve yıllık seferlerinde uğrayacağı burçlar, konaklar ve) menziller (tespit ve) takdîr ettik de, netîcede o, (eksile eksile son menziline vardığında) eskimiş kuru ve eğri hurma dalı gibi bir şeye dönüşmüştür.
لَا الشَّمْسُ يَنْبَغ۪ي لَهَٓا اَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلَا الَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِۜ وَكُلٌّ ف۪ي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ ﴿٤٠
40﴿ Güneş ise; (burçları bir ayda dolaşan) aya yetişmesi (ve aynı zaman diliminde birlikte görünerek onun ışığını mahvetmesi) onun için yaraşır (ve elverir bir şey) değildir. Gece de gündüzü(n üzerine tahakküm edip bütün zamânı kaplayarak onu) geçici bir şey olmamıştır. (Aksine ikisi de birbirini tâkip edicidirler.) Hepsi de bir felek (ve yörünge)de sürekli yüz(ercesine süratle gez)mektedirler. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede burçları dolaşmayı bir senede tamamlayan güneşin, aynı mesâfeyi bir ayda tamamlayan aya yetişmesinin ve aynı zaman diliminde yâni gece vaktinde ictimâ ederek ayın ışığını silik hâle getirmesinin güneş için mukadder olmadığını beyân etmektedir. Zîrâ Allâh-u Te‘âlâ hikmeti gereği bu âlemin yönetimi için güneş ve aydan her biri hakkında özel bir sınır ve muayyen bir vakit belirlemiştir ki o vakit geldiği zaman onlardan birinin gücü ve tesiri belirginleşir. Bu nedenle onlardan hiçbiri diğerinin hükümrân olduğu vakitte tesir gösteremez. Bilakis Allâh-u Te‘âlâ’nın kıyâmet emri gelinceye kadar ikisi birbirini tâkip edip dururlar.