v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`min Sûresi
473
Cuz 24
59﴿ Şüphesiz ki o (kıyâmet) ân(ı) elbette gelicidir ki; on(un vukûun)da hiçbir şüphe yoktur. Lâkin insanların çoğu(nluğunu teşkil eden kâfirler, duyularıyla idrâk ettikleri şeylerden başkasına kafa yormadıklarından ve akılları vehimlerinin istilâsına uğradığından ötürü bu hakîkate) îmân etmezler.
60﴿ (Ey insanlar!) Rabbiniz buyurdu ki: “(Sonsuza kadar yalvarsanız bile size hiçbir cevap veremeyecek putlardan medet ummayı bırakın da) Bana duâ (ve ibâdet) edin ki, (isteklerinizi yerine getirerek) size ziyâdesiyle icâbet edeyim (ve sevap vereyim). Şüphesiz o kimseler ki Bana ibâdet (ve duâ etmek)ten büyüklenmektedirler; yakında onlar alçak kimseler olarak cehenneme gireceklerdir.” İbnü Abbâs, Dahhâk ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhüm) gibi birçok müfessirden nakledildiğine göre; burada geçen: “Duâ” emri, “İbâdet” mânâsı ile; “İcâbet” vaadi de “Sevap vermek” ile tefsir edilmiştir. Nitekim İmâm-ı Sevrî (Rahimehullâh)a: “Allâh’a duâ et” denildiğinde: “Günahları bırakmak duânın ta kendisidir” derken, “Dille yapılan duâ kalbin isteğinin bir tercümesidir ki, bu ancak Allâh’a karşı gelmeyi bırakarak ve tamâmen O’na yönelerek geçerli olur. Öyleyse günahları terk eden kişi, isti‘dât lisânıyla (ve kābiliyet diliyle) Allâh-u Te‘âlâ’dan dilekte bulunmuş olur. Zâten icâbeti hak eden duâ da ancak budur, günahları bırakmayan ise bin kere duâ etse de hakîkatte isteyici sayılmaz” demek istemiştir. (el-Âlûsî)
61﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizin (menfaatiniz) için kendisinde (istirahat ederek) sükûnet bulasınız diye geceyi (karanlık olarak) yaratmıştır; gündüzü de (çalışıp kazanarak, ihtiyaçlarınızı görebilesiniz diye) aydınlık zamanı olarak (var etmiştir). Şüphesiz ki Allâh insanlara karşı elbette (mâhiyetine erişilemeyecek ve kıymeti takdîr edilemeyecek kadar) çok büyük bir fazl(-u kerem ve sonsuz iyilik) sâhibidir. Velâkin insanların ekseriyeti (bu nîmetlerin önemini takdîr etmedikleri gibi, sâhibini dahî tanımayacak kadar câhil olduklarından O’na) şükretmezler.
62﴿ (Ey insanlar!) İşte size! Ancak bu (eşsiz sanatların sâhibi olan Zât), Allâh’dır, (ancak O) sizin Rabbiniz’dir; (O) her bir şeyin yaratıcısıdır; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! Hâlâ nasıl (O’na îmân ve tâatten) döndürül(üp de başkalarına ibâdete yönlendiril)ebiliyorsunuz?!
63﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Bu zamâna kadar) Allâh’ın âyetlerini bile bile sürekli inkâr etmekte olmuş o kimseler (de bir şey bildiklerinden değil) ancak böylece (sebebi bilinmeyen ve doğruluğunu gösterecek hiçbir yönü bulunmayan ilginç bir döndürülüşle, hakka îmân etmekten körü körüne) çevriliyordu.
64﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yeri sizin için bir karargâh, göğü de (kubbe gibi) yüksek bir binâ yapmıştır; ayrıca size sûret (şekil ve kılık) vermiş, sûretlerinizi de (hem kendinizin, hem de görenlerin beğeneceği şekilde) güzel yapmıştır, bir de sizi lezzetli ve helâl şeylerden rızıklandırmıştır. (Ey insanlar!) İşte size! Ancak bu (eşsiz sanatların sâhibi olan Zât), Allâh’dır, (ancak O) sizin Rabbiniz’dir. İşte bütün âlemlerin Rabbi (yaratıcısı ve yöneticisi, sâhibi ve eğiticisi olan) Allâh (Zâtı, sıfatları, fiilleri ve nîmetleri cihetinden) dâimâ çok bereket (ve hayr) sâhibi olmuştur. (Çünkü var olma ve varlığını sürdürebilme dâhil tüm hâllerinde her şey sâdece O’na muhtaçtır. O derece ki; O’nun tasarrufu bir an bile onlardan kesilecek olsa her şey ânında yok olur.)
65﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ, Zâtına âit gerçek bir hayat ile) Hayy’dır (sâhip olduğu dirilik sıfatının başlangıcı ve sonu yoktur); Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse dîni (ve ibâdeti, açık ve gizli tüm şirk türlerinden arındırıp) O’nun için hâlis kılan kimseler olarak Kendisine ibâdet edin. (Sizi tevhîd ve ibâdetine muvaffak kıldığı için de:) “Bütün hamdler, tüm âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur” (diyerek dâimâ O’na hamdedin).
66﴿ (Habîbim! Seni putlara ibâdete dâvet eden o kâfirlere) de ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bana çok açık deliller (ihtivâ eden Kur’ân’dan ibâret bir burhân) geldiği zaman, sizin Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz şeylere ibâdet etmemden nehyolundum. Ayrıca ben bütün âlemlerin Rabbine (boyun eğerek ve ibâdetimi sâdece Kendisine tahsîs ederek O’na) teslim olmamla emrolundum.”
سُورَةُ الْمُؤْمِنِ
الجزء ٢٤
٤٧٣
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٥٩
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ ﴿٦٠
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٦١
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٦٢
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ ﴿٦٣
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦٤
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦٥
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦٦
Mü`min Sûresi
473
Cuz 24
اِنَّ السَّاعَةَ لَاٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ ف۪يهَا وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يُؤْمِنُونَ ﴿٥٩
59﴿ Şüphesiz ki o (kıyâmet) ân(ı) elbette gelicidir ki; on(un vukûun)da hiçbir şüphe yoktur. Lâkin insanların çoğu(nluğunu teşkil eden kâfirler, duyularıyla idrâk ettikleri şeylerden başkasına kafa yormadıklarından ve akılları vehimlerinin istilâsına uğradığından ötürü bu hakîkate) îmân etmezler.
وَقَالَ رَبُّكُمُ ادْعُون۪ٓي اَسْتَجِبْ لَكُمْۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ يَسْتَكْبِرُونَ عَنْ عِبَادَت۪ي سَيَدْخُلُونَ جَهَنَّمَ دَاخِر۪ينَ۟ ﴿٦٠
60﴿ (Ey insanlar!) Rabbiniz buyurdu ki: “(Sonsuza kadar yalvarsanız bile size hiçbir cevap veremeyecek putlardan medet ummayı bırakın da) Bana duâ (ve ibâdet) edin ki, (isteklerinizi yerine getirerek) size ziyâdesiyle icâbet edeyim (ve sevap vereyim). Şüphesiz o kimseler ki Bana ibâdet (ve duâ etmek)ten büyüklenmektedirler; yakında onlar alçak kimseler olarak cehenneme gireceklerdir.” İbnü Abbâs, Dahhâk ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhüm) gibi birçok müfessirden nakledildiğine göre; burada geçen: “Duâ” emri, “İbâdet” mânâsı ile; “İcâbet” vaadi de “Sevap vermek” ile tefsir edilmiştir. Nitekim İmâm-ı Sevrî (Rahimehullâh)a: “Allâh’a duâ et” denildiğinde: “Günahları bırakmak duânın ta kendisidir” derken, “Dille yapılan duâ kalbin isteğinin bir tercümesidir ki, bu ancak Allâh’a karşı gelmeyi bırakarak ve tamâmen O’na yönelerek geçerli olur. Öyleyse günahları terk eden kişi, isti‘dât lisânıyla (ve kābiliyet diliyle) Allâh-u Te‘âlâ’dan dilekte bulunmuş olur. Zâten icâbeti hak eden duâ da ancak budur, günahları bırakmayan ise bin kere duâ etse de hakîkatte isteyici sayılmaz” demek istemiştir. (el-Âlûsî)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الَّيْلَ لِتَسْكُنُوا ف۪يهِ وَالنَّهَارَ مُبْصِرًاۜ اِنَّ اللّٰهَ لَذُو فَضْلٍ عَلَى النَّاسِ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَشْكُرُونَ ﴿٦١
61﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; sizin (menfaatiniz) için kendisinde (istirahat ederek) sükûnet bulasınız diye geceyi (karanlık olarak) yaratmıştır; gündüzü de (çalışıp kazanarak, ihtiyaçlarınızı görebilesiniz diye) aydınlık zamanı olarak (var etmiştir). Şüphesiz ki Allâh insanlara karşı elbette (mâhiyetine erişilemeyecek ve kıymeti takdîr edilemeyecek kadar) çok büyük bir fazl(-u kerem ve sonsuz iyilik) sâhibidir. Velâkin insanların ekseriyeti (bu nîmetlerin önemini takdîr etmedikleri gibi, sâhibini dahî tanımayacak kadar câhil olduklarından O’na) şükretmezler.
ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍۢ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۘ فَاَنّٰى تُؤْفَكُونَ ﴿٦٢
62﴿ (Ey insanlar!) İşte size! Ancak bu (eşsiz sanatların sâhibi olan Zât), Allâh’dır, (ancak O) sizin Rabbiniz’dir; (O) her bir şeyin yaratıcısıdır; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur! Hâlâ nasıl (O’na îmân ve tâatten) döndürül(üp de başkalarına ibâdete yönlendiril)ebiliyorsunuz?!
كَذٰلِكَ يُؤْفَكُ الَّذ۪ينَ كَانُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ يَجْحَدُونَ ﴿٦٣
63﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Bu zamâna kadar) Allâh’ın âyetlerini bile bile sürekli inkâr etmekte olmuş o kimseler (de bir şey bildiklerinden değil) ancak böylece (sebebi bilinmeyen ve doğruluğunu gösterecek hiçbir yönü bulunmayan ilginç bir döndürülüşle, hakka îmân etmekten körü körüne) çevriliyordu.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ قَرَارًا وَالسَّمَٓاءَ بِنَٓاءً وَصَوَّرَكُمْ فَاَحْسَنَ صُوَرَكُمْ وَرَزَقَكُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْۚ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦٤
64﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; yeri sizin için bir karargâh, göğü de (kubbe gibi) yüksek bir binâ yapmıştır; ayrıca size sûret (şekil ve kılık) vermiş, sûretlerinizi de (hem kendinizin, hem de görenlerin beğeneceği şekilde) güzel yapmıştır, bir de sizi lezzetli ve helâl şeylerden rızıklandırmıştır. (Ey insanlar!) İşte size! Ancak bu (eşsiz sanatların sâhibi olan Zât), Allâh’dır, (ancak O) sizin Rabbiniz’dir. İşte bütün âlemlerin Rabbi (yaratıcısı ve yöneticisi, sâhibi ve eğiticisi olan) Allâh (Zâtı, sıfatları, fiilleri ve nîmetleri cihetinden) dâimâ çok bereket (ve hayr) sâhibi olmuştur. (Çünkü var olma ve varlığını sürdürebilme dâhil tüm hâllerinde her şey sâdece O’na muhtaçtır. O derece ki; O’nun tasarrufu bir an bile onlardan kesilecek olsa her şey ânında yok olur.)
هُوَ الْحَيُّ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ فَادْعُوهُ مُخْلِص۪ينَ لَهُ الدّ۪ينَۜ اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ رَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦٥
65﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ, Zâtına âit gerçek bir hayat ile) Hayy’dır (sâhip olduğu dirilik sıfatının başlangıcı ve sonu yoktur); Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. Öyleyse dîni (ve ibâdeti, açık ve gizli tüm şirk türlerinden arındırıp) O’nun için hâlis kılan kimseler olarak Kendisine ibâdet edin. (Sizi tevhîd ve ibâdetine muvaffak kıldığı için de:) “Bütün hamdler, tüm âlemlerin Rabbi olan Allâh’a mahsustur” (diyerek dâimâ O’na hamdedin).
قُلْ اِنّ۪ي نُه۪يتُ اَنْ اَعْبُدَ الَّذ۪ينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَمَّا جَٓاءَنِيَ الْبَيِّنَاتُ مِنْ رَبّ۪ي وَاُمِرْتُ اَنْ اُسْلِمَ لِرَبِّ الْعَالَم۪ينَ ﴿٦٦
66﴿ (Habîbim! Seni putlara ibâdete dâvet eden o kâfirlere) de ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bana çok açık deliller (ihtivâ eden Kur’ân’dan ibâret bir burhân) geldiği zaman, sizin Allâh(ı bırakıp da O’n)dan başka tapmakta olduğunuz şeylere ibâdet etmemden nehyolundum. Ayrıca ben bütün âlemlerin Rabbine (boyun eğerek ve ibâdetimi sâdece Kendisine tahsîs ederek O’na) teslim olmamla emrolundum.”