وَتَرَى الْمَلٰٓئِكَةَ حَٓافّ۪ينَ مِنْ حَوْلِ الْعَرْشِ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْۚ وَقُضِيَ بَيْنَهُمْ بِالْحَقِّ وَق۪يلَ الْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٧٥﴾
﴾75﴿
Bir de (Habîbim! O kıyâmet günü) sen melekleri, Rablerine hamd (etme) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve “Sübhânellâhi ve bihamdihî” zikri ile meşgul) olarak sürekli tesbîhte bulunurlarken Arş’ın etrâfından doğru (mahşerde bulunan tüm mahlûkātı çepeçevre) kuşatıcılar olarak göreceksin! Böylece (kulların kimisi cennete, kimi de cehenneme sevk edilerek) onların arasında hak (ve adâlet) ile hüküm verilmiştir ve (hem müminler, hem de melekler tarafından): “(Kulları arasında hak ve adâlet ile hüküm vererek herkesi hak ettiği yere yerleştirdiği için) bütün hamdler tüm âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur” denilmiştir.
KIRKINCI SÛRE-İ CELİLE
el-Mü`min
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. Hasen (Radıyallâhu anh)`a göre 55. âyet-i kerîme, bazı rivayetlere göreyse 56-57. âyet-i kerîmeler Medîne-i Münevvere’de nâzil olmuştur. 85 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
حٰمٓۜ ﴿١﴾
﴾1﴿
Hâ! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
O (yüce) Kitâb’ın indirilişi, O (saltanatında çok güçlü olup, Kitâb’ına inanmayanlardan intikam alacak bir) Azîz ve (Kitâb’ına inanan-inanmayan herkesi hakkıyla bilen bir) Alîm (olan) Allâh (tarafın)dandır.
غَافِرِ الذَّنْبِ وَقَابِلِ التَّوْبِ شَد۪يدِ الْعِقَابِ ذِي الطَّوْلِۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ اِلَيْهِ الْمَص۪يرُ ﴿٣﴾
﴾3﴿
(Kur’ân’ın indirilişi müminlerin) günahları(nı bağışlayıp örterek) mağfiret eden, tevbeleri(ni) kabûl eden, (inkâr edip isyân edenlere karşı) azâbı çok şiddetli olan ve (îmân edip sâlih amel işleyenlere) fazlaca lütuf sâhibi olan Zât (tarafındandır) ki, Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O (son) varış ancak O’n(un âhiret yurdun)adır. (Artık Allâh-u Te‘âlâ, itâatkâr ve isyankâr olan herkese karşılığını verecektir.)
مَا يُجَادِلُ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ اِلَّا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا فَلَا يَغْرُرْكَ تَقَلُّبُهُمْ فِي الْبِلَادِ ﴿٤﴾
﴾4﴿
O kâfir olmuş kimselerden başkası Allâh’ın âyetleri(ni iptal) hakkında mücâdele etmez. Artık (kâfir olmalarına rağmen) onların (geniş imkânlara sâhip olarak) o (Şâm ve Yemen) beldeler(in)de (kârlı ticâretler için güvenli ve zengin bir hâlde) dönüp dolaşmaları seni aldatmasın. (Zîrâ kâfirlikleri sebebiyle pek yakında mutlaka azâba uğratılacaklardır.) Ebu’l-Âliye (Rahimehullâh)ın beyânına göre; âyet-i kerîme İslâm ile alay eden Hars ibnü Kays hakkında inmiştir. Burada geçen “Allâh’ın âyetleri hakkında mücâdele”; “Hakkı iptal kastıyla ve Allâh’ın nûrunu söndürme gayretiyle âyetleri tenkit yollu bir çekişme” anlamındadır. Nitekim bir sonra gelecek âyet-i kerîmede: “Hakkı iptal etmek için bâtıl yolla mücâdele etmişlerdi” buyrulmuş olması bunun delîlidir. Yoksa mânâsı zor olan âyetleri çözüme kavuşturup insanlara açıklamak ve yanlış mânâ verenlere reddiyelerde bulunmak üzere Kur’ân hakkında yapılan ilmî münâkaşalar, Allâh yolunda yapılan en büyük cihattır. Zîrâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Kur’ân’la ilgili yapılan her tartışmanın kötü olmadığını ifâde etmek üzere: “Kur’ân hakkında yapılan bir tür mücâdele kâfirliktir” (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:7848, 13/241; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 13/14-15) buyurmuştur. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Âlûsî)
كَذَّبَتْ قَبْلَهُمْ قَوْمُ نُوحٍ وَالْاَحْزَابُ مِنْ بَعْدِهِمْۖ وَهَمَّتْ كُلُّ اُمَّةٍ بِرَسُولِهِمْ لِيَأْخُذُوهُ وَجَادَلُوا بِالْبَاطِلِ لِيُدْحِضُوا بِهِ الْحَقَّ فَاَخَذْتُهُمْ۠ فَكَيْفَ كَانَ عِقَابِ ﴿٥﴾
﴾5﴿
(Bu ümmet içerisinde müşrik) o(la)nlardan önce Nûh kavmi, onların ardından da (peygamberlere karşı ittifak kuran) o (Âd ve Semûd gibi) hızibler (Nûh, Hûd ve Sâlih nebîleri) yalanlamıştı. Üstelik her bir ümmet, kendisini yakala(yıp esir etsinler, öldürsünler, en azından hapse at)sınlar diye rasüllerine kastetmişti. Bir de onlar hakkı kendisiyle yerinden kaydırsınlar diye (aslı astarı olmayan) bâtıl (şeyler) ile iç içe oldukları hâlde (hak ehli ile) mücâdele etmiştiler. Sonra Ben onları (köklerini kazıyan bir azapla) yakalamıştım. Artık Benim azâbım nasıl olmuş?!
وَكَذٰلِكَ حَقَّتْ كَلِمَتُ رَبِّكَ عَلَى الَّذ۪ينَ كَفَرُٓوا اَنَّهُمْ اَصْحَابُ النَّارِۢ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Habîbim!) İşte sana (seni öldürmeye çalışan kâfirlerin durumu da) böylece (geçmiş peygamberleri öldürmeye teşebbüs edenlerin hâli gibi)dir. O (seni inkâr ederek) kâfir olmuş (ve seni öldürmeye kalkmış) kimseler üzerine de senin Rabbinin: “Şüphesiz (geçmişte peygamberlerine sûikast yapan kâfirler gibi) onlar (da) o (cehennem) ateşin(in) ashâbı (ve ayrılmaz arkadaşları)dır” (şeklindeki azap) kelimesi (ve karârı) hak olmuştur.
اَلَّذ۪ينَ يَحْمِلُونَ الْعَرْشَ وَمَنْ حَوْلَهُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيُؤْمِنُونَ بِه۪ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُواۚ رَبَّنَا وَسِعْتَ كُلَّ شَيْءٍ رَحْمَةً وَعِلْمًا فَاغْفِرْ لِلَّذ۪ينَ تَابُوا وَاتَّبَعُوا سَب۪يلَكَ وَقِهِمْ عَذَابَ الْجَح۪يمِ ﴿٧﴾
﴾7﴿
(Gökleri ve yeri kaplayan Kürsî’nin, kendisine nispetle sahrâdaki bir halka kadar küçük kaldığı) Arş’ı taşımakta olanlar ve onun etrâfındaki (sayısız melek)ler; Rablerine hamd (etme) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve “Sübhânellâhi ve bihamdihî” zikri ile meşgul) olarak sürekli tesbîhde bulunmaktadırlar ve O’na (hakîkî ve kâmil mânâda) îmân etmektedirler, bir de o îmân etmiş kimseler(in günahları) için sürekli mağfiret (ve bağışlanma) talep etmek (üzere demek)tedirler ki: “Ey Rabbimiz! Sen rahmet ve ilim bakımından her bir şeyi kuşattın (ki böylece hiçbir şey Senin merhametinin ve bilginin dışında kalmamıştır); öyleyse o kimseleri mağfiret eyle ki onlar (günahlarından) tevbe etmiştirler ve Senin yoluna hakkıyla tâbi olmuşturlar, ayrıca Sen onları şiddetle tutuşturulmuş o (cehennem) ateşin(in) azâbından koru.