قَالَ فَالْحَقُّۘ وَالْحَقَّ اَقُولُۚ ﴿٨٤﴾
﴾84﴿
(Allâh-u Te‘âlâ) buyurdu ki: “İşte Hakk (ismi ile müsemmâ olan ve gerçek hayat sâhibi ancak Benim) ve Ben ancak hakkı (ve doğruyu) söylerim.
لَاَمْلَـَٔنَّ جَهَنَّمَ مِنْكَ وَمِمَّنْ تَبِعَكَ مِنْهُمْ اَجْمَع۪ينَ ﴿٨٥﴾
﴾85﴿
Andolsun ki; elbette cehennemi sen(in gibi şeytan cinsin)den (olanlardan) ve o (insa)nlar içerisinden sana tâbi olmuş kimselerden (hep) birlikte olanlar hâlinde dolduracağım.”
قُلْ مَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ اَجْرٍ وَمَٓا اَنَا۬ مِنَ الْمُتَكَلِّف۪ينَ ﴿٨٦﴾
﴾86﴿
(Habîbim!) De ki: “O (Kur’â)n(ı duyurmam)a karşı ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Zâten ben (sâhip olmadığı özellikleri kendisinde varmış gibi göstermek için kendini zorlayarak) tekellüf yapan kimselerden de değilim (ki, peygamberlik iddiasına kalkışayım da bir kitap uydurarak: “Bu, Allâh’tan gelmiştir” diyeyim).
اِنْ هُوَ اِلَّا ذِكْرٌ لِلْعَالَم۪ينَ ﴿٨٧﴾
﴾87﴿
O (Kur’ân-ı Kerîm), bütün âlemler(de bulunan ins-ü cin) için ancak büyük bir öğüttür.
وَلَتَعْلَمُنَّ نَبَاَهُ بَعْدَ ح۪ينٍ ﴿٨٨﴾
﴾88﴿
Yine andolsun ki; onun haberlerini(n ne kadar doğru olduğunu) elbette bir zaman sonra (ölümle burun buruna geldiğiniz vakit) bileceksiniz.”
OTUZDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Zümer
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ)`ya göre 53-55. âyet-i kerîmeler Medîne-i Münevvere’de nâzil olmuştur. 75 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿١﴾
﴾1﴿
O (yüce) Kitâb’ın indirilişi, O (saltanatında çok güçlü olup, Kitâb’ına inanmayanlardan intikam alacak bir) Azîz ve (bütün hükümleri yerli yerinde bulunan bir) Hakîm (olan) Allâh (tarafın)dandır.
اِنَّٓا اَنْزَلْنَٓا اِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللّٰهَ مُخْلِصًا لَهُ الدّ۪ينَۜ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Şüphesiz o Kitâb’ı Biz sana hak (ve indirilmesini gerektiren yüce bir hikmet) sebebi ile indirdik. O hâlde sen dîni (ve ibâdeti, şirk ve riyâ karışıklıklarından arındırıp) Kendisine tahsîs edici olarak Allâh’a ibâdet et.
اَلَا لِلّٰهِ الدّ۪ينُ الْخَالِصُۜ وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۢ مَا نَعْبُدُهُمْ اِلَّا لِيُقَرِّبُونَٓا اِلَى اللّٰهِ زُلْفٰىۜ اِنَّ اللّٰهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ ف۪ي مَا هُمْ ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْد۪ي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Âgâh olun! (Şirk ve gösteriş gibi her türlü şâibeden arınmış olan) hâlis din (ve ibâdet) ancak Allâh’a mahsustur. (Zîrâ ilâhlık sıfatlarına sâhip olan ve gizli açık her şeye vâkıf olan sâdece O’dur.) Ama o kimseler ki; (Allâh’ı bırakıp da putlar, melekler ve Îsâ (Aleyhisselâm) gibi) O’ndan başka şeyleri (ilâh olarak tapındıkları) birtakım dostlar edinmiştirler; -(aslında onlar Allâh’ı yok saymış değillerdir bilakis:) “Biz onlara ancak bizi Allâh’a tam bir yakınlıkla yaklaştırsınlar diye ibâdet etmekteyiz! (diyerek böyle yapmışlardır.)”- İşte o (müşriklerle Müslüma)nların, kendisi hakkında sürekli ayrılığa düşmekte oldukları şeyler husûsunda şüphesiz ki Allâh onların arasında hüküm verecek (ve bunun netîcesi olarak da haklıyı cennete, haksızı cehenneme gönderecek)tir. Gerçekten Allâh öyle bir kimseyi hidâyet etmez ki, o kişi (“Melekler Allâh’ın kızlarıdır” gibi sözlerinde) büyük bir yalancıdır ve son derece inkârcıdır. Bâzı kimselerin; kâfirlerin bu âyette geçen: “Biz onlara ancak bizi Allâh’a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz” sözlerini “Tevessül” ve “Râbıta” aleyhine delil getirmeleri, anlayış kıtlığından nâşîdir. Zîrâ müşrikler bu sözlerinde, putlara taptıklarını açıkça ifâde etmektedirler. Bir velî hürmetine Rabbinden bir şey isteyen yâhut Allâh için sevdiği mürşidini hayâlinde canlandıran kimseler ise, onlara tapmak şöyle dursun, onların da Allâh’ın kulları olduğunu kabûl etmektedirler. Lâkin onların Allâh-u Te‘âlâ’ya kendilerinden daha yakın olduğu husûsundaki hüsn-ü zanlarına ve onlara karşı Allâh için olan sevgilerine binâen, onlarla tevessül etmektedirler. Kendi kafalarından putları ilâh edinip onlara tapanların yaptığıyla, Allâh-u Te‘âlâ’nın: “Sizi O’na ulaştıracak vesîle arayın” (el-Mâide Sûresi:35’den) emri gereğince, O’nun dostlarını aracı yapanların bu muâmelesi arasında uzaktan yakından hiçbir benzerlik bulunmamaktadır.
لَوْ اَرَادَ اللّٰهُ اَنْ يَتَّخِذَ وَلَدًا لَاصْطَفٰى مِمَّا يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۙ سُبْحَانَهُۜ هُوَ اللّٰهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ ﴿٤﴾
﴾4﴿
(Ey müşrikler!) Eğer Allâh (sizin dediğiniz gibi) bir çocuk edinmek isteseydi, (bu hususta tercihi size bırakmaz) elbette yaratmış olduğu şeylerden dilediğini seçer (ve en mükemmel varlıkları evlât edinir)di. (Sizce bile erkek evlât daha kıymetli görüldüğü hâlde melekleri kendisine kız edinir miydi? Îsâ ve Uzeyr (Aleyhimesselâm) gibi yiyip içen ve abdest bozan âciz mahlukları evlât seçer miydi?! Eş ve evlât edinmekten) O’nu tesbîh ile (tenzîh ederim). Ancak O (öyle) Allâh’tır (ki); (evlâdı olmak bir yana benzeri bulunmaktan dahî münezzeh ve yegâne birlik sıfatına sâhip olan) Vâhid’dir, (her şeye zorla da olsa istediğini yaptıran bir) Kahhâr’dır.
خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّۚ يُكَوِّرُ الَّيْلَ عَلَى النَّهَارِ وَيُكَوِّرُ النَّهَارَ عَلَى الَّيْلِ وَسَخَّرَ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَۜ كُلٌّ يَجْر۪ي لِاَجَلٍ مُسَمًّىۜ اَلَا هُوَ الْعَز۪يزُ الْغَفَّارُ ﴿٥﴾
﴾5﴿
O (Allâh-u Te‘âlâ), gökleri ve yeri (boşu boşuna değil ancak vâr edilmelerini gerektiren bir hikmet ve) hak ile yaratmıştır. Geceyi gündüzün üzerine sarmaktadır, gündüzü de gecenin üzerine (dürüp) dolamaktadır (ki, böylece birini giderip diğerini getirmekte ve aydınlığın yerine karanlık, karanlığın yerine de aydınlık îcâd etmektedir. Mevsimlere göre bâzen de birinin saatlerini artırıp diğerinin vakitlerini eksiltmektedir). Güneşi ve ayı da (sizin istifâdeniz için) müsahhar (ve emre âmâde) kılmıştır ki, (onlardan) her biri (günlük, aylık ve yıllık tüm devrelerini tamamlamaları için) adı konulmuş bir süreye kadar (burçlarında ve yörüngelerinde) sürekli ve süratlice akıp gitmektedir. Dikkat edin! Ancak O (Allâh bu varlıklar hakkında tefekkür etmeyip, yaratıcılarına inanmayan kâfirlere azap etme gücüne sâhip olan bir) Azîz ve (müminlerin günahlarını çokça bağışlayan bir) Ğaffâr’dır.