v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`min Sûresi
471
Cuz 24
41﴿ Ey kavmim! Bana ne oldu da; ben sizi kurtuluşa dâvet ediyorum, siz ise beni o (cehennem) ateş(in)e çağırıyorsunuz.
42﴿ Siz bana Allâh’ı inkâr edeyim ve kendisi(nin ilâh oluşu) hakkında benim için hiçbir bilgi bulunmayan şeyleri O’na ortak koşayım diye çağrıda bulunuyorsunuz. Hâlbuki ben sizi O Azîz ve Ğaffâr (olan Allâh)a (îmân etmeye) dâvet etmekteyim (ki böylece ben sizi Kendisine îmân etmeyenlerden intikam alacak olan ve îmân edenlerin günahlarını çokça bağışlayan Allâh-u Te‘âlâ’ya ibâdete çağırmakla aslında ebedî kurtuluşa çağırmış oluyorum).
43﴿ Hayır! (Şu) kesinleşti ki; sizin beni kendisine (ibâdete) dâvet etmekte olduğunuz şey; gerçekten de onun için dünyâda (‘Bana ibâdet edin’ diye) hiçbir dâvet (ve onun adına hiçbir çağrı söz konusu) olmamıştır, âhirette de (size şefâat etme hakları) yoktur. (Hâlbuki gerçek ilâhın kendisi adına dâvet yapması gerekir.) Bir de (şu hakîkat kesinleşti ki) dönüşümüz hiç şüphesiz Allâh(ın âhiret yurdun)a (olacak)dır (ki Allâh-u Te‘âlâ âhirette o putlara hayat verip konuşturduğu zaman, onlar eş ve ortaktan O’nu tenzîh edecekler ve sizden uzak olduklarını bildireceklerdir). Ayrıca (şu da kesinleşti ki) haddi aşa(rak Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak koşanlar ve O’nun elçilerini öldürmeye kalkışa)n o kimseler (var ya), şüphesiz o (cehennem) ateşin(in) ashâbı (ve ayrılmaz arkadaşları) ancak onlar (olacak)dır. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Firavun hânedânından îmânını gizleyen ve onlara nasîhatlerde bulunan o zât bu âyet-i kerîmede geçen: “Taptıklarınızın bir dâveti söz konusu değildir” sözüyle “Gerçekten ilâh olan bir varlığa yakışan; yaratmış olduğu mahlûklar içerisinden, peygamberler ve melekler gibi değerli sınıflar yaratıp sonra onları kendisine ibâdete bizzât dâvet edip bununla memur kılması, sonra da kendisinin bu dâvetini açıklamak üzere o kulların bir kısmını diğerlerine elçi ve dâvetçi olarak göndermesidir. Sizin taptıklarınızın ise, ne böyle bir iddiâsı, ne de bu konuda bir dâveti iki cihanda da olacak şey değildir. Zîrâ bâtıl ilâhlarınız cansız varlıklar oldukları için hiçbir zaman böyle bir şeye güç yetiremezler” demek istemiştir.
44﴿ (Îmânını gizleyen o zât son söz olarak şöyle söyledi:) Artık size söylemekte olduğum şeyleri(n doğruluğunu) yakında (azapla karşılaştığınızda) hatırlayacaksınız. Ama ben (her türlü kötülükten korunmam için) işimi Allâh’a ısmarlıyorum. Şüphesiz ki Allâh bütün kulları (hakkıyla gören ve Kendisine sığınanları tüm sıkıntılardan koruyup gözeten bir) Basîr’dir.”
45﴿ Netîcede Allâh o (Firavun hânedânından olup gizlice îmân etmiş kulu)nu, onların tuzak olarak kurduğu o kötü (ve sıkıntılı) şeylerden korudu. Firavun’un (kendisini ve) hânedânını ise o kötü azap kuşattı. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; Firavun hânedânına bu nasîhatleri yaparak îmânını açığa vuran bu zâtı Firavun öldürmek isteyince, o bir dağa kaçtı, Firavun da onun peşine bin kişi yolladı. Onlardan bir kısmı onu, etrâfında yırtıcı hayvanlar saf tutmuş bir hâlde namaz kılarken bulunca ona saldırmak istediler ama o vahşi hayvanlar tarafından parçalandılar. Bir kısmı ise dağda susuzluktan öldüler. Eli boş bir şekilde Firavun’a dönenleri ise o, beceriksizlikle ithâm ederek cezâlandırdı, böylece kimini astı, kimini de değişik şekillerde katletti. Zâten daha sonra Firavun’un kendisi ve yüz binlerle ifâde edilen güçlü ordusu da Kızıldeniz’in sularında boğuldu. Dolayısıyla burada ifâde edilen: “O kötü azap”, her birerlerinin başına gelen çeşitli felâketlere işâret ederek, genel mânâda dünyâ azâbından bahsetmektedir. (et-Teysîr, 13/122; el-Bahru’l-Muhît, 18/432; el-Âlûsî, 24/80)
46﴿ (Tattıkları bu azapların ardından kabir âleminde uğrayacakları azap ise) o (cehennem) ateş(i)dir ki her bir sabah ve her akşam onlar ona karşı (tutulup gösterilerek) arz edilmektedirler! O (kıyâmet) ânın(ın) vâki olacağı günde ise (Allâh-u Te‘âlâ meleklerine): “Firavun’un (kendisini ve) hânedânını azâbın en şiddetlisi (olan cehennem ateşi)ne girdirin” (buyuracaktır.) Ehl-i Sünnet ulemâsı bu âyet-i kerîmeyi rûhun bekāsına (bedenden ayrılmasının ardından yok olmadığına) ve kabir azâbının varlığına delil olarak açıklamışlardır. Zîrâ âyet-i kerîmede kıyâmet günündeki azaptan önce Firavun ve adamlarının sabah-akşam ateşe arz edildikleri beyân edilmiştir ki bu arzın kabirden başka bir yerde olma ihtimâli mevcut değildir. Zîrâ ölümle mahşer arasında berzah (kabir) âleminden başka bir âlem mevcut değildir. (et-Teysîr, 13/123; el-Beyzâvî, 5/59; el-Medârik, 3/214; İbnü Kesîr, 7/145)
47﴿ (Habîbim!) Bir vakti de (ümmetine anlat) ki o (müşrik ola)nlar o (cehennem) ateş(i) içerisinde çekişecekler de, (dünyâda iken imkân bakımından) zayıf (olup kodamanlara tâbi) olanlar o büyüklük sâhibi olan (lider konumundaki) kimselere: “Gerçekten biz size uyan kimseler olmuştuk. Şimdi siz bu (cehennem) ateş(in)den bir hisseyi (bile) bizden defedici kimseler (olabilir) misiniz?!” diyecek.
48﴿ O (güç bakımından) büyüklük sâhibi olmuş kimseler (de, kendilerine uyanlara cevâben): “Şüphesiz biz (ve siz) topluca buradayız. Muhakkak ki Allâh gerçekten kullar arasında hüküm vermiş (ve bu karar netîcesinde cenneti hak edenleri cennete, azâba müstehak olanları da cehenneme göndermiş)tir. (Artık biz burada sizinle birlikte yanarken bize mürâcaatınızın ne faydası olabilir?!)” dedi(ler).
49﴿ O (cehennem) ateş(i) içinde olan kimseler ise (herkesten ümîdi kesip tamâmen dara düştükleri zaman) cehennemin (içerisinde kendilerine azap etmekte olan) bekçilerine: “(Ne olur) Rabbinize duâ edin (de hiç değilse) bir gün (bile olsa) azaptan bir kısmını bizden hafifletsin (de biraz istirahat edebilelim)” dedi(ler).
سُورَةُ الْمُؤْمِنِ
الجزء ٢٤
٤٧١
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ ﴿٤١
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ ﴿٤٢
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ ﴿٤٣
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ ﴿٤٤
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ ﴿٤٥
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّاۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ ﴿٤٦
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يبًا مِنَ النَّارِ ﴿٤٧
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ ﴿٤٨
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِنَ الْعَذَابِ ﴿٤٩
Mü`min Sûresi
471
Cuz 24
وَيَا قَوْمِ مَا ل۪ٓي اَدْعُوكُمْ اِلَى النَّجٰوةِ وَتَدْعُونَن۪ٓي اِلَى النَّارِۜ ﴿٤١
41﴿ Ey kavmim! Bana ne oldu da; ben sizi kurtuluşa dâvet ediyorum, siz ise beni o (cehennem) ateş(in)e çağırıyorsunuz.
تَدْعُونَن۪ي لِاَكْفُرَ بِاللّٰهِ وَاُشْرِكَ بِه۪ مَا لَيْسَ ل۪ي بِه۪ عِلْمٌۘ وَاَنَا۬ اَدْعُوكُمْ اِلَى الْعَز۪يزِ الْغَفَّارِ ﴿٤٢
42﴿ Siz bana Allâh’ı inkâr edeyim ve kendisi(nin ilâh oluşu) hakkında benim için hiçbir bilgi bulunmayan şeyleri O’na ortak koşayım diye çağrıda bulunuyorsunuz. Hâlbuki ben sizi O Azîz ve Ğaffâr (olan Allâh)a (îmân etmeye) dâvet etmekteyim (ki böylece ben sizi Kendisine îmân etmeyenlerden intikam alacak olan ve îmân edenlerin günahlarını çokça bağışlayan Allâh-u Te‘âlâ’ya ibâdete çağırmakla aslında ebedî kurtuluşa çağırmış oluyorum).
لَا جَرَمَ اَنَّمَا تَدْعُونَن۪ٓي اِلَيْهِ لَيْسَ لَهُ دَعْوَةٌ فِي الدُّنْيَا وَلَا فِي الْاٰخِرَةِ وَاَنَّ مَرَدَّنَٓا اِلَى اللّٰهِ وَاَنَّ الْمُسْرِف۪ينَ هُمْ اَصْحَابُ النَّارِ ﴿٤٣
43﴿ Hayır! (Şu) kesinleşti ki; sizin beni kendisine (ibâdete) dâvet etmekte olduğunuz şey; gerçekten de onun için dünyâda (‘Bana ibâdet edin’ diye) hiçbir dâvet (ve onun adına hiçbir çağrı söz konusu) olmamıştır, âhirette de (size şefâat etme hakları) yoktur. (Hâlbuki gerçek ilâhın kendisi adına dâvet yapması gerekir.) Bir de (şu hakîkat kesinleşti ki) dönüşümüz hiç şüphesiz Allâh(ın âhiret yurdun)a (olacak)dır (ki Allâh-u Te‘âlâ âhirette o putlara hayat verip konuşturduğu zaman, onlar eş ve ortaktan O’nu tenzîh edecekler ve sizden uzak olduklarını bildireceklerdir). Ayrıca (şu da kesinleşti ki) haddi aşa(rak Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak koşanlar ve O’nun elçilerini öldürmeye kalkışa)n o kimseler (var ya), şüphesiz o (cehennem) ateşin(in) ashâbı (ve ayrılmaz arkadaşları) ancak onlar (olacak)dır. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Firavun hânedânından îmânını gizleyen ve onlara nasîhatlerde bulunan o zât bu âyet-i kerîmede geçen: “Taptıklarınızın bir dâveti söz konusu değildir” sözüyle “Gerçekten ilâh olan bir varlığa yakışan; yaratmış olduğu mahlûklar içerisinden, peygamberler ve melekler gibi değerli sınıflar yaratıp sonra onları kendisine ibâdete bizzât dâvet edip bununla memur kılması, sonra da kendisinin bu dâvetini açıklamak üzere o kulların bir kısmını diğerlerine elçi ve dâvetçi olarak göndermesidir. Sizin taptıklarınızın ise, ne böyle bir iddiâsı, ne de bu konuda bir dâveti iki cihanda da olacak şey değildir. Zîrâ bâtıl ilâhlarınız cansız varlıklar oldukları için hiçbir zaman böyle bir şeye güç yetiremezler” demek istemiştir.
فَسَتَذْكُرُونَ مَٓا اَقُولُ لَكُمْۜ وَاُفَوِّضُ اَمْر۪ٓي اِلَى اللّٰهِۜ اِنَّ اللّٰهَ بَص۪يرٌ بِالْعِبَادِ ﴿٤٤
44﴿ (Îmânını gizleyen o zât son söz olarak şöyle söyledi:) Artık size söylemekte olduğum şeyleri(n doğruluğunu) yakında (azapla karşılaştığınızda) hatırlayacaksınız. Ama ben (her türlü kötülükten korunmam için) işimi Allâh’a ısmarlıyorum. Şüphesiz ki Allâh bütün kulları (hakkıyla gören ve Kendisine sığınanları tüm sıkıntılardan koruyup gözeten bir) Basîr’dir.”
فَوَقٰيهُ اللّٰهُ سَيِّـَٔاتِ مَا مَكَرُوا وَحَاقَ بِاٰلِ فِرْعَوْنَ سُٓوءُ الْعَذَابِۚ ﴿٤٥
45﴿ Netîcede Allâh o (Firavun hânedânından olup gizlice îmân etmiş kulu)nu, onların tuzak olarak kurduğu o kötü (ve sıkıntılı) şeylerden korudu. Firavun’un (kendisini ve) hânedânını ise o kötü azap kuşattı. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyete göre; Firavun hânedânına bu nasîhatleri yaparak îmânını açığa vuran bu zâtı Firavun öldürmek isteyince, o bir dağa kaçtı, Firavun da onun peşine bin kişi yolladı. Onlardan bir kısmı onu, etrâfında yırtıcı hayvanlar saf tutmuş bir hâlde namaz kılarken bulunca ona saldırmak istediler ama o vahşi hayvanlar tarafından parçalandılar. Bir kısmı ise dağda susuzluktan öldüler. Eli boş bir şekilde Firavun’a dönenleri ise o, beceriksizlikle ithâm ederek cezâlandırdı, böylece kimini astı, kimini de değişik şekillerde katletti. Zâten daha sonra Firavun’un kendisi ve yüz binlerle ifâde edilen güçlü ordusu da Kızıldeniz’in sularında boğuldu. Dolayısıyla burada ifâde edilen: “O kötü azap”, her birerlerinin başına gelen çeşitli felâketlere işâret ederek, genel mânâda dünyâ azâbından bahsetmektedir. (et-Teysîr, 13/122; el-Bahru’l-Muhît, 18/432; el-Âlûsî, 24/80)
اَلنَّارُ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوًّا وَعَشِيًّاۚ وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ۠ اَدْخِلُٓوا اٰلَ فِرْعَوْنَ اَشَدَّ الْعَذَابِ ﴿٤٦
46﴿ (Tattıkları bu azapların ardından kabir âleminde uğrayacakları azap ise) o (cehennem) ateş(i)dir ki her bir sabah ve her akşam onlar ona karşı (tutulup gösterilerek) arz edilmektedirler! O (kıyâmet) ânın(ın) vâki olacağı günde ise (Allâh-u Te‘âlâ meleklerine): “Firavun’un (kendisini ve) hânedânını azâbın en şiddetlisi (olan cehennem ateşi)ne girdirin” (buyuracaktır.) Ehl-i Sünnet ulemâsı bu âyet-i kerîmeyi rûhun bekāsına (bedenden ayrılmasının ardından yok olmadığına) ve kabir azâbının varlığına delil olarak açıklamışlardır. Zîrâ âyet-i kerîmede kıyâmet günündeki azaptan önce Firavun ve adamlarının sabah-akşam ateşe arz edildikleri beyân edilmiştir ki bu arzın kabirden başka bir yerde olma ihtimâli mevcut değildir. Zîrâ ölümle mahşer arasında berzah (kabir) âleminden başka bir âlem mevcut değildir. (et-Teysîr, 13/123; el-Beyzâvî, 5/59; el-Medârik, 3/214; İbnü Kesîr, 7/145)
وَاِذْ يَتَحَٓاجُّونَ فِي النَّارِ فَيَقُولُ الضُّعَفٰٓؤُ۬ا لِلَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ اَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا نَص۪يبًا مِنَ النَّارِ ﴿٤٧
47﴿ (Habîbim!) Bir vakti de (ümmetine anlat) ki o (müşrik ola)nlar o (cehennem) ateş(i) içerisinde çekişecekler de, (dünyâda iken imkân bakımından) zayıf (olup kodamanlara tâbi) olanlar o büyüklük sâhibi olan (lider konumundaki) kimselere: “Gerçekten biz size uyan kimseler olmuştuk. Şimdi siz bu (cehennem) ateş(in)den bir hisseyi (bile) bizden defedici kimseler (olabilir) misiniz?!” diyecek.
قَالَ الَّذ۪ينَ اسْتَكْبَرُٓوا اِنَّا كُلٌّ ف۪يهَٓا اِنَّ اللّٰهَ قَدْ حَكَمَ بَيْنَ الْعِبَادِ ﴿٤٨
48﴿ O (güç bakımından) büyüklük sâhibi olmuş kimseler (de, kendilerine uyanlara cevâben): “Şüphesiz biz (ve siz) topluca buradayız. Muhakkak ki Allâh gerçekten kullar arasında hüküm vermiş (ve bu karar netîcesinde cenneti hak edenleri cennete, azâba müstehak olanları da cehenneme göndermiş)tir. (Artık biz burada sizinle birlikte yanarken bize mürâcaatınızın ne faydası olabilir?!)” dedi(ler).
وَقَالَ الَّذ۪ينَ فِي النَّارِ لِخَزَنَةِ جَهَنَّمَ ادْعُوا رَبَّكُمْ يُخَفِّفْ عَنَّا يَوْمًا مِنَ الْعَذَابِ ﴿٤٩
49﴿ O (cehennem) ateş(i) içinde olan kimseler ise (herkesten ümîdi kesip tamâmen dara düştükleri zaman) cehennemin (içerisinde kendilerine azap etmekte olan) bekçilerine: “(Ne olur) Rabbinize duâ edin (de hiç değilse) bir gün (bile olsa) azaptan bir kısmını bizden hafifletsin (de biraz istirahat edebilelim)” dedi(ler).