v02.01.25 Geliştirme Notları
Zümer Sûresi
464
Cuz 24
57﴿ Ya da (içinizden birçok kişi): ‘Gerçekten Allâh beni (İslâm’a) hidâyet etmiş olsaydı elbette ben (şirkten ve günahlardan hakkıyla sakınan) takvâ sâhibi kimselerden olmuştum’ demesin diye (şimdiden hepiniz Kur’ân’a hakkıyla uyun).
58﴿ Ya da azâbı gördüğü zaman (birçok nefis): ‘Keşke gerçekten benim için (dünyâya tekrar) bir dönüş olsaydı da hemen ben güzel amel işleyen kimselerden olaydım’ de(mek sûretiyle faydalanamayacağı bir anda boş yere hasret çek)mesin diye (siz şimdiden Kur’ân’a tâbi olun).”
59﴿ (Böyle diyen kâfire Allâh-u Te‘âlâ buyuracak ki:) Hayır! (Sen: “Allâh beni hidâyet etseydi ben de müminlerden olurdum” gibi sözlerinle mâzur sayılacağını sanma! Zîrâ) kesinlikle sana Benim âyetlerim gelmişti, ama sen (hiç düşünme ihtiyâcı bile duymaksızın) onları yalanlamıştın ve son derece kibirlenmiştin de (tüm hidâyet imkânlarına sâhip olduğun hâlde inadına) kâfirlerden olmuştun.
60﴿ (Habîbim!) Bir de sen Allâh’a (eş, ortak ve çocuk isnâd ederek dünyâda iken O’na) karşı yalan uydurmuş olan o kimseleri kıyâmet gününde göreceksin ki, yüzleri kapkaradır. O (âyetler karşısında boyun bükmeyip) büyüklük taslayan kimseler için cehennemin içinde ebedî bir yerleşim yeri (mevcut) olmadı mı?!
61﴿ O (kâfirlerin sâhip olduğu kötü sıfatlardan son derece sakınarak) takvâ sâhibi olmuş kimseleri ise, Allâh kurtuluşları(na vesîle olacak güzel amelleri) sebebiyle (fevz-ü) necâta kavuşturacaktır. (Cehenneme girmek bir yana) onlara (ateşin sesini işitmek gibi) kötü bir şey (bile) dokunmayacaktır ve (herkes üzüntüye boğulurken) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.
62﴿ Ancak Allâh (hayır ve şer, îmân ve küfür dâhil) her şeyin yaratıcısıdır. Üstelik O, her bir şey üzerine (murâkıb olan bir koruyucu ve bütün işlerin mütevellîsi olan bir) Vekîl’dir. (Dolayısıyla tüm yaratılmışlar var oluşlarında O’na muhtaç oldukları gibi, varlıklarını sürdürebilmeleri için de yine ancak O’na muhtaçtırlar.)
63﴿ Göklerin ve yerin (hazînelerinin) anahtarları sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. (Dolayısıyla onlarda bulunanların sâhibi ve mâliki, yöneticisi ve koruyucusu ancak O’dur. Hâl böyleyken bu yüce sıfatlarla muttasıf olan) Allâh’ın âyetlerini (eşsiz kudretinin delillerini ve tevhîd kelimelerini) inkâr etmiş olan o kimseler ise, (Habîbim!) işte sana! Ancak onlar, hüsrâna uğrayan (ve kendilerini en büyük zarara uğratan)ların ta kendileridir.
64﴿ (Habîbim! Sâdece Allâh-u Te‘âlâ’ya ibâdeti gerektiren bunca delilleri gördükleri hâlde hâlâ sana: “Sen bizim putlarımızdan bâzısına el sür, biz de senin İlâhına inanalım” diyebilen o ahmaklara) de ki: “Ey câhiller! Siz hâlâ bana özellikle Allâh’tan başkasına tapayım diye mi emir veriyorsunuz?!”
65﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette sana da, senden önceki (peygamber)lere de kesinlikle (şu hakîkat) vahyolunmuştur ki: “(Ey peygamberim!) Yemîn olsun; (faraza Allâh-u Te‘âlâ’ya herhangi bir şeyi ortak ederek) şirk koşacak olursan, elbette (evvelce yapmış olduğun bunca güzel) amellerin mutlaka boşa gider ve kesinlikle sen elbette hüsrâna uğramış kimselerden olursun.
66﴿ Hayır! (O müşriklere aslâ uyma! Eğer iki cihan saâdetine ulaşmak istiyorsan) hemen sen ancak Allâh’a ibâdet et ve (başta peygamberlik nîmeti olmak üzere sana ikrâm etmiş olduğu sonsuz iyiliklerine karşı O’na) şükredenlerden ol.”
67﴿ Bir de o (Allâh’a ortak koşa)nlar (ve O’nu cisimlere âit vasıflarla niteleyen Yahûdîler) hak ettiği takdîr (ve tâzim) ile Allâh’ı takdîr etmediler. Hâlbuki kıyâmet gününde yer(yüzünün tamâmı yedi kat tabakasıyla) birlikte olarak O’nun kabzasıdır (ve sâdece O’nun yönetimi altındadır). Gökler de O’nun üstün kudretiyle dürülmüş şeylerdir. O’nu (herhangi bir şeye benzemekten) tesbîh ile (tenzîh edin). Zâten onların ortak koştukları şeylerden O dâimâ çok yüce olmuştur. Bu âyet-i kerîme (mânâsı hakkında kesin konuşulamayan) müteşâbih âyetlerdendir. Selef-i sâlihîn; Allâh-u Te‘âlâ’yı el ve yüz gibi uzuvlardan tenzîh etmekle birlikte, O’nun Kendi Zâtına nispet ettiği şeylere, Kendisinin dilediği mânâda îmân ederler. Halef diye tâbir edilen ulemâ ise; âyet-i celîlede geçen: “Kabza” tâbirini “Mülk ve tasarruf (sâhip olma ve yönetim)” anlamında değerlendirmişlerdir. Nitekim “Burası falanın avucundadır” tâbiri, o kişinin oradaki hâkimiyetini ifâde ettiği gibi, burada da avucuna aldığı bir şeyi kolaylıkla istediği şekle çeviren bir kimse gibi, kıyâmet günü Allâh-u Te‘âlâ’nın, yedi kat yeri bir anda harap edebilecek güce sâhip olduğu anlatılmaktadır. “Yemîn” tâbiri ise; eksiksiz gücü temsil etmektedir. Yoksa “Allâh-u Te‘âlâ’nın bizim gibi sağ ve sol elleri var” anlamında değildir. Böylece; yerden çok daha büyük olan yedi kat göklerin de kıyâmet günü, sağ elde dürülen bir tomar kâğıt gibi Allâh-u Te‘âlâ’nın kudreti karşısında dayanamayıp, O’nun murâdı doğrultusunda yok olacağı belirtilmiştir. (et-Teysîr; el-Beyzâvî; el-Medârik; el-Âlûsî)
سُورَةُ الزُّمَرِ
الجزء ٢٤
٤٦٤
اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٥٧
اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٨
بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٥٩
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٦٠
وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦١
اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ ﴿٦٢
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿٦٣
قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ ﴿٦٤
وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٦٥
بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿٦٦
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٦٧
Zümer Sûresi
464
Cuz 24
اَوْ تَقُولَ لَوْ اَنَّ اللّٰهَ هَدٰين۪ي لَكُنْتُ مِنَ الْمُتَّق۪ينَۙ ﴿٥٧
57﴿ Ya da (içinizden birçok kişi): ‘Gerçekten Allâh beni (İslâm’a) hidâyet etmiş olsaydı elbette ben (şirkten ve günahlardan hakkıyla sakınan) takvâ sâhibi kimselerden olmuştum’ demesin diye (şimdiden hepiniz Kur’ân’a hakkıyla uyun).
اَوْ تَقُولَ ح۪ينَ تَرَى الْعَذَابَ لَوْ اَنَّ ل۪ي كَرَّةً فَاَكُونَ مِنَ الْمُحْسِن۪ينَ ﴿٥٨
58﴿ Ya da azâbı gördüğü zaman (birçok nefis): ‘Keşke gerçekten benim için (dünyâya tekrar) bir dönüş olsaydı da hemen ben güzel amel işleyen kimselerden olaydım’ de(mek sûretiyle faydalanamayacağı bir anda boş yere hasret çek)mesin diye (siz şimdiden Kur’ân’a tâbi olun).”
بَلٰى قَدْ جَٓاءَتْكَ اٰيَات۪ي فَكَذَّبْتَ بِهَا وَاسْتَكْبَرْتَ وَكُنْتَ مِنَ الْكَافِر۪ينَ ﴿٥٩
59﴿ (Böyle diyen kâfire Allâh-u Te‘âlâ buyuracak ki:) Hayır! (Sen: “Allâh beni hidâyet etseydi ben de müminlerden olurdum” gibi sözlerinle mâzur sayılacağını sanma! Zîrâ) kesinlikle sana Benim âyetlerim gelmişti, ama sen (hiç düşünme ihtiyâcı bile duymaksızın) onları yalanlamıştın ve son derece kibirlenmiştin de (tüm hidâyet imkânlarına sâhip olduğun hâlde inadına) kâfirlerden olmuştun.
وَيَوْمَ الْقِيٰمَةِ تَرَى الَّذ۪ينَ كَذَبُوا عَلَى اللّٰهِ وُجُوهُهُمْ مُسْوَدَّةٌۜ اَلَيْسَ ف۪ي جَهَنَّمَ مَثْوًى لِلْمُتَكَبِّر۪ينَ ﴿٦٠
60﴿ (Habîbim!) Bir de sen Allâh’a (eş, ortak ve çocuk isnâd ederek dünyâda iken O’na) karşı yalan uydurmuş olan o kimseleri kıyâmet gününde göreceksin ki, yüzleri kapkaradır. O (âyetler karşısında boyun bükmeyip) büyüklük taslayan kimseler için cehennemin içinde ebedî bir yerleşim yeri (mevcut) olmadı mı?!
وَيُنَجِّي اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اتَّقَوْا بِمَفَازَتِهِمْۘ لَا يَمَسُّهُمُ السُّٓوءُ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَ ﴿٦١
61﴿ O (kâfirlerin sâhip olduğu kötü sıfatlardan son derece sakınarak) takvâ sâhibi olmuş kimseleri ise, Allâh kurtuluşları(na vesîle olacak güzel amelleri) sebebiyle (fevz-ü) necâta kavuşturacaktır. (Cehenneme girmek bir yana) onlara (ateşin sesini işitmek gibi) kötü bir şey (bile) dokunmayacaktır ve (herkes üzüntüye boğulurken) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.
اَللّٰهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ وَك۪يلٌ ﴿٦٢
62﴿ Ancak Allâh (hayır ve şer, îmân ve küfür dâhil) her şeyin yaratıcısıdır. Üstelik O, her bir şey üzerine (murâkıb olan bir koruyucu ve bütün işlerin mütevellîsi olan bir) Vekîl’dir. (Dolayısıyla tüm yaratılmışlar var oluşlarında O’na muhtaç oldukları gibi, varlıklarını sürdürebilmeleri için de yine ancak O’na muhtaçtırlar.)
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْخَاسِرُونَ۟ ﴿٦٣
63﴿ Göklerin ve yerin (hazînelerinin) anahtarları sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. (Dolayısıyla onlarda bulunanların sâhibi ve mâliki, yöneticisi ve koruyucusu ancak O’dur. Hâl böyleyken bu yüce sıfatlarla muttasıf olan) Allâh’ın âyetlerini (eşsiz kudretinin delillerini ve tevhîd kelimelerini) inkâr etmiş olan o kimseler ise, (Habîbim!) işte sana! Ancak onlar, hüsrâna uğrayan (ve kendilerini en büyük zarara uğratan)ların ta kendileridir.
قُلْ اَفَغَيْرَ اللّٰهِ تَأْمُرُٓونّ۪ٓي اَعْبُدُ اَيُّهَا الْجَاهِلُونَ ﴿٦٤
64﴿ (Habîbim! Sâdece Allâh-u Te‘âlâ’ya ibâdeti gerektiren bunca delilleri gördükleri hâlde hâlâ sana: “Sen bizim putlarımızdan bâzısına el sür, biz de senin İlâhına inanalım” diyebilen o ahmaklara) de ki: “Ey câhiller! Siz hâlâ bana özellikle Allâh’tan başkasına tapayım diye mi emir veriyorsunuz?!”
وَلَقَدْ اُو۫حِيَ اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۚ لَئِنْ اَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِر۪ينَ ﴿٦٥
65﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette sana da, senden önceki (peygamber)lere de kesinlikle (şu hakîkat) vahyolunmuştur ki: “(Ey peygamberim!) Yemîn olsun; (faraza Allâh-u Te‘âlâ’ya herhangi bir şeyi ortak ederek) şirk koşacak olursan, elbette (evvelce yapmış olduğun bunca güzel) amellerin mutlaka boşa gider ve kesinlikle sen elbette hüsrâna uğramış kimselerden olursun.
بَلِ اللّٰهَ فَاعْبُدْ وَكُنْ مِنَ الشَّاكِر۪ينَ ﴿٦٦
66﴿ Hayır! (O müşriklere aslâ uyma! Eğer iki cihan saâdetine ulaşmak istiyorsan) hemen sen ancak Allâh’a ibâdet et ve (başta peygamberlik nîmeti olmak üzere sana ikrâm etmiş olduğu sonsuz iyiliklerine karşı O’na) şükredenlerden ol.”
وَمَا قَدَرُوا اللّٰهَ حَقَّ قَدْرِه۪ۗ وَالْاَرْضُ جَم۪يعًا قَبْضَتُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ وَالسَّمٰوَاتُ مَطْوِيَّاتٌ بِيَم۪ينِه۪ۜ سُبْحَانَهُ وَتَعَالٰى عَمَّا يُشْرِكُونَ ﴿٦٧
67﴿ Bir de o (Allâh’a ortak koşa)nlar (ve O’nu cisimlere âit vasıflarla niteleyen Yahûdîler) hak ettiği takdîr (ve tâzim) ile Allâh’ı takdîr etmediler. Hâlbuki kıyâmet gününde yer(yüzünün tamâmı yedi kat tabakasıyla) birlikte olarak O’nun kabzasıdır (ve sâdece O’nun yönetimi altındadır). Gökler de O’nun üstün kudretiyle dürülmüş şeylerdir. O’nu (herhangi bir şeye benzemekten) tesbîh ile (tenzîh edin). Zâten onların ortak koştukları şeylerden O dâimâ çok yüce olmuştur. Bu âyet-i kerîme (mânâsı hakkında kesin konuşulamayan) müteşâbih âyetlerdendir. Selef-i sâlihîn; Allâh-u Te‘âlâ’yı el ve yüz gibi uzuvlardan tenzîh etmekle birlikte, O’nun Kendi Zâtına nispet ettiği şeylere, Kendisinin dilediği mânâda îmân ederler. Halef diye tâbir edilen ulemâ ise; âyet-i celîlede geçen: “Kabza” tâbirini “Mülk ve tasarruf (sâhip olma ve yönetim)” anlamında değerlendirmişlerdir. Nitekim “Burası falanın avucundadır” tâbiri, o kişinin oradaki hâkimiyetini ifâde ettiği gibi, burada da avucuna aldığı bir şeyi kolaylıkla istediği şekle çeviren bir kimse gibi, kıyâmet günü Allâh-u Te‘âlâ’nın, yedi kat yeri bir anda harap edebilecek güce sâhip olduğu anlatılmaktadır. “Yemîn” tâbiri ise; eksiksiz gücü temsil etmektedir. Yoksa “Allâh-u Te‘âlâ’nın bizim gibi sağ ve sol elleri var” anlamında değildir. Böylece; yerden çok daha büyük olan yedi kat göklerin de kıyâmet günü, sağ elde dürülen bir tomar kâğıt gibi Allâh-u Te‘âlâ’nın kudreti karşısında dayanamayıp, O’nun murâdı doğrultusunda yok olacağı belirtilmiştir. (et-Teysîr; el-Beyzâvî; el-Medârik; el-Âlûsî)