v02.01.25 Geliştirme Notları
Fussilet Sûresi
477
Cuz 24
12﴿ Sonra (dünyâ günlerinden) iki gün (kadar kısa bir zamâna denk gelecek müddet) içerisinde yedi (kat) gökler olarak o (gök katma)nları(nı) yaratmayı tamamladı ve her semâ içerisinde ona âit (yaratılış) emrini vahyetti (de, bu sûretle yaratmak istediği melekleri, aydınlatıcı gezegenleri ve Kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği daha nice cisimleri irâde ettiği yerlerde meydana getirdi) /ve her semâ içerisinde (yerleştirdiği ahâliye) onunla alâkalı emrini (ve yasağını) vahyetti (de, böylece onları kendilerine münâsip birtakım sorumluluklara tâbi etti)./ Biz o (yeryüzüne) en yakın olan (birinci kat) semâyı da kandiller (gibi parlayan yıldızlar ve gezegenler) ile iyice süsledik. Bir de tam bir muhâfaza ile (gökleri çatlama ve yıkılma gibi âfetlerden ve vahye kulak kabartan şeytanlardan koruduk). (Ey insan!) İşte sana! Bu (anlatılanlar), ancak O (dilediği her şeye son derece gücü yeten ve yarattıkları hakkındaki tüm mâlûmâtı hakkıyla bilen) Azîz ve Alîm’in (eşsiz ayarlaması ve üstün) takdîri(nin eseri)dir.
13﴿ (Habîbim!) Artık (bunca açıklamadan sonra yine de) onlar (bu büyük âyetleri düşünmekten ve sana îmân etmekten) yüz çevirirlerse, sen (onlara) de ki: “Ben sizi Âd (kavminin halkın)ın ve Semûd (toplumun)un yıldırımlı azâbına benzer bir azab(a mâruz kalmak) ile uyardım.
14﴿ Bir vakit(te Âd ve Semûd kavimlerine gelen yıldırımlı azaptan sizi uyarmış oldum) ki: ‘Allâh’tan başkasına ibâdet etmeyin’ diye (tebliğde bulunmak için) onlara önlerinden ve arkalarından rasüller gelmişti (de, her taraflarından gelen peygamberler onları hakka dâvet husûsunda olanca güçlerini sarf etmişlerdi). (Ama) onlar: ‘Rabbimiz (peygamber göndermek) dileseydi, elbette (sizin gibi yiyip içen insanları değil de, bize karşı üstünlüğü olan) birtakım melekler indirirdi. Bu sebeple biz sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz(u iddiâ ettiğiniz) şeyi gerçekten inkâr edici kimseleriz’ demişlerdi.”
15﴿ Sonra Âd (toplumuna gelince); işte onlar hak etmeksizin yer(yüzün)de iyice büyüklük tasladılar ve (boylarının uzunluğuna ve bedenlerinin büyüklüğüne aldanarak): “Kim kuvvet bakımından bizden daha güçlüdür?!” dediler. Onlar görmedile mi ki; O (eşsiz kudretiyle) kendilerini (yoktan) yaratmış olan Allâh; gerçekten kuvvet bakımından ancak O onlardan daha güçlüdür?! Üstelik onlar özellikle Bizim âyetlerimizi bile bile inkâr etmekte idiler.
16﴿ Bu sebeple Biz o en yakın (dünyâ) hayât(ın)da kendilerine alçaltıcı azâbı tattıralım diye onların üzerine (yedi gece sekiz gün süren) o uğursuz günlerde şiddetli soğuk esen (dondurucu) bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azâbı ise (dünyâ azâbının vereceği rezilliğe göre) elbette daha ziyâde rezil edicidir. Üstelik (orada) onlar (herhangi bir sûretle kendilerinden azâbın kaldırılması için) yardım olunmayacaklar. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîlede elleriyle dağlardan kayalar yontup kaldıracak kadar güçlü olan ve metrelerce uzun olan dizlerine kadar yerin dibine gömülerek birbirine tutunan Âd kavmini büyük bir rüzgârla havaya kaldırıp birbirine çarptırarak içi boş hurma kütükleri gibi yere serdiğini beyân etmektedir.
17﴿ Şimdi bir de Semûd (toplumuna gelince); Biz (doğru yolu kendilerine açıklamak sûretiyle) onlara hidâyeti beyân ettik. Ama onlar hidâyete karşı körlüğü (ve sapıklığı) sevip tercih ettiler. Nihâyet onların sürekli kazanmakta oldukları o (kötü) şeyler sebebiyle o alçaltıcı (kuvvetli) azap (kısımların)dan olan yıldırım (azâbı) kendilerini yakaladı. Hûd Sûresi’nin 67. âyet-i kerîmesinde Sâlih (Aleyhisselâm)ın gönderildiği Semûd kavminin Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın attığı sayha (nâra) ile helâk edildiğinin beyân edilmesi bu âyet-i kerîmeyle çelişmez, aksine bu azapların o kavme birlikte gönderildiğini ifâde eder. (el-Âlûsî, 24/168)
18﴿ Ama Biz (inkârcıları kuşatan o azaptan) o kimseleri kurtardık ki onlar (Sâlih peygambere) îmân etmiştiler ve kendileri sürekli takvâya riâyet etmekte (olup haramlardan hakkıyla sakınmakta) idiler.
19﴿ (Habîbim! Anlat) o (dehşetli) günü de ki; Allâh düşmanları toplanıp o (cehennem) ateş(in)e doğru (itile kakıla) sevk olunacak (da), sonra o (kâfir ola)nlar (çok kalabalık oldukları için); öndekileri arkadakiler(e kavuşabilsinler de birlikte azâba uğratılsınlar) için durdurulacaklar.
20﴿ Nihâyet (cehennem ateşine atılmak üzere hep birlikte) oraya geldikleri zaman, kulakları, gözleri ve derileri, (özellikle de tenâsül uzuvları dile gelerek) kendilerinin (dünyâda iken) sürekli yapmakta oldukları o (haram) şeylere dâir şâhitlikte bulunmuştur.
سُورَةُ فُصِّلَتْ
الجزء ٢٤
٤٧٧
فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ ﴿١٢
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ ﴿١٣
اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ ﴿١٤
فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿١٥
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا صَرْصَرًا ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ ﴿١٦
وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ ﴿١٧
وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ ﴿١٨
وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ ﴿١٩
حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٠
Fussilet Sûresi
477
Cuz 24
فَقَضٰيهُنَّ سَبْعَ سَمٰوَاتٍ ف۪ي يَوْمَيْنِ وَاَوْحٰى ف۪ي كُلِّ سَمَٓاءٍ اَمْرَهَاۜ وَزَيَّنَّا السَّمَٓاءَ الدُّنْيَا بِمَصَاب۪يحَۗ وَحِفْظًاۜ ذٰلِكَ تَقْد۪يرُ الْعَز۪يزِ الْعَل۪يمِ ﴿١٢
12﴿ Sonra (dünyâ günlerinden) iki gün (kadar kısa bir zamâna denk gelecek müddet) içerisinde yedi (kat) gökler olarak o (gök katma)nları(nı) yaratmayı tamamladı ve her semâ içerisinde ona âit (yaratılış) emrini vahyetti (de, bu sûretle yaratmak istediği melekleri, aydınlatıcı gezegenleri ve Kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği daha nice cisimleri irâde ettiği yerlerde meydana getirdi) /ve her semâ içerisinde (yerleştirdiği ahâliye) onunla alâkalı emrini (ve yasağını) vahyetti (de, böylece onları kendilerine münâsip birtakım sorumluluklara tâbi etti)./ Biz o (yeryüzüne) en yakın olan (birinci kat) semâyı da kandiller (gibi parlayan yıldızlar ve gezegenler) ile iyice süsledik. Bir de tam bir muhâfaza ile (gökleri çatlama ve yıkılma gibi âfetlerden ve vahye kulak kabartan şeytanlardan koruduk). (Ey insan!) İşte sana! Bu (anlatılanlar), ancak O (dilediği her şeye son derece gücü yeten ve yarattıkları hakkındaki tüm mâlûmâtı hakkıyla bilen) Azîz ve Alîm’in (eşsiz ayarlaması ve üstün) takdîri(nin eseri)dir.
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَقُلْ اَنْذَرْتُكُمْ صَاعِقَةً مِثْلَ صَاعِقَةِ عَادٍ وَثَمُودَۜ ﴿١٣
13﴿ (Habîbim!) Artık (bunca açıklamadan sonra yine de) onlar (bu büyük âyetleri düşünmekten ve sana îmân etmekten) yüz çevirirlerse, sen (onlara) de ki: “Ben sizi Âd (kavminin halkın)ın ve Semûd (toplumun)un yıldırımlı azâbına benzer bir azab(a mâruz kalmak) ile uyardım.
اِذْ جَٓاءَتْهُمُ الرُّسُلُ مِنْ بَيْنِ اَيْد۪يهِمْ وَمِنْ خَلْفِهِمْ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّا اللّٰهَۜ قَالُوا لَوْ شَٓاءَ رَبُّنَا لَاَنْزَلَ مَلٰٓئِكَةً فَاِنَّا بِمَٓا اُرْسِلْتُمْ بِه۪ كَافِرُونَ ﴿١٤
14﴿ Bir vakit(te Âd ve Semûd kavimlerine gelen yıldırımlı azaptan sizi uyarmış oldum) ki: ‘Allâh’tan başkasına ibâdet etmeyin’ diye (tebliğde bulunmak için) onlara önlerinden ve arkalarından rasüller gelmişti (de, her taraflarından gelen peygamberler onları hakka dâvet husûsunda olanca güçlerini sarf etmişlerdi). (Ama) onlar: ‘Rabbimiz (peygamber göndermek) dileseydi, elbette (sizin gibi yiyip içen insanları değil de, bize karşı üstünlüğü olan) birtakım melekler indirirdi. Bu sebeple biz sizin kendisiyle gönderilmiş olduğunuz(u iddiâ ettiğiniz) şeyi gerçekten inkâr edici kimseleriz’ demişlerdi.”
فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًۜ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًۜ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ ﴿١٥
15﴿ Sonra Âd (toplumuna gelince); işte onlar hak etmeksizin yer(yüzün)de iyice büyüklük tasladılar ve (boylarının uzunluğuna ve bedenlerinin büyüklüğüne aldanarak): “Kim kuvvet bakımından bizden daha güçlüdür?!” dediler. Onlar görmedile mi ki; O (eşsiz kudretiyle) kendilerini (yoktan) yaratmış olan Allâh; gerçekten kuvvet bakımından ancak O onlardan daha güçlüdür?! Üstelik onlar özellikle Bizim âyetlerimizi bile bile inkâr etmekte idiler.
فَاَرْسَلْنَا عَلَيْهِمْ ر۪يحًا صَرْصَرًا ف۪ٓي اَيَّامٍ نَحِسَاتٍ لِنُذ۪يقَهُمْ عَذَابَ الْخِزْيِ فِي الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۜ وَلَعَذَابُ الْاٰخِرَةِ اَخْزٰى وَهُمْ لَا يُنْصَرُونَ ﴿١٦
16﴿ Bu sebeple Biz o en yakın (dünyâ) hayât(ın)da kendilerine alçaltıcı azâbı tattıralım diye onların üzerine (yedi gece sekiz gün süren) o uğursuz günlerde şiddetli soğuk esen (dondurucu) bir rüzgâr gönderdik. Âhiret azâbı ise (dünyâ azâbının vereceği rezilliğe göre) elbette daha ziyâde rezil edicidir. Üstelik (orada) onlar (herhangi bir sûretle kendilerinden azâbın kaldırılması için) yardım olunmayacaklar. Tefsirlerde zikredildiğine göre; Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîlede elleriyle dağlardan kayalar yontup kaldıracak kadar güçlü olan ve metrelerce uzun olan dizlerine kadar yerin dibine gömülerek birbirine tutunan Âd kavmini büyük bir rüzgârla havaya kaldırıp birbirine çarptırarak içi boş hurma kütükleri gibi yere serdiğini beyân etmektedir.
وَاَمَّا ثَمُودُ فَهَدَيْنَاهُمْ فَاسْتَحَبُّوا الْعَمٰى عَلَى الْهُدٰى فَاَخَذَتْهُمْ صَاعِقَةُ الْعَذَابِ الْهُونِ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَۚ ﴿١٧
17﴿ Şimdi bir de Semûd (toplumuna gelince); Biz (doğru yolu kendilerine açıklamak sûretiyle) onlara hidâyeti beyân ettik. Ama onlar hidâyete karşı körlüğü (ve sapıklığı) sevip tercih ettiler. Nihâyet onların sürekli kazanmakta oldukları o (kötü) şeyler sebebiyle o alçaltıcı (kuvvetli) azap (kısımların)dan olan yıldırım (azâbı) kendilerini yakaladı. Hûd Sûresi’nin 67. âyet-i kerîmesinde Sâlih (Aleyhisselâm)ın gönderildiği Semûd kavminin Cebrâîl (Aleyhisselâm)ın attığı sayha (nâra) ile helâk edildiğinin beyân edilmesi bu âyet-i kerîmeyle çelişmez, aksine bu azapların o kavme birlikte gönderildiğini ifâde eder. (el-Âlûsî, 24/168)
وَنَجَّيْنَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَكَانُوا يَتَّقُونَ۟ ﴿١٨
18﴿ Ama Biz (inkârcıları kuşatan o azaptan) o kimseleri kurtardık ki onlar (Sâlih peygambere) îmân etmiştiler ve kendileri sürekli takvâya riâyet etmekte (olup haramlardan hakkıyla sakınmakta) idiler.
وَيَوْمَ يُحْشَرُ اَعْدَٓاءُ اللّٰهِ اِلَى النَّارِ فَهُمْ يُوزَعُونَ ﴿١٩
19﴿ (Habîbim! Anlat) o (dehşetli) günü de ki; Allâh düşmanları toplanıp o (cehennem) ateş(in)e doğru (itile kakıla) sevk olunacak (da), sonra o (kâfir ola)nlar (çok kalabalık oldukları için); öndekileri arkadakiler(e kavuşabilsinler de birlikte azâba uğratılsınlar) için durdurulacaklar.
حَتّٰٓى اِذَا مَا جَٓاؤُ۫هَا شَهِدَ عَلَيْهِمْ سَمْعُهُمْ وَاَبْصَارُهُمْ وَجُلُودُهُمْ بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿٢٠
20﴿ Nihâyet (cehennem ateşine atılmak üzere hep birlikte) oraya geldikleri zaman, kulakları, gözleri ve derileri, (özellikle de tenâsül uzuvları dile gelerek) kendilerinin (dünyâda iken) sürekli yapmakta oldukları o (haram) şeylere dâir şâhitlikte bulunmuştur.