v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`min Sûresi
470
Cuz 24
34﴿ Andolsun ki; elbette (Mûsâ (Aleyhisselâm)ın gelişinden) daha önce (Ya‘kûb oğlu) Yûsuf siz(in geçmişleriniz)e çok açık delil (ve mûcize)lerle birlikte gelmişti. Ama siz onun size kendisini getirdiği o şeyden büyük bir şüphe içinde olmakta dâim olmuştunuz, nihâyet o ölünce: ‘Allâh onun ardından aslâ hiçbir rasûl göndermeyecek’ demiştiniz. (Ey insan!) İşte sana! Allâh o kimseyi böylece (fecî bir saptırmayla) dalâlete düşürür ki, o kişi (yaratıcısına isyan noktasında) haddi aşan biridir ve (körü körüne taklide dalıp evhâma yenik düşerek dînî konularda) şüphe edicidir. Müfessirlerin beyânına göre; Mûsâ (Aleyhisselâm)dan önce Firavun ve hânedânına gönderildiği bildirilen Yûsuf (Aleyhisselâm)dan maksad; herkesçe meşhur olan Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın oğlu Yûsuf (Aleyhisselâm)dır. Buna göre bâzıları, meşhur Firavun’un dört yüz kırk sene ömür sürdüğünü, dolayısıyla Yûsuf (Aleyhisselâm)ın Firavun’u ile Mûsâ (Aleyhisselâm)ın Firavun’unun aynı kişiler olduğunu söylemişlerse de, târihçilerin ekserîsi bunların farklı şahıslar olduğunu nakletmiş, Kurtubî (Aleyhisselâm) da bu görüşü tercih ederek, Yûsuf (Aleyhisselâm)ın Firavun’unun, onun zamânında öldüğünü zikretmiştir. Bâzı müfessirler ise bu âyet-i kerîmede bahsi geçen Yûsuf (Aleyhisselâm)ın, bilinen Yûsuf (Aleyhisselâm)ın torunu olan başka bir peygamber olduğunu ve Firavun hânedânı içerisinde yirmi sene tebliğde bulunduğunu açıklamışlardır. Her hâlükârda: “Yûsuf (Aleyhisselâm)ın, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın zamânında bulunan Firavun hânedânına mûcizelerle gelişi”nin zikredilmesi, babaların işlerinin çocuklara nispeti kabîlindendir. Gerçi o gün yaşayanlar arasında, Yûsuf (Aleyhisselâm)dönemine şâhit olan bâzı kimselerin hayatta olduğu da düşünülebilir. (el-Âlûsî)
35﴿ O kimseler ki; kendilerine gelmiş olan güçlü(-güçsüz hiç)bir delil bulunmaksızın (sâdece kör taklitçilik ya da birtakım şüphelere dayanarak) Allâh’ın âyetleri(ni iptal etme ve onları devre dışı bırakma) husûsunda mücâdele etmektedirler; Allâh nezdinde de, o îmân etmiş kimseler nezdinde de (öfke, nefret ve) gazap bakımından o(nların bu tartışmaları ne) büyük olmuştur. (Ey insan!) İşte sana! Her çok kibirli ve (Allâh’ın kullarına musallat olup) ziyâde zorbalık yapan kimsenin kalbinin üzerine Allâh böylece (korkunç bir damgayla) mühür basar.”
36﴿ Firavun(un, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın peygamberliği hakkında şüpheleri artınca vezîrine) dedi ki: “Ey Hâmân! Bana (uzaktakiler tarafından bile rahatça görülebilecek) belirgin ve yüksek bir binâ yap; ola ki ben (onun kulesinden gözetim yaparak birtakım) yollara ulaşırım.
37﴿ Göklerin yollarına (ve kapılarına ulaşırım) ki; böylece Mûsâ’nın İlâhına bakabilirim (de, öyle bir İlâh var mıymış ve Mûsâ’yı O mu göndermiş anlarım). Ama şüphesiz ben onu(n) elbette bir yalancı (olduğunu) zannediyorum.” (Ey insan!) İşte sana! Firavun’a kötü ameli böylece (tam bir tezyînât ile) süslü gösterildi de, (bu sebeple) kendisi (hiçbir sûrette kötülükten vazgeçemez bir hâle geldi ve) o (dosdoğru) yol(a kavuşmak)dan engellendi. Zâten Firavun’un (hakkı iptal husûsundaki çabası ve) hîlesi ancak bir (bitiş ve) yok oluş içerisindeydi.
38﴿ O (gizlice) îmân etmiş olan kişi dedi ki: “Ey kavmim! (Size gösterdiğim yola girme husûsunda) bana iyice tâbi olun ki sizi (izleyicisini maksadına kavuşturan) rüşd (ve mükemmellik) yoluna eriştireyim.
39﴿ Ey kavmim! İşte bu en alçak (dünyâ) hayât(ı) ancak çok az (ve çarçabuk elden çıkacak) bir yaşantıdır. Âhiret ise, şüphesiz ki (ebedî kalınacak ve devamlı durulacak) yerleşim yurdunun ta kendisi ancak odur.
40﴿ Her kim (dünyâda) kötü bir şey yaparsa, (İlâhî adâletin tecellîsi olarak âhirette) o kişi onun mislinden başkasıyla cezâlandırılmayacaktır. Ama (ey muhâtab) işte sana! Erkek ya da dişi (kimseler)den her kim; üstelik o kişi (inanılması gereken meselelere) îmân etmiş biri olarak (karşılığında sevap vaad edilmiş olan) sâlih amelleri işlerse, onlar da cennete girecekler ve orada (yaptıkları iyi amellere göre değil de, Allâh-u Te‘âlâ’nın bir fazl-u keremi olmak üzere) hesapsız olarak (bolca) rızıklandırılacaklardır.
سُورَةُ الْمُؤْمِنِ
الجزء ٢٤
٤٧٠
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ ﴿٣٤
اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ ﴿٣٥
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ ﴿٣٦
اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِبًاۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟ ﴿٣٧
وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ ﴿٣٨
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ ﴿٣٩
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٤٠
Mü`min Sûresi
470
Cuz 24
وَلَقَدْ جَٓاءَكُمْ يُوسُفُ مِنْ قَبْلُ بِالْبَيِّنَاتِ فَمَا زِلْتُمْ ف۪ي شَكٍّ مِمَّا جَٓاءَكُمْ بِه۪ۜ حَتّٰٓى اِذَا هَلَكَ قُلْتُمْ لَنْ يَبْعَثَ اللّٰهُ مِنْ بَعْدِه۪ رَسُولًاۜ كَذٰلِكَ يُضِلُّ اللّٰهُ مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ مُرْتَابٌۚ ﴿٣٤
34﴿ Andolsun ki; elbette (Mûsâ (Aleyhisselâm)ın gelişinden) daha önce (Ya‘kûb oğlu) Yûsuf siz(in geçmişleriniz)e çok açık delil (ve mûcize)lerle birlikte gelmişti. Ama siz onun size kendisini getirdiği o şeyden büyük bir şüphe içinde olmakta dâim olmuştunuz, nihâyet o ölünce: ‘Allâh onun ardından aslâ hiçbir rasûl göndermeyecek’ demiştiniz. (Ey insan!) İşte sana! Allâh o kimseyi böylece (fecî bir saptırmayla) dalâlete düşürür ki, o kişi (yaratıcısına isyan noktasında) haddi aşan biridir ve (körü körüne taklide dalıp evhâma yenik düşerek dînî konularda) şüphe edicidir. Müfessirlerin beyânına göre; Mûsâ (Aleyhisselâm)dan önce Firavun ve hânedânına gönderildiği bildirilen Yûsuf (Aleyhisselâm)dan maksad; herkesçe meşhur olan Ya‘kûb (Aleyhisselâm)ın oğlu Yûsuf (Aleyhisselâm)dır. Buna göre bâzıları, meşhur Firavun’un dört yüz kırk sene ömür sürdüğünü, dolayısıyla Yûsuf (Aleyhisselâm)ın Firavun’u ile Mûsâ (Aleyhisselâm)ın Firavun’unun aynı kişiler olduğunu söylemişlerse de, târihçilerin ekserîsi bunların farklı şahıslar olduğunu nakletmiş, Kurtubî (Aleyhisselâm) da bu görüşü tercih ederek, Yûsuf (Aleyhisselâm)ın Firavun’unun, onun zamânında öldüğünü zikretmiştir. Bâzı müfessirler ise bu âyet-i kerîmede bahsi geçen Yûsuf (Aleyhisselâm)ın, bilinen Yûsuf (Aleyhisselâm)ın torunu olan başka bir peygamber olduğunu ve Firavun hânedânı içerisinde yirmi sene tebliğde bulunduğunu açıklamışlardır. Her hâlükârda: “Yûsuf (Aleyhisselâm)ın, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın zamânında bulunan Firavun hânedânına mûcizelerle gelişi”nin zikredilmesi, babaların işlerinin çocuklara nispeti kabîlindendir. Gerçi o gün yaşayanlar arasında, Yûsuf (Aleyhisselâm)dönemine şâhit olan bâzı kimselerin hayatta olduğu da düşünülebilir. (el-Âlûsî)
اَلَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِ اللّٰهِ بِغَيْرِ سُلْطَانٍ اَتٰيهُمْۜ كَبُرَ مَقْتًا عِنْدَ اللّٰهِ وَعِنْدَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُواۜ كَذٰلِكَ يَطْبَعُ اللّٰهُ عَلٰى كُلِّ قَلْبِ مُتَكَبِّرٍ جَبَّارٍ ﴿٣٥
35﴿ O kimseler ki; kendilerine gelmiş olan güçlü(-güçsüz hiç)bir delil bulunmaksızın (sâdece kör taklitçilik ya da birtakım şüphelere dayanarak) Allâh’ın âyetleri(ni iptal etme ve onları devre dışı bırakma) husûsunda mücâdele etmektedirler; Allâh nezdinde de, o îmân etmiş kimseler nezdinde de (öfke, nefret ve) gazap bakımından o(nların bu tartışmaları ne) büyük olmuştur. (Ey insan!) İşte sana! Her çok kibirli ve (Allâh’ın kullarına musallat olup) ziyâde zorbalık yapan kimsenin kalbinin üzerine Allâh böylece (korkunç bir damgayla) mühür basar.”
وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَا هَامَانُ ابْنِ ل۪ي صَرْحًا لَعَلّ۪ٓي اَبْلُغُ الْاَسْبَابَۙ ﴿٣٦
36﴿ Firavun(un, Mûsâ (Aleyhisselâm)ın peygamberliği hakkında şüpheleri artınca vezîrine) dedi ki: “Ey Hâmân! Bana (uzaktakiler tarafından bile rahatça görülebilecek) belirgin ve yüksek bir binâ yap; ola ki ben (onun kulesinden gözetim yaparak birtakım) yollara ulaşırım.
اَسْبَابَ السَّمٰوَاتِ فَاَطَّلِعَ اِلٰٓى اِلٰهِ مُوسٰى وَاِنّ۪ي لَاَظُنُّهُ كَاذِبًاۜ وَكَذٰلِكَ زُيِّنَ لِفِرْعَوْنَ سُٓوءُ عَمَلِه۪ وَصُدَّ عَنِ السَّب۪يلِۜ وَمَا كَيْدُ فِرْعَوْنَ اِلَّا ف۪ي تَبَابٍ۟ ﴿٣٧
37﴿ Göklerin yollarına (ve kapılarına ulaşırım) ki; böylece Mûsâ’nın İlâhına bakabilirim (de, öyle bir İlâh var mıymış ve Mûsâ’yı O mu göndermiş anlarım). Ama şüphesiz ben onu(n) elbette bir yalancı (olduğunu) zannediyorum.” (Ey insan!) İşte sana! Firavun’a kötü ameli böylece (tam bir tezyînât ile) süslü gösterildi de, (bu sebeple) kendisi (hiçbir sûrette kötülükten vazgeçemez bir hâle geldi ve) o (dosdoğru) yol(a kavuşmak)dan engellendi. Zâten Firavun’un (hakkı iptal husûsundaki çabası ve) hîlesi ancak bir (bitiş ve) yok oluş içerisindeydi.
وَقَالَ الَّذ۪ٓي اٰمَنَ يَا قَوْمِ اتَّبِعُونِ اَهْدِكُمْ سَب۪يلَ الرَّشَادِۚ ﴿٣٨
38﴿ O (gizlice) îmân etmiş olan kişi dedi ki: “Ey kavmim! (Size gösterdiğim yola girme husûsunda) bana iyice tâbi olun ki sizi (izleyicisini maksadına kavuşturan) rüşd (ve mükemmellik) yoluna eriştireyim.
يَا قَوْمِ اِنَّمَا هٰذِهِ الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا مَتَاعٌۘ وَاِنَّ الْاٰخِرَةَ هِيَ دَارُ الْقَرَارِ ﴿٣٩
39﴿ Ey kavmim! İşte bu en alçak (dünyâ) hayât(ı) ancak çok az (ve çarçabuk elden çıkacak) bir yaşantıdır. Âhiret ise, şüphesiz ki (ebedî kalınacak ve devamlı durulacak) yerleşim yurdunun ta kendisi ancak odur.
مَنْ عَمِلَ سَيِّئَةً فَلَا يُجْزٰٓى اِلَّا مِثْلَهَاۚ وَمَنْ عَمِلَ صَالِحًا مِنْ ذَكَرٍ اَوْ اُنْثٰى وَهُوَ مُؤْمِنٌ فَاُو۬لٰٓئِكَ يَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ يُرْزَقُونَ ف۪يهَا بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٤٠
40﴿ Her kim (dünyâda) kötü bir şey yaparsa, (İlâhî adâletin tecellîsi olarak âhirette) o kişi onun mislinden başkasıyla cezâlandırılmayacaktır. Ama (ey muhâtab) işte sana! Erkek ya da dişi (kimseler)den her kim; üstelik o kişi (inanılması gereken meselelere) îmân etmiş biri olarak (karşılığında sevap vaad edilmiş olan) sâlih amelleri işlerse, onlar da cennete girecekler ve orada (yaptıkları iyi amellere göre değil de, Allâh-u Te‘âlâ’nın bir fazl-u keremi olmak üzere) hesapsız olarak (bolca) rızıklandırılacaklardır.