v02.01.25 Geliştirme Notları
Zümer Sûresi
463
Cuz 24
48﴿ (İşte) böylece (amel defterleri önlerine çıkarıldığı zaman, Allâh’a ortak koşmak ve O’nun dostlarına zulmetmek gibi) kazanmış oldukları kötü şeyler onlara belirmiştir. (Peygamberler ve kitaplar gibi) özellikle kendisiyle sürekli alay eder oldukları o şeyler(in azap ve vebâli) de kendilerini kuşatmıştır.
49﴿ İşte insana (hastalık ve fakirlik gibi) bir zarar dokunduğu zaman (o belâyı başından kaldırmamız için) Bize duâ eder. Sonra karşılıksız olarak ona Biz(im nezdimiz)den büyük bir nîmeti verdiğimizde ise: “O (nîmet) bana (rastgele değil) ancak (bu nîmetlerin kazanılması hakkında sâhip olduğum) büyük bir ilim üzere (bulunduğum için) verilmiştir” der. Doğrusu o (nîmetler, kendisi hakkında imtihan vesîlesi olacak) büyük bir fitnedir. Velâkin onların ekseriyeti (bunun böyle olduğunu) bilmezler.
50﴿ Onlardan önceki o (Kārûn gibi zengin) kimseler de kesinlikle bunu(n bir benzerini) söylemişti ama (dünyâ malından) sürekli kazanır oldukları şeyler (Allâh’ın azâbına uğradıkları zaman) onlardan (belâları) defedememişti.
51﴿ Nihâyet kazanmış oldukları o kötü şeyler(in cezâsı) onlara isâbet etmiştir. İşte bu (müşrik ola)nlardan (şirkte ısrarcı olarak) zulüm yapmış olan o kimselere gelince, yakında onlara da kazanmış oldukları kötü şeyler(in cezâsı) isâbet edecektir. Zâten onlar (yapmak istediğimiz azaplardan Bizi) aslâ âciz bırakıcı kimseler değillerdir. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; âyet-i kerîmede, şirkten vazgeçip Müslüman olacak kişiler tehdit dışı bırakılmış, kâfirlikte ısrâr edecek olanlar ise, pek yakında başlarına gelecek birtakım felâketlerle tehdit olunmuşlardır. Bu azaptan maksad; dünyevî olabilir ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hicretinin ardından yedi sene süren kıtlığa uğramalarıyla ve Bedir’de yetmiş tâne önderlerini kaybetmeleriyle bu İlâhî va‘îd yerini bulmuştur. Gerçi âhiret azâbıyla tehdit olundukları görüşü de vardır. Her iki azâba şâmil olan genel bir tehdit de söz konusu olabilir. (el-Beyzâvî, el-Medârik)
52﴿ Bir de onlar bilmediler mi ki; gerçekten Allâh rızkı murâd ettiği kimse için genişletir ve (dilediği için de) daraltır. (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (şekilde Mekke müşriklerinin çektikleri yedi sene kuraklığın ardından, kimsenin müdâhalesi söz konusu olmaksızın yedi sene de bolluğa kavuşmaları)nda bir kavim için elbette çok büyük nice âyetler vardır ki onlar (hakîkatte sebeplerin bir şeye yaramadığını anlayıp tüm olayların sâdece Allâh-u Te‘âlâ’nın yönetiminde olduğuna) îmân etmektedirler.
53﴿ (Habîbim! Câhiliyet döneminde çok adam öldüren, zinâ yapan ve kul hakkına giren müşriklerden sana gelip, îmân etmeleri hâlinde tevbelerinin kabûl olup olmayacağını ve evvelce yaptıklarının bir keffâreti bulunup bulunmadığını soran o kişilere Benim tarafımdan) de ki: “Ey kendileri (en büyük günahları işleyerek) nefislerinin aleyhine haddi aşmış (ve kendilerini zarara sokmuş) bulunan kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olmayın. Zîrâ şüphesiz ki Allâh (şirk dışındaki tüm) günahları hep birlikte olarak bağışlar. Gerçekten O, ancak O, (en büyük günahları dahî çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için sıkıntılarını gideren bir) Rahîm’dir. Ehl-i Sünnet’e göre şirkin bağışlanması îmân şartına bağlıdır, diğer günahların mağfireti içinse tevbe şart değildir. Ama bu, “Kulun tevbe etmesi lâzım değil” anlamına gelmeyip, “Allâh-u Te‘âlâ dilediğini tevbesiz de afv edebilir” demektir. Zîrâ tevbesiz ölenin durumu, Allâh-u Te‘âlâ’nın dilemesine ısmarlanmıştır; dilerse afv eder, isterse azâb eder. (el-Beyzâvî; el-Âlûsî)
54﴿ (Ey kullar!) Size azap gelmeden önce (tüm günahlarınıza tevbe edip kendinizi ibâdete ayırarak) Rabbinize yönelin ve (tüm amellerinizi) O’nun için (has ve) hâlis yapın. Sonra (hiçbir kimse tarafından) yardım olun(a)mazsınız.
55﴿ Siz farkında olmadığınız hâlde azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilmiş olan (Kur’ân)ın (neshedilen âyetlerine ve ruhsatlar açıklayan bölümlerine değil de, nesheden ve azîmetleri bildiren o) en güzel (âyetler)ine hakkıyla tâbi olun.
56﴿ Tâ ki birçok can: ‘Allâh(ın tâat ve ibâdetini yerine getirme) hakkında çok noksanlıkta bulunduğumdan dolayı ey benim pişmanlığım (neredesin gel! Şimdi senin tam zamânın)! Üstelik gerçekten ben elbette (Allâh’ın dîniyle) alay edenlerden olmuştum’ de(yip de faydasını görmeyeceği bir anda boşuna pişmanlık çek)mesin diye (siz şimdiden Kur’ân’a tâbi olun).
سُورَةُ الزُّمَرِ
الجزء ٢٤
٤٦٣
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٤٨
فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٩
قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٥٠
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿٥١
اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٥٢
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٥٣
وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿٥٤
وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ ﴿٥٥
اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ ﴿٥٦
Zümer Sûresi
463
Cuz 24
وَبَدَا لَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُوا وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٤٨
48﴿ (İşte) böylece (amel defterleri önlerine çıkarıldığı zaman, Allâh’a ortak koşmak ve O’nun dostlarına zulmetmek gibi) kazanmış oldukları kötü şeyler onlara belirmiştir. (Peygamberler ve kitaplar gibi) özellikle kendisiyle sürekli alay eder oldukları o şeyler(in azap ve vebâli) de kendilerini kuşatmıştır.
فَاِذَا مَسَّ الْاِنْسَانَ ضُرٌّ دَعَانَاۘ ثُمَّ اِذَا خَوَّلْنَاهُ نِعْمَةً مِنَّاۙ قَالَ اِنَّمَٓا اُو۫ت۪يتُهُ عَلٰى عِلْمٍۜ بَلْ هِيَ فِتْنَةٌ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٤٩
49﴿ İşte insana (hastalık ve fakirlik gibi) bir zarar dokunduğu zaman (o belâyı başından kaldırmamız için) Bize duâ eder. Sonra karşılıksız olarak ona Biz(im nezdimiz)den büyük bir nîmeti verdiğimizde ise: “O (nîmet) bana (rastgele değil) ancak (bu nîmetlerin kazanılması hakkında sâhip olduğum) büyük bir ilim üzere (bulunduğum için) verilmiştir” der. Doğrusu o (nîmetler, kendisi hakkında imtihan vesîlesi olacak) büyük bir fitnedir. Velâkin onların ekseriyeti (bunun böyle olduğunu) bilmezler.
قَدْ قَالَهَا الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٥٠
50﴿ Onlardan önceki o (Kārûn gibi zengin) kimseler de kesinlikle bunu(n bir benzerini) söylemişti ama (dünyâ malından) sürekli kazanır oldukları şeyler (Allâh’ın azâbına uğradıkları zaman) onlardan (belâları) defedememişti.
فَاَصَابَهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۜ وَالَّذ۪ينَ ظَلَمُوا مِنْ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ سَيُص۪يبُهُمْ سَيِّـَٔاتُ مَا كَسَبُواۙ وَمَا هُمْ بِمُعْجِز۪ينَ ﴿٥١
51﴿ Nihâyet kazanmış oldukları o kötü şeyler(in cezâsı) onlara isâbet etmiştir. İşte bu (müşrik ola)nlardan (şirkte ısrarcı olarak) zulüm yapmış olan o kimselere gelince, yakında onlara da kazanmış oldukları kötü şeyler(in cezâsı) isâbet edecektir. Zâten onlar (yapmak istediğimiz azaplardan Bizi) aslâ âciz bırakıcı kimseler değillerdir. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; âyet-i kerîmede, şirkten vazgeçip Müslüman olacak kişiler tehdit dışı bırakılmış, kâfirlikte ısrâr edecek olanlar ise, pek yakında başlarına gelecek birtakım felâketlerle tehdit olunmuşlardır. Bu azaptan maksad; dünyevî olabilir ki, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in hicretinin ardından yedi sene süren kıtlığa uğramalarıyla ve Bedir’de yetmiş tâne önderlerini kaybetmeleriyle bu İlâhî va‘îd yerini bulmuştur. Gerçi âhiret azâbıyla tehdit olundukları görüşü de vardır. Her iki azâba şâmil olan genel bir tehdit de söz konusu olabilir. (el-Beyzâvî, el-Medârik)
اَوَلَمْ يَعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يُؤْمِنُونَ۟ ﴿٥٢
52﴿ Bir de onlar bilmediler mi ki; gerçekten Allâh rızkı murâd ettiği kimse için genişletir ve (dilediği için de) daraltır. (Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (şekilde Mekke müşriklerinin çektikleri yedi sene kuraklığın ardından, kimsenin müdâhalesi söz konusu olmaksızın yedi sene de bolluğa kavuşmaları)nda bir kavim için elbette çok büyük nice âyetler vardır ki onlar (hakîkatte sebeplerin bir şeye yaramadığını anlayıp tüm olayların sâdece Allâh-u Te‘âlâ’nın yönetiminde olduğuna) îmân etmektedirler.
قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذ۪ينَ اَسْرَفُوا عَلٰٓى اَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَم۪يعًاۜ اِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٥٣
53﴿ (Habîbim! Câhiliyet döneminde çok adam öldüren, zinâ yapan ve kul hakkına giren müşriklerden sana gelip, îmân etmeleri hâlinde tevbelerinin kabûl olup olmayacağını ve evvelce yaptıklarının bir keffâreti bulunup bulunmadığını soran o kişilere Benim tarafımdan) de ki: “Ey kendileri (en büyük günahları işleyerek) nefislerinin aleyhine haddi aşmış (ve kendilerini zarara sokmuş) bulunan kullarım! Allâh’ın rahmetinden ümitsiz olmayın. Zîrâ şüphesiz ki Allâh (şirk dışındaki tüm) günahları hep birlikte olarak bağışlar. Gerçekten O, ancak O, (en büyük günahları dahî çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için sıkıntılarını gideren bir) Rahîm’dir. Ehl-i Sünnet’e göre şirkin bağışlanması îmân şartına bağlıdır, diğer günahların mağfireti içinse tevbe şart değildir. Ama bu, “Kulun tevbe etmesi lâzım değil” anlamına gelmeyip, “Allâh-u Te‘âlâ dilediğini tevbesiz de afv edebilir” demektir. Zîrâ tevbesiz ölenin durumu, Allâh-u Te‘âlâ’nın dilemesine ısmarlanmıştır; dilerse afv eder, isterse azâb eder. (el-Beyzâvî; el-Âlûsî)
وَاَن۪يبُٓوا اِلٰى رَبِّكُمْ وَاَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ ﴿٥٤
54﴿ (Ey kullar!) Size azap gelmeden önce (tüm günahlarınıza tevbe edip kendinizi ibâdete ayırarak) Rabbinize yönelin ve (tüm amellerinizi) O’nun için (has ve) hâlis yapın. Sonra (hiçbir kimse tarafından) yardım olun(a)mazsınız.
وَاتَّبِعُٓوا اَحْسَنَ مَٓا اُنْزِلَ اِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَۙ ﴿٥٥
55﴿ Siz farkında olmadığınız hâlde azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilmiş olan (Kur’ân)ın (neshedilen âyetlerine ve ruhsatlar açıklayan bölümlerine değil de, nesheden ve azîmetleri bildiren o) en güzel (âyetler)ine hakkıyla tâbi olun.
اَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتٰى عَلٰى مَا فَرَّطْتُ ف۪ي جَنْبِ اللّٰهِ وَاِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِر۪ينَۙ ﴿٥٦
56﴿ Tâ ki birçok can: ‘Allâh(ın tâat ve ibâdetini yerine getirme) hakkında çok noksanlıkta bulunduğumdan dolayı ey benim pişmanlığım (neredesin gel! Şimdi senin tam zamânın)! Üstelik gerçekten ben elbette (Allâh’ın dîniyle) alay edenlerden olmuştum’ de(yip de faydasını görmeyeceği bir anda boşuna pişmanlık çek)mesin diye (siz şimdiden Kur’ân’a tâbi olun).