v02.01.25 Geliştirme Notları
Şûrâ Sûresi
482
Cuz 25
KIRKİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Şûrâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. Ancak İbni Abbâs (Radıyallâhu anhü mâ)`ya göre 23-26, Suyûtî (Rahimehullâh)`ın nakline göreyse 27. â yet-i kerîme Medenîdir. 53 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Hâ! Mîm!
2﴿ Ayn! Sîn! Kāf! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
3﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (mülk ve saltanatında güçlü bir) Azîz ve (tüm buyruklarında ve fiillerinde isâbet sâhibi bir) Hakîm (olan) Allâh sana da, senden öncekilere de böylece vahiyde bulunmaktadır (ki, bunca semâvî kitaplar ve üstün ilimler hep o vahyin eseridir).
4﴿ Göklerde bulunanlar ve yerde olanlar (yaratılmak, mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. Zâten ancak O (eş ve benzerden, tüm noksanlık emâreleri ve sonradan olma belirtilerinden tamâmen yüce olan bir) Aliyy’dir, (Zâtına nispetle her şeyin değersiz kalacağı bir azamete sâhip olan bir) Azîm’dir!
5﴿ (Müşriklerin Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak ve evlât isnâd eden sözlerinin ağırlığı yüzünden İlâhî bir gazap netîcesi olarak) göklerin, üstlerinden başlayarak (her bir tabaka altındakinin üstüne düşüp) art arda tamâmen çatlayacak olmaları sürekli yaklaşıyor. Ama melekler (özellikle de Arş’ı taşıyanlar, müşriklerin kendilerini Allâh-u Te‘âlâ’nın gazabına hedef ettiklerini görünce hayrete kapılmakta ve kendilerine bahşettiği tâat nîmetine karşı) Rablerine hamd (etme) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve “Sübhânellâhi ve bihamdihî” zikri ile meşgul) olarak (şânına yakışmayan her şeyden O’nu uzak tutmak üzere) sürekli tesbîh (ve tenzîh)de bulunuyorlar ve yer(yüzün)de olan (mümin insan)-lar(ın günahları) için sürekli mağfiret talep ediyorlar. (Ayrıca kâfirlerin îmân ederek mağfirete ehil olmaları için ve fâsıklara tevbe nasip olsun diye Allâh-u Te‘âlâ’ya yalvarıyorlar.) Âgâh olun! Şüphesiz ki Allâh; ancak O (kullarının günahlarını bağışlamak için kendilerine uzun zaman mühlet veren bir) Ğafûr’dur, (çok merhametli olduğu için, zulümlerine rağmen kullarının azaplarını geciktiren bir) Rahîm’dir.
6﴿ Bir de o kimseler ki; (Allâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını (ilâh olarak taptıkları) birtakım dostlara çevirdiler; Allâh (aslâ) onlar(ın yaptıklarından habersiz değildir, aksine tüm hâlleri ve amelleri) üzerine bir (gözcü ve) Hafîz’dır. Ama sen aslâ onlar üzerine (musallat olacak ve ne yaptıkları senden sorulacak) bir vekîl değilsin. (Senin vazîfen ancak uyarmak ve duyurmaktır ki sen de bunu hakkıyla yerine getirdin.)
7﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece (açık seçik ve şüphe götürmeyen bir vahyedişle) Biz sana Arapça (lisân ile indirilmiş) olan bir Kur’ân vahyettik, tâ ki sen şehirlerin anası (konumunda olan Mekke halkı)nı ve etrâfında bulunan (toplum)ları (îmân etmemeleri hâlinde başlarına gelecek felâketlerden) uyarasın ve kendisin(in meydana geleceğin)de hiçbir şüphe bulunmayan o (ruhlarla bedenlerin, amellerle sâhiplerinin ve tüm yaratılmışların) toplanma günü (olan kıyâmetin dehşetleri)nden (onları) korkutasın! (O gün onlardan) bir fırka cennette (yerleşecek)dir, bir fırka ise çokça alevlendirilmiş o (cehennem) ateş(i) içerisindedir.
8﴿ Allâh (tüm insanların hidâyette veyâ dalâlette birleşmesini) murâd etseydi, elbette onları (İslâm’da ittifâk eden yâhut yanlış yolda birleşen) tek bir ümmet yapardı. Velâkin O (Allâh-u Te‘âlâ doğru yolu seçtiğini bildiği için, hidâyetini) dilemekte olduğu kimseyi rahmetine (kavuşturacak İslâm dînine) girdirir. (Şirk yolunu seçerek en büyük zulmü işlemiş olan) o zâlimler ise; onlar için herhangi bir yakın dosttan hiçbiri yoktur, herhangi bir yardımcıdan hiçbiri de yoktur.
9﴿ Doğrusu onlar (Allâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını (ilâh olarak taptıkları) birtakım dostlara çevirdiler! (İşte onlar bilsinler ki onlardan hiçbir fayda göremeyeceklerdir.) Ama Allâh; ancak O, Velî’nin (ve gerçek dost ve yardımcının) ta kendisidir, ölüleri de O diriltecektir, zâten O, her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. (Artık hiçbir şeye gücü yetmeyen varlıkları bıraksınlar da, kulluğu ve dostluğu Allâh’a tahsîs etsinler.)
10﴿ (Benim peygamberim, kâfirlerle tartıştıkları konularda ümmetine dâimâ şunu söylemektedir:) “Herhangi bir şey hakkında görüş ayrılığına düştüyseniz, artık onun hükmü(nü vermek üzere, haklıları mükâfatlandırıp, haksızları cezâlandırmak) Allâh’a (bırakılmış)dır. (Ey ümmetim!) İşte size! Ancak Bu (mutlak Hâkim), benim Rabbim olan Allâh’tır. Ben sâdece O’na (güvenip) tevekkül ettim ve (müşkil işlerimde) yalnızca O’na mürâcaat ediyorum.
سُورَةُ الشُّورٰى
الجزء ٢٥
٤٨٢
سُورَةُالشُّورٰى
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
حٰمٓ ﴿١
عٓسٓقٓ۠ ﴿٢
كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٣
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ ﴿٤
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٥
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ ﴿٦
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ ﴿٧
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٨
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿٩
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ ﴿١٠
Şûrâ Sûresi
482
Cuz 25
KIRKİKİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Şûrâ
SÛRE-İ CELîLESİ

Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. Ancak İbni Abbâs (Radıyallâhu anhü mâ)`ya göre 23-26, Suyûtî (Rahimehullâh)`ın nakline göreyse 27. â yet-i kerîme Medenîdir. 53 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
حٰمٓ ﴿١
1﴿ Hâ! Mîm!
عٓسٓقٓ۠ ﴿٢
2﴿ Ayn! Sîn! Kāf! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
كَذٰلِكَ يُوح۪ٓي اِلَيْكَ وَاِلَى الَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِكَۙ اللّٰهُ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٣
3﴿ (Habîbim!) İşte sana! O (mülk ve saltanatında güçlü bir) Azîz ve (tüm buyruklarında ve fiillerinde isâbet sâhibi bir) Hakîm (olan) Allâh sana da, senden öncekilere de böylece vahiyde bulunmaktadır (ki, bunca semâvî kitaplar ve üstün ilimler hep o vahyin eseridir).
لَهُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَهُوَ الْعَلِيُّ الْعَظ۪يمُ ﴿٤
4﴿ Göklerde bulunanlar ve yerde olanlar (yaratılmak, mülkiyet ve yönetim bakımından) sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na âittir. Zâten ancak O (eş ve benzerden, tüm noksanlık emâreleri ve sonradan olma belirtilerinden tamâmen yüce olan bir) Aliyy’dir, (Zâtına nispetle her şeyin değersiz kalacağı bir azamete sâhip olan bir) Azîm’dir!
تَكَادُ السَّمٰوَاتُ يَتَفَطَّرْنَ مِنْ فَوْقِهِنَّ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يُسَبِّحُونَ بِحَمْدِ رَبِّهِمْ وَيَسْتَغْفِرُونَ لِمَنْ فِي الْاَرْضِۜ اَلَٓا اِنَّ اللّٰهَ هُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٥
5﴿ (Müşriklerin Allâh-u Te‘âlâ’ya ortak ve evlât isnâd eden sözlerinin ağırlığı yüzünden İlâhî bir gazap netîcesi olarak) göklerin, üstlerinden başlayarak (her bir tabaka altındakinin üstüne düşüp) art arda tamâmen çatlayacak olmaları sürekli yaklaşıyor. Ama melekler (özellikle de Arş’ı taşıyanlar, müşriklerin kendilerini Allâh-u Te‘âlâ’nın gazabına hedef ettiklerini görünce hayrete kapılmakta ve kendilerine bahşettiği tâat nîmetine karşı) Rablerine hamd (etme) ile birlikte (övgülerde bulunarak ve “Sübhânellâhi ve bihamdihî” zikri ile meşgul) olarak (şânına yakışmayan her şeyden O’nu uzak tutmak üzere) sürekli tesbîh (ve tenzîh)de bulunuyorlar ve yer(yüzün)de olan (mümin insan)-lar(ın günahları) için sürekli mağfiret talep ediyorlar. (Ayrıca kâfirlerin îmân ederek mağfirete ehil olmaları için ve fâsıklara tevbe nasip olsun diye Allâh-u Te‘âlâ’ya yalvarıyorlar.) Âgâh olun! Şüphesiz ki Allâh; ancak O (kullarının günahlarını bağışlamak için kendilerine uzun zaman mühlet veren bir) Ğafûr’dur, (çok merhametli olduğu için, zulümlerine rağmen kullarının azaplarını geciktiren bir) Rahîm’dir.
وَالَّذ۪ينَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهُ حَف۪يظٌ عَلَيْهِمْۘ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِوَك۪يلٍ ﴿٦
6﴿ Bir de o kimseler ki; (Allâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını (ilâh olarak taptıkları) birtakım dostlara çevirdiler; Allâh (aslâ) onlar(ın yaptıklarından habersiz değildir, aksine tüm hâlleri ve amelleri) üzerine bir (gözcü ve) Hafîz’dır. Ama sen aslâ onlar üzerine (musallat olacak ve ne yaptıkları senden sorulacak) bir vekîl değilsin. (Senin vazîfen ancak uyarmak ve duyurmaktır ki sen de bunu hakkıyla yerine getirdin.)
وَكَذٰلِكَ اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ قُرْاٰنًا عَرَبِيًّا لِتُنْذِرَ اُمَّ الْقُرٰى وَمَنْ حَوْلَهَا وَتُنْذِرَ يَوْمَ الْجَمْعِ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ فَر۪يقٌ فِي الْجَنَّةِ وَفَر۪يقٌ فِي السَّع۪يرِ ﴿٧
7﴿ (Habîbim!) İşte sana! Böylece (açık seçik ve şüphe götürmeyen bir vahyedişle) Biz sana Arapça (lisân ile indirilmiş) olan bir Kur’ân vahyettik, tâ ki sen şehirlerin anası (konumunda olan Mekke halkı)nı ve etrâfında bulunan (toplum)ları (îmân etmemeleri hâlinde başlarına gelecek felâketlerden) uyarasın ve kendisin(in meydana geleceğin)de hiçbir şüphe bulunmayan o (ruhlarla bedenlerin, amellerle sâhiplerinin ve tüm yaratılmışların) toplanma günü (olan kıyâmetin dehşetleri)nden (onları) korkutasın! (O gün onlardan) bir fırka cennette (yerleşecek)dir, bir fırka ise çokça alevlendirilmiş o (cehennem) ateş(i) içerisindedir.
وَلَوْ شَٓاءَ اللّٰهُ لَجَعَلَهُمْ اُمَّةً وَاحِدَةً وَلٰكِنْ يُدْخِلُ مَنْ يَشَٓاءُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ۜ وَالظَّالِمُونَ مَا لَهُمْ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٨
8﴿ Allâh (tüm insanların hidâyette veyâ dalâlette birleşmesini) murâd etseydi, elbette onları (İslâm’da ittifâk eden yâhut yanlış yolda birleşen) tek bir ümmet yapardı. Velâkin O (Allâh-u Te‘âlâ doğru yolu seçtiğini bildiği için, hidâyetini) dilemekte olduğu kimseyi rahmetine (kavuşturacak İslâm dînine) girdirir. (Şirk yolunu seçerek en büyük zulmü işlemiş olan) o zâlimler ise; onlar için herhangi bir yakın dosttan hiçbiri yoktur, herhangi bir yardımcıdan hiçbiri de yoktur.
اَمِ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءَۚ فَاللّٰهُ هُوَ الْوَلِيُّ وَهُوَ يُحْيِ الْمَوْتٰىۘ وَهُوَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ۟ ﴿٩
9﴿ Doğrusu onlar (Allâh’ı bırakıp da) O’ndan başkasını (ilâh olarak taptıkları) birtakım dostlara çevirdiler! (İşte onlar bilsinler ki onlardan hiçbir fayda göremeyeceklerdir.) Ama Allâh; ancak O, Velî’nin (ve gerçek dost ve yardımcının) ta kendisidir, ölüleri de O diriltecektir, zâten O, her şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. (Artık hiçbir şeye gücü yetmeyen varlıkları bıraksınlar da, kulluğu ve dostluğu Allâh’a tahsîs etsinler.)
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ ف۪يهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُٓ اِلَى اللّٰهِۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبّ۪ي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُۗ وَاِلَيْهِ اُن۪يبُ ﴿١٠
10﴿ (Benim peygamberim, kâfirlerle tartıştıkları konularda ümmetine dâimâ şunu söylemektedir:) “Herhangi bir şey hakkında görüş ayrılığına düştüyseniz, artık onun hükmü(nü vermek üzere, haklıları mükâfatlandırıp, haksızları cezâlandırmak) Allâh’a (bırakılmış)dır. (Ey ümmetim!) İşte size! Ancak Bu (mutlak Hâkim), benim Rabbim olan Allâh’tır. Ben sâdece O’na (güvenip) tevekkül ettim ve (müşkil işlerimde) yalnızca O’na mürâcaat ediyorum.