v02.01.25 Geliştirme Notları
Fussilet Sûresi
476
Cuz 24
KIRKBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Fussilet
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 54 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Hâ! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
2﴿ (Kur’ân-ı Kerîm, kullarına son derece acıdığı için onlara dînî ve dünyevî tüm menfaatlerini temin etmek üzere yüce bir Kitâb indirmeyi murâd eden) O Rahmân ve O Rahîm (olan Allâh nezdin)den indirilmiştir.
3﴿ (O öyle) yüce bir Kitâb’tır ki; Arapça (lisân üzere indirilmiş) bir Kur’ân olarak âyetleri bir toplum için ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır ki onlar (Arap lisânına vâkıftırlar veya kendilerine tercüme edilip anlatılarak mânâlarını) bilmektedirler. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin tafsîli, lafzen ve mânen olmak üzere iki türlüdür: Lafzıyla ilgili tafsîl; her bir âyetinin diğerinden, duraklarla, hıziblerle, sûre başlangıçları ve sonlarıyla ayrılmış olmasıdır. Mânâsı hakkındaki tafsîl ise; îtikād ve târih, müjde ve tehdit, emir ve nehiy, helâl ve haram gibi konularının birbirinden ayrılacak şekilde belirli ve tafsîlatlı oluşudur.
4﴿ (O yüce Kitâb îmân edip sâlih amel işleyenleri cennet ve rızâ ile) çokça müjdeleyici ve (inkâr edip isyân edenleri azap ve gazapla) iyice uyarıcı olarak (indirilmiştir). Ama onların pek çoğu (bunca ilmî konuyu barındıran böyle eşsiz bir kitâbı incelemekten) yüz çevirmiştir. Bu sebeple onlar (kabûl kulağıyla) işitmezler.
5﴿ (Ebû Cehl ve arkadaşları) dediler ki: “Bizim kalplerimiz senin bizi kendisine dâvet etmekte olduğun (îmân ve tevhîd gibi) şey(lerin hakîkatini görmek)den (bize mâni olacak) birtakım sıkı örtüler içerisindedir, kulaklarımızda da (hakkı duymamıza engel olacak) büyük bir ağırlık (ve sağırlık) vardır. Ayrıca bizim aramızdan da, senin arandan da ayrı ayrı (bir hâlde) başlay(ıp, ortada hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde aramızdaki tüm mesâfeyi kaplayan ve böylece bizi birbirimize yabancı ve düşman yap)an kalın bir perde vardır. Artık sen (kendi dînin üzere sebât ederek bizim yolumuzu iptal husûsunda) çalış, şüphesiz bizler (de kendi yolumuzda kalıp, senin dâvânı bozma uğrunda olanca gücümüzle) çalışıcı kimseleriz.”
6﴿ (Habîbim! Kendi söylediklerine inanmayan bu kişilere cevâben) de ki: “Ben (melek ve cin değilim ki, görüşüp tanışmamız mümkün olmasın, ayrıca ben sizi akıl almaz birtakım şeylere çağırmıyorum ki dâvetim kabûl görmesin, bilakis ben) ancak sizin gibi bir beşerim ki, bana İlâhınızın sâdece bir tek İlâh olduğu vahyedilmektedir. (Artık aklî ve naklî tüm delillerin lehine şâhitlikte bulunduğu “Tek bir İlâh’a ibâdet” çağrısı nasıl reddedilebilir?!) Öyleyse siz (şirkin güvenilmez kulpuna tutunup da sizi tevhîde çağıranlara: “Kalplerimiz kılıflı” demeyi bırakın da, tevhîd ve ihlâs gibi sımsıkı kulptan tutarak ondan başka bir şeye meyletmeyip) doğruca O’n(un azâbından kurtaracak îmân)a yönelin ve (geçmişteki yanlış inanç, söz ve davranışlarınızdan dolayı) O’ndan mağfiret (ve bağışlanma) talep edin. O (şirkten vazgeçmeyen) müşrikler için de büyük bir helâk (ve sonsuz bir azap nasip) olsun.
7﴿ O kimseler için (azap nasip olsun) ki; (cimrilik ve merhametsizlikleri yüzünden) zekâtı vermezler; üstelik onlar âhireti inkâr eden kimselerin ta kendileridir.
8﴿ O kişiler ki; (Rablerinin âyetlerine) îmân etmiştirler ve (bu îmân gereği; namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; şüphesiz özellikle onlar için kesintiye uğratılmayan (ve ardı arkası kesilmeyen) /başa kakılmayan/ çok büyük bir ecir (ve mükâfât) vardır.”
9﴿ (Habîbim! O yüce yaratıcıyı kabullenmeyen kimselere) de ki: “Yoksa yeri (tüm katmanlarıyla birlikte, dünyâ günlerinden) iki gün (miktârı bir süreye denk gelecek az bir müddet) içerisinde yaratmış olan o Zâtı gerçekten siz mi, hakîkaten (sizin gibi âciz kimseler mi) inkâr etmektesiniz ve O’nun için birtakım eşler edinmektesiniz?! (Ey insan!) İşte sana! Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ sâdece yeryüzünün değil) bütün âlemlerin (yaratıcısı ve yöneticisi olan) Rabbidir. (Hâl böyleyken yarattığı bir şeyin, mülkünde O’na ortak olması nasıl düşünülebilir?!)
10﴿ O (Rabbiniz yeryüzünde kendilerinden çok yönlü istifâde edilebilsin diye) orada; onun üzerinden başlayıp (yukarı doğru yükselen) sâbit birtakım dağlar yerleştirmiş, yine orada (sular ve ekinler, ağaçlar ve ürünler yaratarak) çokça bereket (ve hayır) yerleştirmiş ve orada (hem insanlar hem de hayvanlar için uygun olan) azıklarını(n çeşitlerini ve miktarlarını) takdîr etmiştir. (İşte Rabbiniz, yeryüzünün ve barındırdığı şeylerin yaratılma süresinden) soranlar için (bildirmiştir ki, yerin yaratıldığı iki günle birlikte hesap edildiğinde bütün bunlar) tam olarak dört günde (gerçekleşmiştir).
11﴿ Sonra (Allâh-u Te‘âlâ’nın irâdesi hiçbir şeye tealluk etmeden önce ilk olarak) semâya, o (henüz Arş’ın altında bulunan sudan yükselen) bir (buhar ve) duman hâlindeyken (onu yaratmaya) yöneldi de hemen ona ve yere: “(Benim sizde yarattığım faydaları ortaya çıkarma husûsunda size yönelttiğim emirlerimi istekle) itâat ederek ya da istemeyerek (yerine getirmeye) gelin” buyurdu, o ikisi de: “Biz (istekle) itâat edenler olarak (emirlerini tatbike) geldik” dediler.
سُورَةُ فُصِّلَتْ
الجزء ٢٤
٤٧٦
سُورَةُفُصِّلَتْ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
حٰمٓۜ ﴿١
تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ ﴿٢
كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَۙ ﴿٣
بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۚ فَاَعْرَضَ اَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿٤
وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّنَا عَامِلُونَ ﴿٥
قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿٦
اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ ﴿٧
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ۟ ﴿٨
قُلْ اَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَرْضَ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُٓ اَنْدَادًاۜ ذٰلِكَ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۚ ﴿٩
وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ ف۪يهَا وَقَدَّرَ ف۪يهَٓا اَقْوَاتَهَا ف۪ٓي اَرْبَعَةِ اَيَّامٍۜ سَوَٓاءً لِلسَّٓائِل۪ينَ ﴿١٠
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًاۜ قَالَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِع۪ينَ ﴿١١
Fussilet Sûresi
476
Cuz 24
KIRKBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Fussilet
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 54 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
حٰمٓۜ ﴿١
1﴿ Hâ! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
تَنْز۪يلٌ مِنَ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِۚ ﴿٢
2﴿ (Kur’ân-ı Kerîm, kullarına son derece acıdığı için onlara dînî ve dünyevî tüm menfaatlerini temin etmek üzere yüce bir Kitâb indirmeyi murâd eden) O Rahmân ve O Rahîm (olan Allâh nezdin)den indirilmiştir.
كِتَابٌ فُصِّلَتْ اٰيَاتُهُ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَۙ ﴿٣
3﴿ (O öyle) yüce bir Kitâb’tır ki; Arapça (lisân üzere indirilmiş) bir Kur’ân olarak âyetleri bir toplum için ayrıntılı bir şekilde açıklanmıştır ki onlar (Arap lisânına vâkıftırlar veya kendilerine tercüme edilip anlatılarak mânâlarını) bilmektedirler. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerinin tafsîli, lafzen ve mânen olmak üzere iki türlüdür: Lafzıyla ilgili tafsîl; her bir âyetinin diğerinden, duraklarla, hıziblerle, sûre başlangıçları ve sonlarıyla ayrılmış olmasıdır. Mânâsı hakkındaki tafsîl ise; îtikād ve târih, müjde ve tehdit, emir ve nehiy, helâl ve haram gibi konularının birbirinden ayrılacak şekilde belirli ve tafsîlatlı oluşudur.
بَش۪يرًا وَنَذ۪يرًاۚ فَاَعْرَضَ اَكْثَرُهُمْ فَهُمْ لَا يَسْمَعُونَ ﴿٤
4﴿ (O yüce Kitâb îmân edip sâlih amel işleyenleri cennet ve rızâ ile) çokça müjdeleyici ve (inkâr edip isyân edenleri azap ve gazapla) iyice uyarıcı olarak (indirilmiştir). Ama onların pek çoğu (bunca ilmî konuyu barındıran böyle eşsiz bir kitâbı incelemekten) yüz çevirmiştir. Bu sebeple onlar (kabûl kulağıyla) işitmezler.
وَقَالُوا قُلُوبُنَا ف۪ٓي اَكِنَّةٍ مِمَّا تَدْعُونَٓا اِلَيْهِ وَف۪ٓي اٰذَانِنَا وَقْرٌ وَمِنْ بَيْنِنَا وَبَيْنِكَ حِجَابٌ فَاعْمَلْ اِنَّنَا عَامِلُونَ ﴿٥
5﴿ (Ebû Cehl ve arkadaşları) dediler ki: “Bizim kalplerimiz senin bizi kendisine dâvet etmekte olduğun (îmân ve tevhîd gibi) şey(lerin hakîkatini görmek)den (bize mâni olacak) birtakım sıkı örtüler içerisindedir, kulaklarımızda da (hakkı duymamıza engel olacak) büyük bir ağırlık (ve sağırlık) vardır. Ayrıca bizim aramızdan da, senin arandan da ayrı ayrı (bir hâlde) başlay(ıp, ortada hiçbir boşluk bırakmayacak şekilde aramızdaki tüm mesâfeyi kaplayan ve böylece bizi birbirimize yabancı ve düşman yap)an kalın bir perde vardır. Artık sen (kendi dînin üzere sebât ederek bizim yolumuzu iptal husûsunda) çalış, şüphesiz bizler (de kendi yolumuzda kalıp, senin dâvânı bozma uğrunda olanca gücümüzle) çalışıcı kimseleriz.”
قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌ فَاسْتَق۪يمُٓوا اِلَيْهِ وَاسْتَغْفِرُوهُۜ وَوَيْلٌ لِلْمُشْرِك۪ينَۙ ﴿٦
6﴿ (Habîbim! Kendi söylediklerine inanmayan bu kişilere cevâben) de ki: “Ben (melek ve cin değilim ki, görüşüp tanışmamız mümkün olmasın, ayrıca ben sizi akıl almaz birtakım şeylere çağırmıyorum ki dâvetim kabûl görmesin, bilakis ben) ancak sizin gibi bir beşerim ki, bana İlâhınızın sâdece bir tek İlâh olduğu vahyedilmektedir. (Artık aklî ve naklî tüm delillerin lehine şâhitlikte bulunduğu “Tek bir İlâh’a ibâdet” çağrısı nasıl reddedilebilir?!) Öyleyse siz (şirkin güvenilmez kulpuna tutunup da sizi tevhîde çağıranlara: “Kalplerimiz kılıflı” demeyi bırakın da, tevhîd ve ihlâs gibi sımsıkı kulptan tutarak ondan başka bir şeye meyletmeyip) doğruca O’n(un azâbından kurtaracak îmân)a yönelin ve (geçmişteki yanlış inanç, söz ve davranışlarınızdan dolayı) O’ndan mağfiret (ve bağışlanma) talep edin. O (şirkten vazgeçmeyen) müşrikler için de büyük bir helâk (ve sonsuz bir azap nasip) olsun.
اَلَّذ۪ينَ لَا يُؤْتُونَ الزَّكٰوةَ وَهُمْ بِالْاٰخِرَةِ هُمْ كَافِرُونَ ﴿٧
7﴿ O kimseler için (azap nasip olsun) ki; (cimrilik ve merhametsizlikleri yüzünden) zekâtı vermezler; üstelik onlar âhireti inkâr eden kimselerin ta kendileridir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ لَهُمْ اَجْرٌ غَيْرُ مَمْنُونٍ۟ ﴿٨
8﴿ O kişiler ki; (Rablerinin âyetlerine) îmân etmiştirler ve (bu îmân gereği; namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiştirler; şüphesiz özellikle onlar için kesintiye uğratılmayan (ve ardı arkası kesilmeyen) /başa kakılmayan/ çok büyük bir ecir (ve mükâfât) vardır.”
قُلْ اَئِنَّكُمْ لَتَكْفُرُونَ بِالَّذ۪ي خَلَقَ الْاَرْضَ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَتَجْعَلُونَ لَهُٓ اَنْدَادًاۜ ذٰلِكَ رَبُّ الْعَالَم۪ينَۚ ﴿٩
9﴿ (Habîbim! O yüce yaratıcıyı kabullenmeyen kimselere) de ki: “Yoksa yeri (tüm katmanlarıyla birlikte, dünyâ günlerinden) iki gün (miktârı bir süreye denk gelecek az bir müddet) içerisinde yaratmış olan o Zâtı gerçekten siz mi, hakîkaten (sizin gibi âciz kimseler mi) inkâr etmektesiniz ve O’nun için birtakım eşler edinmektesiniz?! (Ey insan!) İşte sana! Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ sâdece yeryüzünün değil) bütün âlemlerin (yaratıcısı ve yöneticisi olan) Rabbidir. (Hâl böyleyken yarattığı bir şeyin, mülkünde O’na ortak olması nasıl düşünülebilir?!)
وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ مِنْ فَوْقِهَا وَبَارَكَ ف۪يهَا وَقَدَّرَ ف۪يهَٓا اَقْوَاتَهَا ف۪ٓي اَرْبَعَةِ اَيَّامٍۜ سَوَٓاءً لِلسَّٓائِل۪ينَ ﴿١٠
10﴿ O (Rabbiniz yeryüzünde kendilerinden çok yönlü istifâde edilebilsin diye) orada; onun üzerinden başlayıp (yukarı doğru yükselen) sâbit birtakım dağlar yerleştirmiş, yine orada (sular ve ekinler, ağaçlar ve ürünler yaratarak) çokça bereket (ve hayır) yerleştirmiş ve orada (hem insanlar hem de hayvanlar için uygun olan) azıklarını(n çeşitlerini ve miktarlarını) takdîr etmiştir. (İşte Rabbiniz, yeryüzünün ve barındırdığı şeylerin yaratılma süresinden) soranlar için (bildirmiştir ki, yerin yaratıldığı iki günle birlikte hesap edildiğinde bütün bunlar) tam olarak dört günde (gerçekleşmiştir).
ثُمَّ اسْتَوٰٓى اِلَى السَّمَٓاءِ وَهِيَ دُخَانٌ فَقَالَ لَهَا وَلِلْاَرْضِ ائْتِيَا طَوْعًا اَوْ كَرْهًاۜ قَالَتَٓا اَتَيْنَا طَٓائِع۪ينَ ﴿١١
11﴿ Sonra (Allâh-u Te‘âlâ’nın irâdesi hiçbir şeye tealluk etmeden önce ilk olarak) semâya, o (henüz Arş’ın altında bulunan sudan yükselen) bir (buhar ve) duman hâlindeyken (onu yaratmaya) yöneldi de hemen ona ve yere: “(Benim sizde yarattığım faydaları ortaya çıkarma husûsunda size yönelttiğim emirlerimi istekle) itâat ederek ya da istemeyerek (yerine getirmeye) gelin” buyurdu, o ikisi de: “Biz (istekle) itâat edenler olarak (emirlerini tatbike) geldik” dediler.