v02.01.25 Geliştirme Notları
Zümer Sûresi
458
Cuz 23
6﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) sizi (Âdem ismini verdiği) tek bir nefisten yaratmıştır. Sonra onun bir parçası (olan sol kaburgası)ndan da (Havvâ ismindeki) eşini yaratmıştır. Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ; deve, sığır, koyun ve keçiden oluşan) davarlardan (biri erkek biri dişi olmak üzere) sekiz eşi de (yaratıp onlardan istifâdeyi helâl kılma emrini ve onların yaşamaları için gerekli olan yağmurları) sizin (istifâdeniz) için indirmiştir. (Yine) O (kudret sâhibi olan Allâh) sizi, annelerinizin karınlarında; üç türlü karanlık içerisinde bir yaratışın ardından diğer bir tür îcatla halk etmektedir. (Ey insanlar!) İşte size! Ancak bu(nca fiillerin ve îcatların sâhibi olan) Allâh sizin Rabbinizdir! (Dünyâda ve âhirette kayıtsız şartsız) bütün mülkler sâdece O’na âittir. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! (Hâl böyleyken) nasıl oluyor da hâlâ (O’na ibâdetten) döndürül(üp başkasına tapmaya yönlendiril)ebiliyorsunuz?! Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Bir yaratışın ardından yeni bir îcâd” cümle-i celîlesi; insanın, anne karnında geçirdiği evrelere işâret etmektedir ki bunları; menî hâli, sonra pıhtılaşmış bir kan, sonra bir çiğnem et, sonra iskelet, sonra et giydirilmiş beden ve sonunda kendisine ruh üflenmiş canlı bir varlık olarak özetleyebiliriz. “Üç karanlık”tan maksad ise; anne karnının karanlığı, döl yatağının karanlığı ve cenîni saran ince zarın karanlığıdır.
7﴿ (Ey müşrikler!) Eğer siz (benim dînimi inkâr ederek) kâfir olursanız, şüphesiz ki Allâh (hiçbir şeye muhtaç olmadığı için) sizden (de, îmânınızdan da müstağnî olan bir) Ğaniyy’dir. Yine de O, (çok merhametli olduğundan) kulları için (onlar adına zararlı olacak) kâfirliğe râzı olmaz! Ama şükrederseniz (buna ihtiyâcı olduğu için değil ebedî saâdetinize sebep olacağından dolayı) sizin için ondan râzı olur (ve bu yüzden sizi mükâfatlandırır). Zâten hiçbir ağır günahı taşıyıcı kimse bir diğerinin ağır günah yükünü taşımayacaktır. (Bu sebeple inkârcıların kâfirliğinin cezâsı hiçbir sûretle müminlere dokunmayacaktır. Nitekim îmân eden ve şirk koşanlar dâhil) sonra (hep birlikte) dönüşünüz ancak Rabbiniz(in sizi hesâba çekeceği mahşer)edir; O da (iyi ve kötü) sürekli yapmakta bulunmuş olduğunuz şeyleri(n karşılığını her birinize vererek amellerinizin kazandırdıklarını) size haber verecektir. Zîrâ şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), göğüslerin (ihtivâ ettiği kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyetleri, inançları ve) sâhip olduğu şey(ler)i(n tamâmını hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
8﴿ Bir de o (kâfir) insana (hastalık ve kıtlık gibi) herhangi bir zarar dokunduğu zaman (her şeyden ümîdi kesip sâdece) Rabbine yönelici olarak O’na yalvarır. Sonra ona Kendi (nezdi)nden büyük bir nîmet verdiğinde ise, önceden (başına gelen belâyı açması için) Kendisine sürekli duâ etmekte olduğu O Zâtı(n, lütfuyla o belâyı nasıl açtığını düşünmeyip, O’na karşı şükür vazîfesini) unutur. Üstelik O’nun yolundan (insanları) saptırmak için Allâh’a (farklı) birtakım eşler (ve ortaklar) koşar. (Habîbim! Bu sıfatlara sâhip olan Ebû Cehil ve Utbe ibnü Rebî‘a gibi müşriklerden her birine) de ki: “Kâfirliğinle çok az (bir süre daha) faydalan. Çünkü şüphesiz sen o (cehennem) ateşin(in ayrılmaz) arkadaşlarındansın.”
9﴿ (Ömrünü inkâr ve isyanla geçirerek cehennemi boylayan kişinin durumu mu daha iyidir) yoksa kendisi âhiret(in azap ve meşakkatlerin)den sakınmakta ve Rabbinin rahmetin(e erişmey)i ummakta olduğu hâlde, gecenin saatlerinde (namaz kılıp) secde eden ve kıyamda duran biri olarak itâat (ve ibâdet vazîfelerini îfâ) edici (olduğu için, sonsuz cenneti kazanan) kimse mi (dünyâ ve âhiret bakımından daha iyi konumdadır)?! (Habîbim! İlim ve amelin şerefini açıklamak üzere) de ki: “O kendileri (İslâm’ı) bilmekte ol(up, ona göre yaşay)an kimselerle, o kişiler eşit olur mu ki onlar (hak nâmına hiçbir şey) bilmezler (ve bu yüzden câhilce davranırlar ve sapıklık içerisinde bocalayıp kalırlar)?!” (Ama bunca açıklanan nasîhatlerden) ancak (karışık fikirlerden arınmış) hâlis akıllara sâhip kimseler iyice öğütlenir. (Müşriklerde ise böyle bir akıl ne arar.) Bu âyet-i celîledeki methiye, bu vasıflara sâhip tüm müminlere şâmil ise de, özellikle Ebû Bekr, Ömer, Osmân, İbnü Mes‘ûd, Ammâr ve Selmân (Radıyallâhu Anhüm) gibi müşahhas zatlar hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. (Ebû Nu‘aym, el-Hılye, 1/56; İbnü ‘Asâkir, et-Târîh, 39/231-232, 43/377; İbnü Sa‘d, et-Tabekāt, 3/250; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 12/637)
10﴿ (Habîbim! Mekke’de müşriklerin eziyetlerine mâruz kalan ashâbına tarafımdan) de ki: “Ey Benim îmân etmiş olan kullarım! (Emirlerini tutup, yasaklarından kaçmak sûretiyle) Rabbiniz(e isyân etmek)den hakkıyla sakının. Özellikle bu dünyâda güzel amel işlemiş bulunan o (mümin) kimseler için, (mükâfât olarak dünyâda zafer ve ganîmet, âhirette ise sonsuz nîmet ve cennetlerden ibâret) çok güzel büyük bir sevap vardır. (Eğer Mekke’de İslâm’ı rahatlıkla yaşayamadığınızdan şikâyetçiyseniz orada kalmanız gerekmez, İslâm’ı rahat yaşayacağınız yere gitmeniz gerekir.) Zâten Allâh’ın toprağı çok geniştir. (Her amelin belirli bir karşılığı varsa da) ancak sabredenlere ecirleri (ölçü ve tartıya tâbi olmaksızın) hesapsız olarak tamâmen verilecektir.”
سُورَةُ الزُّمَرِ
الجزء ٢٣
٤٥٨
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ﴿٦
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٧
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ ﴿٨
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟ ﴿٩
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿١٠
Zümer Sûresi
458
Cuz 23
خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ ثُمَّ جَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَاَنْزَلَ لَكُمْ مِنَ الْاَنْعَامِ ثَمَانِيَةَ اَزْوَاجٍۜ يَخْلُقُكُمْ ف۪ي بُطُونِ اُمَّهَاتِكُمْ خَلْقًا مِنْ بَعْدِ خَلْقٍ ف۪ي ظُلُمَاتٍ ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ ﴿٦
6﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ) sizi (Âdem ismini verdiği) tek bir nefisten yaratmıştır. Sonra onun bir parçası (olan sol kaburgası)ndan da (Havvâ ismindeki) eşini yaratmıştır. Ayrıca O (Allâh-u Te‘âlâ; deve, sığır, koyun ve keçiden oluşan) davarlardan (biri erkek biri dişi olmak üzere) sekiz eşi de (yaratıp onlardan istifâdeyi helâl kılma emrini ve onların yaşamaları için gerekli olan yağmurları) sizin (istifâdeniz) için indirmiştir. (Yine) O (kudret sâhibi olan Allâh) sizi, annelerinizin karınlarında; üç türlü karanlık içerisinde bir yaratışın ardından diğer bir tür îcatla halk etmektedir. (Ey insanlar!) İşte size! Ancak bu(nca fiillerin ve îcatların sâhibi olan) Allâh sizin Rabbinizdir! (Dünyâda ve âhirette kayıtsız şartsız) bütün mülkler sâdece O’na âittir. Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! (Hâl böyleyken) nasıl oluyor da hâlâ (O’na ibâdetten) döndürül(üp başkasına tapmaya yönlendiril)ebiliyorsunuz?! Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Bir yaratışın ardından yeni bir îcâd” cümle-i celîlesi; insanın, anne karnında geçirdiği evrelere işâret etmektedir ki bunları; menî hâli, sonra pıhtılaşmış bir kan, sonra bir çiğnem et, sonra iskelet, sonra et giydirilmiş beden ve sonunda kendisine ruh üflenmiş canlı bir varlık olarak özetleyebiliriz. “Üç karanlık”tan maksad ise; anne karnının karanlığı, döl yatağının karanlığı ve cenîni saran ince zarın karanlığıdır.
اِنْ تَكْفُرُوا فَاِنَّ اللّٰهَ غَنِيٌّ عَنْكُمْ وَلَا يَرْضٰى لِعِبَادِهِ الْكُفْرَۚ وَاِنْ تَشْكُرُوا يَرْضَهُ۬ لَكُمْۜ وَلَا تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰىۜ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ مَرْجِعُكُمْ فَيُنَبِّئُكُمْ بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٧
7﴿ (Ey müşrikler!) Eğer siz (benim dînimi inkâr ederek) kâfir olursanız, şüphesiz ki Allâh (hiçbir şeye muhtaç olmadığı için) sizden (de, îmânınızdan da müstağnî olan bir) Ğaniyy’dir. Yine de O, (çok merhametli olduğundan) kulları için (onlar adına zararlı olacak) kâfirliğe râzı olmaz! Ama şükrederseniz (buna ihtiyâcı olduğu için değil ebedî saâdetinize sebep olacağından dolayı) sizin için ondan râzı olur (ve bu yüzden sizi mükâfatlandırır). Zâten hiçbir ağır günahı taşıyıcı kimse bir diğerinin ağır günah yükünü taşımayacaktır. (Bu sebeple inkârcıların kâfirliğinin cezâsı hiçbir sûretle müminlere dokunmayacaktır. Nitekim îmân eden ve şirk koşanlar dâhil) sonra (hep birlikte) dönüşünüz ancak Rabbiniz(in sizi hesâba çekeceği mahşer)edir; O da (iyi ve kötü) sürekli yapmakta bulunmuş olduğunuz şeyleri(n karşılığını her birinize vererek amellerinizin kazandırdıklarını) size haber verecektir. Zîrâ şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), göğüslerin (ihtivâ ettiği kalplerin barındırdığı tüm sırları, niyetleri, inançları ve) sâhip olduğu şey(ler)i(n tamâmını hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
وَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَا رَبَّهُ مُن۪يبًا اِلَيْهِ ثُمَّ اِذَا خَوَّلَهُ نِعْمَةً مِنْهُ نَسِيَ مَا كَانَ يَدْعُٓوا اِلَيْهِ مِنْ قَبْلُ وَجَعَلَ لِلّٰهِ اَنْدَادًا لِيُضِلَّ عَنْ سَب۪يلِه۪ۜ قُلْ تَمَتَّعْ بِكُفْرِكَ قَل۪يلًاۗ اِنَّكَ مِنْ اَصْحَابِ النَّارِ ﴿٨
8﴿ Bir de o (kâfir) insana (hastalık ve kıtlık gibi) herhangi bir zarar dokunduğu zaman (her şeyden ümîdi kesip sâdece) Rabbine yönelici olarak O’na yalvarır. Sonra ona Kendi (nezdi)nden büyük bir nîmet verdiğinde ise, önceden (başına gelen belâyı açması için) Kendisine sürekli duâ etmekte olduğu O Zâtı(n, lütfuyla o belâyı nasıl açtığını düşünmeyip, O’na karşı şükür vazîfesini) unutur. Üstelik O’nun yolundan (insanları) saptırmak için Allâh’a (farklı) birtakım eşler (ve ortaklar) koşar. (Habîbim! Bu sıfatlara sâhip olan Ebû Cehil ve Utbe ibnü Rebî‘a gibi müşriklerden her birine) de ki: “Kâfirliğinle çok az (bir süre daha) faydalan. Çünkü şüphesiz sen o (cehennem) ateşin(in ayrılmaz) arkadaşlarındansın.”
اَمَّنْ هُوَ قَانِتٌ اٰنَٓاءَ الَّيْلِ سَاجِدًا وَقَٓائِمًا يَحْذَرُ الْاٰخِرَةَ وَيَرْجُوا رَحْمَةَ رَبِّه۪ۜ قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ اِنَّمَا يَتَذَكَّرُ اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ۟ ﴿٩
9﴿ (Ömrünü inkâr ve isyanla geçirerek cehennemi boylayan kişinin durumu mu daha iyidir) yoksa kendisi âhiret(in azap ve meşakkatlerin)den sakınmakta ve Rabbinin rahmetin(e erişmey)i ummakta olduğu hâlde, gecenin saatlerinde (namaz kılıp) secde eden ve kıyamda duran biri olarak itâat (ve ibâdet vazîfelerini îfâ) edici (olduğu için, sonsuz cenneti kazanan) kimse mi (dünyâ ve âhiret bakımından daha iyi konumdadır)?! (Habîbim! İlim ve amelin şerefini açıklamak üzere) de ki: “O kendileri (İslâm’ı) bilmekte ol(up, ona göre yaşay)an kimselerle, o kişiler eşit olur mu ki onlar (hak nâmına hiçbir şey) bilmezler (ve bu yüzden câhilce davranırlar ve sapıklık içerisinde bocalayıp kalırlar)?!” (Ama bunca açıklanan nasîhatlerden) ancak (karışık fikirlerden arınmış) hâlis akıllara sâhip kimseler iyice öğütlenir. (Müşriklerde ise böyle bir akıl ne arar.) Bu âyet-i celîledeki methiye, bu vasıflara sâhip tüm müminlere şâmil ise de, özellikle Ebû Bekr, Ömer, Osmân, İbnü Mes‘ûd, Ammâr ve Selmân (Radıyallâhu Anhüm) gibi müşahhas zatlar hakkında nâzil olduğu rivâyet edilmiştir. (Ebû Nu‘aym, el-Hılye, 1/56; İbnü ‘Asâkir, et-Târîh, 39/231-232, 43/377; İbnü Sa‘d, et-Tabekāt, 3/250; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 12/637)
قُلْ يَا عِبَادِ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا رَبَّكُمْۜ لِلَّذ۪ينَ اَحْسَنُوا ف۪ي هٰذِهِ الدُّنْيَا حَسَنَةٌۜ وَاَرْضُ اللّٰهِ وَاسِعَةٌۜ اِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ اَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿١٠
10﴿ (Habîbim! Mekke’de müşriklerin eziyetlerine mâruz kalan ashâbına tarafımdan) de ki: “Ey Benim îmân etmiş olan kullarım! (Emirlerini tutup, yasaklarından kaçmak sûretiyle) Rabbiniz(e isyân etmek)den hakkıyla sakının. Özellikle bu dünyâda güzel amel işlemiş bulunan o (mümin) kimseler için, (mükâfât olarak dünyâda zafer ve ganîmet, âhirette ise sonsuz nîmet ve cennetlerden ibâret) çok güzel büyük bir sevap vardır. (Eğer Mekke’de İslâm’ı rahatlıkla yaşayamadığınızdan şikâyetçiyseniz orada kalmanız gerekmez, İslâm’ı rahat yaşayacağınız yere gitmeniz gerekir.) Zâten Allâh’ın toprağı çok geniştir. (Her amelin belirli bir karşılığı varsa da) ancak sabredenlere ecirleri (ölçü ve tartıya tâbi olmaksızın) hesapsız olarak tamâmen verilecektir.”