v02.01.25 Geliştirme Notları
Mü`min Sûresi
475
Cuz 24
78﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette Biz muhakkak senden önce de nice kıymetli rasülleri elçi olarak gönderdik ki; onlar içerisinden (kıssalarını) sana anlatmış olduklarımız da vardır, yine onlardan (târihçelerini) sana anlatmadıklarımız da vardır. Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir rasül için herhangi bir âyet (ve mûcize) getirmek (diye bir şey söz konusu) olmamıştır. Artık (gördükleri mûcizelere rağmen îmân etmemeleri yüzünden) Allâh’ın (dünyâda ve âhirette azap) emri geldiği zaman (insanların arasında) hak ile hüküm veril(erek, doğru yolda olanlar kurtarılmış, yanlış yoldakiler ise helâk edil)miştir. Böylece işte sana! (Haktan ayrılarak) bâtılın içine girmiş kimseler o zaman hüsrâna (ve en büyük zarara) uğra(dıklarını anla)mıştır. Bu âyet-i celîleden anlaşıldığı üzere; farklı konulardaki mûcizelerin hepsi de Allâh-u Te‘âlâ’nın birtakım lütuflarıdır ki, diğer taksîmâtı gibi onları da üstün hikmetlere dayalı irâdesi îcâbı peygamberler arasında bölüştürmüştür. O hâlde Allâh-u Te‘âlâ’nın müsâadesi dışında hiçbir peygamberin herhangi bir mûcizeyi özellikle tercih etme hakkı olmadığı gibi, ümmetinin de canları istediği şekilde mûcize talep etme hakları yoktur. Bu yüzden onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın kendilerine göndermiş olduğu peygamberin elinde açıkladığı mûcizeye inanmak ve onunla yetinmek zorundadırlar. (el-Âlûsî)
79﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; davarları sizin (menfaatiniz) için; siz onlardan bâzısına binesiniz diye yaratmıştır, onların bâzısından da (etlerini) yiyorsunuz.
80﴿ Ayrıca özellikle sizin için onlarda (sırtlarına binme ve etlerinden istifâde dışında, sütlerinden, kıllarından ve derilerinden sağlayacağınız) birçok faydalar vardır. Bir de (ağır yüklerinizi uzak diyarlara taşıtmak gibi) göğüslerinizde (bulunan kalplerinizde)ki önemli bir arzuya onlar üzerinde ulaşasınız diye (karanın gemileri sayılan develeri sizin istifâdenize sunmuştur). Böylece siz (yüklerinizle birlikte) özellikle onlar üzerinde de, gemiler üzerinde de taşıtılıyorsunuz.
81﴿ Bir de O (Allâh-u Te‘âlâ) size (varlığının, birliğinin, yüce kudretinin ve engin rahmetinin açık delilleri olan bunca) âyetlerini dâimâ göstermektedir. Artık siz Allâh’ın âyetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?!
82﴿ Onlar yer(yüzün)de gezip de (Âd ve Semûd gibi) kendilerinden önceki (helâke mâruz kalmış) o (kâfir) kimselerin (fecî) âkıbetinin nasıl olduğuna hiç bakmadılar mı?! Onlar bunlardan (sayıca) daha çok, kuvvet bakımından ve yer(yüzün)deki (sağlam kaleler ve yüksek kuleler gibi bırakmış oldukları) eserler yönünden de daha güçlü idiler. Ama sürekli kazanır oldukları şeyler onlar(ın başına gelen azaplar)dan (hiçbir şeyi) defedemedi.
83﴿ İşte rasülleri onlara çok açık (mûcize ve) delillerle geldiği zaman, (vahye dayalı olan hatâdan uzak bilgilere tâbi olacakları yerde) yanlarında bulunan (felsefe ve safsatadan ibâret yalan yanlış) ilimle (ve dünyevî konulardaki uyanıklıklarıyla) sevinip şımardılar. Fakat kendisiyle sürekli alay eder oldukları o (peygamberlerin getirdiği) şey(i hafife aldıkları ve eğlence malzemesi yaptıkları için azâbımız) onları çepeçevre kuşattı.
84﴿ İşte onlar Bizim zorlu azâbımızı gördükleri zaman: “Biz Allâh’a tek olduğu hâlde îmân ettik ve kendisi sebebiyle şirk koşan kimseler olduğumuz o (putları da, ilâh edindiğimiz sâir bâtıl) şeyleri (de) inkâr ettik” dediler.
85﴿ Fakat şiddetli azâbımızı gördükleri zaman (ister istemez sâhip oldukları bu zoraki) îmânları kendilerine fayda verir olmadı. (Azap vakti îmânın fayda vermemesi bunlardan önce helâk ettiği) kulları hakkında Allâh’ın gerçekten (gelip) geçmiş olan o sünneti (değişmez kānunu ve sürekli uyguladığı bir kuralı) olarak (bunlar hakkında da cârî olup ölüm ânında ve âhirette elde ettikleri îmândan fayda göremediler)! /(Ey Mekke müşrikleri! Peygamberlerine düşman olan) kulları hakkında Allâh’ın kesinlikle geçmiş olan o (değişmez azap kānunundan ve) sünnetin(i size de tatbîk etmesin)den (sakının)!/ (Habîbim!) Böylece işte sana! O (azâbı gördükleri) zaman kâfirler hüsrâna uğra(dıklarını anla)mıştır.
سُورَةُ الْمُؤْمِنِ
الجزء ٢٤
٤٧٥
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ۟ ﴿٧٨
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۘ ﴿٧٩
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً ف۪ي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَۜ ﴿٨٠
وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ۗ فَاَيَّ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُنْكِرُونَ ﴿٨١
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٨٢
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٨٣
فَلَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِه۪ مُشْرِك۪ينَ ﴿٨٤
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ ﴿٨٥
Mü`min Sûresi
475
Cuz 24
وَلَقَدْ اَرْسَلْنَا رُسُلًا مِنْ قَبْلِكَ مِنْهُمْ مَنْ قَصَصْنَا عَلَيْكَ وَمِنْهُمْ مَنْ لَمْ نَقْصُصْ عَلَيْكَۜ وَمَا كَانَ لِرَسُولٍ اَنْ يَأْتِيَ بِاٰيَةٍ اِلَّا بِاِذْنِ اللّٰهِۚ فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُ اللّٰهِ قُضِيَ بِالْحَقِّ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْمُبْطِلُونَ۟ ﴿٧٨
78﴿ (Habîbim!) Andolsun ki; elbette Biz muhakkak senden önce de nice kıymetli rasülleri elçi olarak gönderdik ki; onlar içerisinden (kıssalarını) sana anlatmış olduklarımız da vardır, yine onlardan (târihçelerini) sana anlatmadıklarımız da vardır. Allâh’ın izni olmadıkça hiçbir rasül için herhangi bir âyet (ve mûcize) getirmek (diye bir şey söz konusu) olmamıştır. Artık (gördükleri mûcizelere rağmen îmân etmemeleri yüzünden) Allâh’ın (dünyâda ve âhirette azap) emri geldiği zaman (insanların arasında) hak ile hüküm veril(erek, doğru yolda olanlar kurtarılmış, yanlış yoldakiler ise helâk edil)miştir. Böylece işte sana! (Haktan ayrılarak) bâtılın içine girmiş kimseler o zaman hüsrâna (ve en büyük zarara) uğra(dıklarını anla)mıştır. Bu âyet-i celîleden anlaşıldığı üzere; farklı konulardaki mûcizelerin hepsi de Allâh-u Te‘âlâ’nın birtakım lütuflarıdır ki, diğer taksîmâtı gibi onları da üstün hikmetlere dayalı irâdesi îcâbı peygamberler arasında bölüştürmüştür. O hâlde Allâh-u Te‘âlâ’nın müsâadesi dışında hiçbir peygamberin herhangi bir mûcizeyi özellikle tercih etme hakkı olmadığı gibi, ümmetinin de canları istediği şekilde mûcize talep etme hakları yoktur. Bu yüzden onlar Allâh-u Te‘âlâ’nın kendilerine göndermiş olduğu peygamberin elinde açıkladığı mûcizeye inanmak ve onunla yetinmek zorundadırlar. (el-Âlûsî)
اَللّٰهُ الَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَنْعَامَ لِتَرْكَبُوا مِنْهَا وَمِنْهَا تَأْكُلُونَۘ ﴿٧٩
79﴿ Ancak Allâh öyle (kudretli) bir Zâttır ki; davarları sizin (menfaatiniz) için; siz onlardan bâzısına binesiniz diye yaratmıştır, onların bâzısından da (etlerini) yiyorsunuz.
وَلَكُمْ ف۪يهَا مَنَافِعُ وَلِتَبْلُغُوا عَلَيْهَا حَاجَةً ف۪ي صُدُورِكُمْ وَعَلَيْهَا وَعَلَى الْفُلْكِ تُحْمَلُونَۜ ﴿٨٠
80﴿ Ayrıca özellikle sizin için onlarda (sırtlarına binme ve etlerinden istifâde dışında, sütlerinden, kıllarından ve derilerinden sağlayacağınız) birçok faydalar vardır. Bir de (ağır yüklerinizi uzak diyarlara taşıtmak gibi) göğüslerinizde (bulunan kalplerinizde)ki önemli bir arzuya onlar üzerinde ulaşasınız diye (karanın gemileri sayılan develeri sizin istifâdenize sunmuştur). Böylece siz (yüklerinizle birlikte) özellikle onlar üzerinde de, gemiler üzerinde de taşıtılıyorsunuz.
وَيُر۪يكُمْ اٰيَاتِه۪ۗ فَاَيَّ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُنْكِرُونَ ﴿٨١
81﴿ Bir de O (Allâh-u Te‘âlâ) size (varlığının, birliğinin, yüce kudretinin ve engin rahmetinin açık delilleri olan bunca) âyetlerini dâimâ göstermektedir. Artık siz Allâh’ın âyetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?!
اَفَلَمْ يَس۪يرُوا فِي الْاَرْضِ فَيَنْظُرُوا كَيْفَ كَانَ عَاقِبَةُ الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ كَانُٓوا اَكْثَرَ مِنْهُمْ وَاَشَدَّ قُوَّةً وَاٰثَارًا فِي الْاَرْضِ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿٨٢
82﴿ Onlar yer(yüzün)de gezip de (Âd ve Semûd gibi) kendilerinden önceki (helâke mâruz kalmış) o (kâfir) kimselerin (fecî) âkıbetinin nasıl olduğuna hiç bakmadılar mı?! Onlar bunlardan (sayıca) daha çok, kuvvet bakımından ve yer(yüzün)deki (sağlam kaleler ve yüksek kuleler gibi bırakmış oldukları) eserler yönünden de daha güçlü idiler. Ama sürekli kazanır oldukları şeyler onlar(ın başına gelen azaplar)dan (hiçbir şeyi) defedemedi.
فَلَمَّا جَٓاءَتْهُمْ رُسُلُهُمْ بِالْبَيِّنَاتِ فَرِحُوا بِمَا عِنْدَهُمْ مِنَ الْعِلْمِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِه۪ يَسْتَهْزِؤُ۫نَ ﴿٨٣
83﴿ İşte rasülleri onlara çok açık (mûcize ve) delillerle geldiği zaman, (vahye dayalı olan hatâdan uzak bilgilere tâbi olacakları yerde) yanlarında bulunan (felsefe ve safsatadan ibâret yalan yanlış) ilimle (ve dünyevî konulardaki uyanıklıklarıyla) sevinip şımardılar. Fakat kendisiyle sürekli alay eder oldukları o (peygamberlerin getirdiği) şey(i hafife aldıkları ve eğlence malzemesi yaptıkları için azâbımız) onları çepeçevre kuşattı.
فَلَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَا قَالُٓوا اٰمَنَّا بِاللّٰهِ وَحْدَهُ وَكَفَرْنَا بِمَا كُنَّا بِه۪ مُشْرِك۪ينَ ﴿٨٤
84﴿ İşte onlar Bizim zorlu azâbımızı gördükleri zaman: “Biz Allâh’a tek olduğu hâlde îmân ettik ve kendisi sebebiyle şirk koşan kimseler olduğumuz o (putları da, ilâh edindiğimiz sâir bâtıl) şeyleri (de) inkâr ettik” dediler.
فَلَمْ يَكُ يَنْفَعُهُمْ ا۪يمَانُهُمْ لَمَّا رَاَوْا بَأْسَنَاۜ سُنَّتَ اللّٰهِ الَّت۪ي قَدْ خَلَتْ ف۪ي عِبَادِه۪ۚ وَخَسِرَ هُنَالِكَ الْكَافِرُونَ ﴿٨٥
85﴿ Fakat şiddetli azâbımızı gördükleri zaman (ister istemez sâhip oldukları bu zoraki) îmânları kendilerine fayda verir olmadı. (Azap vakti îmânın fayda vermemesi bunlardan önce helâk ettiği) kulları hakkında Allâh’ın gerçekten (gelip) geçmiş olan o sünneti (değişmez kānunu ve sürekli uyguladığı bir kuralı) olarak (bunlar hakkında da cârî olup ölüm ânında ve âhirette elde ettikleri îmândan fayda göremediler)! /(Ey Mekke müşrikleri! Peygamberlerine düşman olan) kulları hakkında Allâh’ın kesinlikle geçmiş olan o (değişmez azap kānunundan ve) sünnetin(i size de tatbîk etmesin)den (sakının)!/ (Habîbim!) Böylece işte sana! O (azâbı gördükleri) zaman kâfirler hüsrâna uğra(dıklarını anla)mıştır.