HATA BİLDİRİMLERİNİZ İÇİN TIKLAYIN
سُورَةُفُصِّلَتْ  ٤٨١ 
الجزء ٢٥

اِلَيْهِ يُرَدُّ عِلْمُ السَّاعَةِۜ وَمَا تَخْرُجُ مِنْ ثَمَرَاتٍ مِنْ اَكْمَامِهَا وَمَا تَحْمِلُ مِنْ اُنْثٰى وَلَا تَضَعُ اِلَّا بِعِلْمِه۪ۜ وَيَوْمَ يُنَاد۪يهِمْ اَيْنَ شُرَكَٓاء۪يۙ قَالُٓوا اٰذَنَّاكَۙ مَا مِنَّا مِنْ شَه۪يدٍۚ ﴿ ٤٧ ﴾ وَضَلَّ عَنْهُمْ مَا كَانُوا يَدْعُونَ مِنْ قَبْلُ وَظَنُّوا مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿ ٤٨ ﴾ لَا يَسْـَٔمُ الْاِنْسَانُ مِنْ دُعَٓاءِ الْخَيْرِۘ وَاِنْ مَسَّهُ الشَّرُّ فَيَؤُ۫سٌ قَنُوطٌ ﴿ ٤٩ ﴾ وَلَئِنْ اَذَقْنَاهُ رَحْمَةً مِنَّا مِنْ بَعْدِ ضَرَّٓاءَ مَسَّتْهُ لَيَقُولَنَّ هٰذَا ل۪يۙ وَمَٓا اَظُنُّ السَّاعَةَ قَٓائِمَةًۙ وَلَئِنْ رُجِعْتُ اِلٰى رَبّ۪ٓي اِنَّ ل۪ي عِنْدَهُ لَلْحُسْنٰىۚ فَلَنُنَبِّئَنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِمَا عَمِلُواۘ وَلَنُذ۪يقَنَّهُمْ مِنْ عَذَابٍ غَل۪يظٍ ﴿ ٥٠ ﴾ وَاِذَٓا اَنْعَمْنَا عَلَى الْاِنْسَانِ اَعْرَضَ وَنَاٰ بِجَانِبِه۪ۚ وَاِذَا مَسَّهُ الشَّرُّ فَذُو دُعَٓاءٍ عَر۪يضٍ ﴿ ٥١ ﴾ قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ ثُمَّ كَفَرْتُمْ بِه۪ مَنْ اَضَلُّ مِمَّنْ هُوَ ف۪ي شِقَاقٍ بَع۪يدٍ ﴿ ٥٢ ﴾ سَنُر۪يهِمْ اٰيَاتِنَا فِي الْاٰفَاقِ وَف۪ٓي اَنْفُسِهِمْ حَتّٰى يَتَبَيَّنَ لَهُمْ اَنَّهُ الْحَقُّۜ اَوَلَمْ يَكْفِ بِرَبِّكَ اَنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ شَه۪يدٌ ﴿ ٥٣ ﴾ اَلَٓا اِنَّهُمْ ف۪ي مِرْيَةٍ مِنْ لِقَٓاءِ رَبِّهِمْۜ اَلَٓا اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ مُح۪يطٌ ﴿ ٥٤ ﴾

سُورَةُفُصِّلَتْ  ٤٨١ 
الجزء ٢٥
Fussilet Sûresi  481 
Cüz  25

47  O (kıyâmet) ânın(ın ne zaman gerçekleşeceği) bilgisi ancak O’na döndürülür. (Kıyâmetin ne zaman kopacağını kimse bilmediği için, bu soruyla karşılaşan bir Müslüman: “Onu Allâh-u Te`âlâ’dan başka kimse bi lemez!” diye cevap verir.) O’nun ilmiyle birlikte olma dıkça, meyvelerden hiçbiri tomurcuklarından çı kamaz, hiçbir dişi de hâmile kalamaz ve doğuramaz. (Allâh-u Te`âlâ’nın,) o (şirk koşa)nlara nidâ edeceği günü (devamlı hatırlayın) ki: “Benim ortaklarım (ol duğunu sandığınız bâtıl ilâhlarınız) neredeymiş?” (diye onları azarlayınca) onlar: “Biz sana haber vermiştik ki, (Senin ortağın bulunduğuna dâir) içimizden (tanıklık edecek) hiçbir şâhit yoktur.” dediler.

48  Daha önce (dünyadayken) tapmakta bu lun muş oldukları şeyler böylece onlardan kay bolmuş tur ve onlar yakînen bilmişlerdir ki, kendileri için (azaptan) hiçbir kaçış yeri yoktur.

49  (Velîd ibni Muğîre ve Utbe ibni Rabî’a gibi kâfir) insan(lar, geçim bolluğu ve sıhhat ü âfiyet gibi) hayır (ları) istemekten (bıkmaz) usanmaz. (Biz ona istek lerinden bir kısmını verdiğimizde ise hamd ü senâda bulunmaz.) Ama ona (geçim darlığı ve hastalık gibi bir) şer do kunacak olsa, artık (o, Allâh-u Te`âlâ’nın fazl u rahme tinden) tamamen ümit kesicidir, üzerinde ümitsiz lik eseri belirmiş (boynu bükük ve alçak görünümlü) biridir.

50  Andolsun ki; (hastalık ve fakirlik gibi) kendi sine dokunmuş olan bir zarardan sonra Biz o (insa) na tarafım ızdan (sıhhat ve zenginlik gibi) bir rahmet( i, lezzetini hissedecek şekilde) tattıracak olsak, elbette muhakkak o (, bu nimeti Bizden bilerekşükredeceği ne, kendinden bilerek ve elinden hiç çıkmayacağını zannederek): “İşte bu benim hakkımdır(, çünkü ben buna ça lışarak ulaştım, bunda Allah’ın bir lütfu söz konusu de ğildir)./İşte bu bana aittir (, dolayısıyla hiçbir surette elimden çıkacak bir şey değildir)./ Ben o (kıyâmet) ânı (nı) da var olacak bir şey olarak düşünmüyorum. Ama (farz edelim kıyâmet kopar da) Rabbime döndü rülecek olursam, yemin olsun ki; şüphesiz (dünya daki nimetleri hak edip kazandığım gibi,) O’nun katın da da o (cennet gibi) en güzel olan şey elbette yine bana aittir!” der. İşte andolsun ki; (dünyada) yapmış oldukları (kö tü)şeyleri(n gerçek yüzünü) o kâfir olmuş kimsele re elbette (bir bir) haber vereceğiz ve yine yemin olsun ki; elbette onlara (kurtulmaları mümkün olmayacak) pek sert bir azaptan tattıracağız.

51  Biz insana (sağlık ve bolluk gibi) nimet(ler) verdiğimiz zaman (rahatlığa kapılarak Bize şükret mekten) yüz çevirir ve (kibrinden dolayı Bizim taa tımıza yanaşmayarak) yanını uzaklaştırır. Kendisine (hastalık ve fakirlik gibi) şer dokunduğunda ise (o), sürekli pek çok dua (ve yakarış) sâ hibidir.

52  (Habîbim! Kur’ân’ı tenkit eden o zındıklara) de ki: “Gördünüz mü(, söyleyin bana)! Eğer o(Kur’ân-ı Kerîm), Allah katından (gelmiş) olduysa, sonra yine de siz (inanmayı gerektiren bunca delîli göz ardı ede rek) onu inkâr etmişseniz, kendisi (haktan) son de rece uzak bir muhalefet içerisinde bulunan (sizin gibi) kimse(ler)den daha dalâlette kim olabilir?!

53  Yakında onlara (kendilerinin dışında olan yerlerin ve göklerin) ufuklar(ın)da (; doğu-batı, kuzey-güney tüm köşe bucaklarında) ve kendi nefislerin(i taşıyan bedenlerin)de âyetlerimizi göstereceğiz de, neticede onlara iyice belirecektir ki, gerçekten o (Kur’ân), hakkın ta kendisidir. Zaten senin Rabbi nin; gerçekten O’nun her şeye (hakkıyla vâkıf olan bir) Şehîd olması (Kur’ân’ın ve ehlinin hak olduğuna delil olarak onlara) kesinlikle yeterli değilmidir?
Müfessirlerin ekserisince, burada geçen “Âyetler”; Rasûlûllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)`e, halîfelerine ve sahâbesine nasip edilen fetihler olarak yorumlanmıştır ki buna göre “Ufuklarda” ta biri; dünya kuruldu kurulalı hiçbir hükümdâra nasip olmayacak kadar kısa bir zaman içerisinde, doğu ve batıdaki birçok memleketin fethine; “Nefislerinde” ifadesi ise; kendi yaşadıkları Arap beldelerinin fetihlerine, özellikle de Mekke fethine işâret etmektedir. Mekke döneminde nâzil olan bir âyetin, pek kısa bir sürede İslâm’ın ve ehlinin bu şekilde kuvvet bulacağını bildirmesi ve bu müjdenin aynen gerçekleşmiş olması, elbette ki Kur’-ân’ın hak oluşunun en büyük delîlidir. Bazı müfessirler de; “Âfâktaki âyetler”i; Rumların, Acemleri birkaç sene içinde yeneceği, geçmiş ümmetlerin tarihçelerini bildiren âyetler ve Arş’tan ferşe insanın dışında gelişen hârikulâde olaylarla tefsir etmişler, “Enfüstekiler”i ise; insan bedenindeki eşsiz sanatlarla tevil etmişlerdir ki, gerçekten de gerek bu âlemdeki düzenlerden, gerekse insanın yaratılışından bahseden âyet-i kerîmelerin yorumları, günümüze kadar gelişen vasıtalarla yavaş yavaş inkişâf etmiş, hele günümüzde, bâhusus insanın iç organları ve anne karnındaki gelişmesiyle ilgili olan mûcizeler artık Kur’ân’ın beyanlarına tıpatıp uygun şekilde açıkça görülmeye başlanmıştır. Dolayısıyla burada: “Yakında göstereceğiz!” buyrulması dikkat çekicidir. Kim bilir, kıyâmet kopuncaya kadar Kur’ân’ın hak olduğunu ispat edecek daha nice olaylar açığa çıkacaktır.

54  Âgâh olun; gerçekten onlar (ölümlerinin ar dından diriltilerek) Rablerine kavuşmaktan büyük bir şüphe içerisindedirler. Haberdâr olun ki; şüphesiz O (Al lâh-u Te`âlâ), her şeyi (kavrayacak şekilde bilen bir) Muhît’tır.

Fussilet Sûresi  481 
Cüz  25
cihanyamaneren