v02.01.25 Geliştirme Notları
Zümer Sûresi
462
Cuz 24
41﴿ (Habîbim!) Şüphesiz Biz o Kitâb’ı sana, tüm insanlar(ın dünyâ ve âhiret yararları) için hak (ve hikmetler) ile iç içe olduğu hâlde indirdik. Artık her kim (onun hükümleriyle amel ederek) hidâyet bulursa, (onun doğru yolu bulması) kendi nefsinin lehinedir (zîrâ bunun menfaati kendine dönecektir). Kim de (o Kur’ân’ın muktezâsınca amel etmeyerek doğru yoldan) saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapmış olur. Zâten sen onlar üzerine aslâ bir vekîl değilsin (ki, onları zorla yola getiresin. Senin tebliğden başka bir görevin yoktur, bunu da hakkıyla yerine getirdin)!
42﴿ Allâh, o (eceli gelmiş) ruhları ölümleri anında tamâmen alır; o öl(üm vakitleri gel)memiş olanları(n ruhlarını) da uykularında (alır ve böylece ölüm ânında tamâmen, uykudaysa kısmen o ruhların bedenleriyle olan alâkalarını keser). Sonra kendileri hakkında ölüm karârı vermiş olduklarını (hâlleri üzere) tutar (da, bedenlerine geri döndürmez). Diğerlerini ise (ölümleri için) adı konulmuş bir süreye kadar (bedenlerine) salıverir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bu (şekilde ruhların alınmasında, tutulmasında ve salınması)nda, elbette (dirilmenin hak olduğu husûsunda) bir toplum için pek çok ve çok büyük âyetler vardır ki onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın eşsiz fiillerindeki üstün hikmetleri) iyice düşünmektedirler.
43﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar (peygamberler, âlimler ve şehitler gibi) Allâh(ın izni ve rızâsı ile şefâat edecek olanlar)dan başkasını birtakım şefâatçilere mi dönüştürdüler?! (Habîbim! O müşriklere) de ki: “(Sizin de gördüğünüz gibi) onlar hiçbir şeye mâlik olamıyor ve (hattâ) onlar (hiçbir şeyi) anlayamıyor olduysalar da mı (hâlâ onlardan şefâat umacaksınız)?!”
44﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Şefâat (etme hakkını verme yetkisi) tümüyle Allâh’a mahsustur. (Bu yüzden O’nun izni olmadan kimse kimseye yardım edemez. O hâlde ebedî kurtuluş için O’nun ibâdetiyle meşgul olmaktan başka çâre yoktur.) Göklerin ve yerin mülkü (hükümrânlık ve yönetimi) sâdece O’na âittir. Sonra siz ancak O’n(un âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz. (O da size hak ettiğiniz karşılıkları verecektir.)” Bâzılarının bu âyet-i kerîmeyi şefâatin inkârına delil saymaları, aşırı câhilliklerini ortaya koymaktadır. Zîrâ Âyetü’l-Kürsî dâhil birçok âyet-i kerîmede Allâh-u Te‘âlâ’nın izniyle âhirette bâzı kimselerin şefâat edecekleri açıkça bildirilmiştir. Birçok sahîh hadîs-i şerîfte de peygamberlerin, âlimlerin ve şehitlerin şefâat hakkına sâhip oldukları açıklanmıştır. (İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:4313, 2/1443)
45﴿ (Müşriklerin ilâhlarının esâmesi okunmayıp sâdece “Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur” anlamına gelen kelime-i tevhîd okunarak) Allâh; tek olduğu hâlde anıldığı zaman, âhirete îmân etmeyen o kimselerin yüzlerinde belirecek şekilde kalpleri büyüklenip nefret eder. Ama O (Allâh-u Sübhânehû)nun dışındakiler (tek başlarına ya da O’nunla berâber) anıldığı vakit birdenbire onlar, yüzlerinin derisinde belirecek şekilde sevinirler. Bâzı yanlış anlayış sâhiplerinin bu âyet-i kerîmeyi, evliyâdan diri olanlar veyâ ölmüş bulunanlar hürmetine Allâh-u Te‘âlâ’dan bir şey isteyen tevessül ehli hâlis müminler aleyhine okuması, konuya yabancı bir şey katmak kabîlindendir. Zîrâ velîlerden himmet isteyenler, Allâh-u Te‘âlâ’nın ism-i şerîfi anıldığında en çok sevinenlerdir. Zâten İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi birçok büyük müfessirden nakledildiğine göre bu âyet-i kerîmede bahsedilen “Âhirete inanmayan kimseler”den maksad; genel mânâda tüm müşrikler, özel olarak ise; Ebû Cehil, Velîd ibnü Ukbe, Safvân ve Übeyy ibnü Halef gibi kâfirlerdir. Allâh dışında anılanlar ise Lât ve Uzza putlarıdır. Artık bu gibi âyet-i kerîmeleri tasavvuf ehli samîmî Müslümanlar hakkında yorumlamanın ne îmânla, ne de insafla bağdaşır yanı yoktur!
46﴿ (Habîbim! Bu müşrikleri yola getirmek için çekmiş olduğun bunca sıkıntı ve zahmetten sonra artık onlar adına üzülmeyi bırak da, Benim büyük isimlerimi ve yüce sıfatlarımı zikrederek Bana yalvarmak üzere) de ki: “Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı; (ey hislerin idrâk edemediği) tüm görünmeyenleri de, tüm görünenleri de bilen Allâh! O (insa)nların özellikle kendisi hakkında sürekli ihtilâf eder oldukları şeyler husûsunda kullarının arasında (ancak) Sen karar vereceksin. (Böylece dünyâda veyâ âhirette uğratacağın musîbetlere ve azaplara dûçâr olan her azgın ve inatçı kişi yanlış yolda olduğunu îtirâf etme mecbûriyetinde kalacaktır.)
47﴿ Eğer yer(yüzün)de bulunan (türlü türlü) şeylerin hepsi birlikte, berâberinde de onun bir misli (mal-mülk), gerçekten de o (şirk koşarak) zulmetmiş kimselere âit olsa, kıyâmet günü (karşılaşacakları) o kötü azaptan dolayı elbette onu fidye olarak verirlerdi. Ama onların (azap çeşitlerinden hiç) hesap eder olmadıkları (nice) şeyler Allâh (tarafın)dan kendilerine belirmiştir.
سُورَةُ الزُّمَرِ
الجزء ٢٤
٤٦٢
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟ ﴿٤١
اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٢
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٣
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٤٤
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٥
قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٤٦
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ ﴿٤٧
Zümer Sûresi
462
Cuz 24
اِنَّٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْكِتَابَ لِلنَّاسِ بِالْحَقِّۚ فَمَنِ اهْتَدٰى فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ ضَلَّ فَاِنَّمَا يَضِلُّ عَلَيْهَاۚ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ۟ ﴿٤١
41﴿ (Habîbim!) Şüphesiz Biz o Kitâb’ı sana, tüm insanlar(ın dünyâ ve âhiret yararları) için hak (ve hikmetler) ile iç içe olduğu hâlde indirdik. Artık her kim (onun hükümleriyle amel ederek) hidâyet bulursa, (onun doğru yolu bulması) kendi nefsinin lehinedir (zîrâ bunun menfaati kendine dönecektir). Kim de (o Kur’ân’ın muktezâsınca amel etmeyerek doğru yoldan) saparsa, o da ancak kendi aleyhine sapmış olur. Zâten sen onlar üzerine aslâ bir vekîl değilsin (ki, onları zorla yola getiresin. Senin tebliğden başka bir görevin yoktur, bunu da hakkıyla yerine getirdin)!
اَللّٰهُ يَتَوَفَّى الْاَنْفُسَ ح۪ينَ مَوْتِهَا وَالَّت۪ي لَمْ تَمُتْ ف۪ي مَنَامِهَاۚ فَيُمْسِكُ الَّت۪ي قَضٰى عَلَيْهَا الْمَوْتَ وَيُرْسِلُ الْاُخْرٰٓى اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّىۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿٤٢
42﴿ Allâh, o (eceli gelmiş) ruhları ölümleri anında tamâmen alır; o öl(üm vakitleri gel)memiş olanları(n ruhlarını) da uykularında (alır ve böylece ölüm ânında tamâmen, uykudaysa kısmen o ruhların bedenleriyle olan alâkalarını keser). Sonra kendileri hakkında ölüm karârı vermiş olduklarını (hâlleri üzere) tutar (da, bedenlerine geri döndürmez). Diğerlerini ise (ölümleri için) adı konulmuş bir süreye kadar (bedenlerine) salıverir. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten bu (şekilde ruhların alınmasında, tutulmasında ve salınması)nda, elbette (dirilmenin hak olduğu husûsunda) bir toplum için pek çok ve çok büyük âyetler vardır ki onlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın eşsiz fiillerindeki üstün hikmetleri) iyice düşünmektedirler.
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ شُفَعَٓاءَۜ قُلْ اَوَلَوْ كَانُوا لَا يَمْلِكُونَ شَيْـًٔا وَلَا يَعْقِلُونَ ﴿٤٣
43﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar (peygamberler, âlimler ve şehitler gibi) Allâh(ın izni ve rızâsı ile şefâat edecek olanlar)dan başkasını birtakım şefâatçilere mi dönüştürdüler?! (Habîbim! O müşriklere) de ki: “(Sizin de gördüğünüz gibi) onlar hiçbir şeye mâlik olamıyor ve (hattâ) onlar (hiçbir şeyi) anlayamıyor olduysalar da mı (hâlâ onlardan şefâat umacaksınız)?!”
قُلْ لِلّٰهِ الشَّفَاعَةُ جَم۪يعًاۜ لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ ثُمَّ اِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٤٤
44﴿ (Rasûlüm!) De ki: “Şefâat (etme hakkını verme yetkisi) tümüyle Allâh’a mahsustur. (Bu yüzden O’nun izni olmadan kimse kimseye yardım edemez. O hâlde ebedî kurtuluş için O’nun ibâdetiyle meşgul olmaktan başka çâre yoktur.) Göklerin ve yerin mülkü (hükümrânlık ve yönetimi) sâdece O’na âittir. Sonra siz ancak O’n(un âhiret yurdun)a döndürüleceksiniz. (O da size hak ettiğiniz karşılıkları verecektir.)” Bâzılarının bu âyet-i kerîmeyi şefâatin inkârına delil saymaları, aşırı câhilliklerini ortaya koymaktadır. Zîrâ Âyetü’l-Kürsî dâhil birçok âyet-i kerîmede Allâh-u Te‘âlâ’nın izniyle âhirette bâzı kimselerin şefâat edecekleri açıkça bildirilmiştir. Birçok sahîh hadîs-i şerîfte de peygamberlerin, âlimlerin ve şehitlerin şefâat hakkına sâhip oldukları açıklanmıştır. (İbnü Mâce, es-Sünen, rakam:4313, 2/1443)
وَاِذَا ذُكِرَ اللّٰهُ وَحْدَهُ اشْمَاَزَّتْ قُلُوبُ الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِالْاٰخِرَةِۚ وَاِذَا ذُكِرَ الَّذ۪ينَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِذَا هُمْ يَسْتَبْشِرُونَ ﴿٤٥
45﴿ (Müşriklerin ilâhlarının esâmesi okunmayıp sâdece “Allâh’tan başka hiçbir ilâh yoktur” anlamına gelen kelime-i tevhîd okunarak) Allâh; tek olduğu hâlde anıldığı zaman, âhirete îmân etmeyen o kimselerin yüzlerinde belirecek şekilde kalpleri büyüklenip nefret eder. Ama O (Allâh-u Sübhânehû)nun dışındakiler (tek başlarına ya da O’nunla berâber) anıldığı vakit birdenbire onlar, yüzlerinin derisinde belirecek şekilde sevinirler. Bâzı yanlış anlayış sâhiplerinin bu âyet-i kerîmeyi, evliyâdan diri olanlar veyâ ölmüş bulunanlar hürmetine Allâh-u Te‘âlâ’dan bir şey isteyen tevessül ehli hâlis müminler aleyhine okuması, konuya yabancı bir şey katmak kabîlindendir. Zîrâ velîlerden himmet isteyenler, Allâh-u Te‘âlâ’nın ism-i şerîfi anıldığında en çok sevinenlerdir. Zâten İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi birçok büyük müfessirden nakledildiğine göre bu âyet-i kerîmede bahsedilen “Âhirete inanmayan kimseler”den maksad; genel mânâda tüm müşrikler, özel olarak ise; Ebû Cehil, Velîd ibnü Ukbe, Safvân ve Übeyy ibnü Halef gibi kâfirlerdir. Allâh dışında anılanlar ise Lât ve Uzza putlarıdır. Artık bu gibi âyet-i kerîmeleri tasavvuf ehli samîmî Müslümanlar hakkında yorumlamanın ne îmânla, ne de insafla bağdaşır yanı yoktur!
قُلِ اللّٰهُمَّ فَاطِرَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ عَالِمَ الْغَيْبِ وَالشَّهَادَةِ اَنْتَ تَحْكُمُ بَيْنَ عِبَادِكَ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿٤٦
46﴿ (Habîbim! Bu müşrikleri yola getirmek için çekmiş olduğun bunca sıkıntı ve zahmetten sonra artık onlar adına üzülmeyi bırak da, Benim büyük isimlerimi ve yüce sıfatlarımı zikrederek Bana yalvarmak üzere) de ki: “Ey göklerin ve yerin yoktan yaratıcısı; (ey hislerin idrâk edemediği) tüm görünmeyenleri de, tüm görünenleri de bilen Allâh! O (insa)nların özellikle kendisi hakkında sürekli ihtilâf eder oldukları şeyler husûsunda kullarının arasında (ancak) Sen karar vereceksin. (Böylece dünyâda veyâ âhirette uğratacağın musîbetlere ve azaplara dûçâr olan her azgın ve inatçı kişi yanlış yolda olduğunu îtirâf etme mecbûriyetinde kalacaktır.)
وَلَوْ اَنَّ لِلَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا وَمِثْلَهُ مَعَهُ لَافْتَدَوْا بِه۪ مِنْ سُٓوءِ الْعَذَابِ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ وَبَدَا لَهُمْ مِنَ اللّٰهِ مَا لَمْ يَكُونُوا يَحْتَسِبُونَ ﴿٤٧
47﴿ Eğer yer(yüzün)de bulunan (türlü türlü) şeylerin hepsi birlikte, berâberinde de onun bir misli (mal-mülk), gerçekten de o (şirk koşarak) zulmetmiş kimselere âit olsa, kıyâmet günü (karşılaşacakları) o kötü azaptan dolayı elbette onu fidye olarak verirlerdi. Ama onların (azap çeşitlerinden hiç) hesap eder olmadıkları (nice) şeyler Allâh (tarafın)dan kendilerine belirmiştir.