v02.01.25 Geliştirme Notları
Şûrâ Sûresi
483
Cuz 25
11﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır. O kendi nefisleriniz(in mensûbu olduğu insan cinsin)den sizin için birtakım (kadınları) eşler (olarak) yaratmıştır; davarlardan da (kendilerine münâsip) bir kısım eşler yaratmıştır ki, o (eşleri yaratması) sebeb(iy)le sizi sürekli çoğaltıp yaymaktadır. (Ne Zâtı, ne sıfatları, ne de sanatları husûsunda) hiçbir şey aslâ O (Allâh-u Sübhânehû)nun benzeri olmamıştır (ki O’nun eşi veyâ çocuğunun varlığı düşünülebilsin). Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ kulak gibi bir uzva hâcet duymaksızın duyulacak her şeyi hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (hiçbir uzva muhtaç olmaksızın görülebilen her şeyi çok iyi gören bir) Basîr’dir.
12﴿ Göklerin ve yerin (hazînelerinin) anahtarları sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na mahsustur. (Kullarından) murâd etmekte olduğu kimse için rızkı (bâzen) genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, (zenginliğin kimin hakkında ne zaman, fakirliğin de kimin hakkında ne vakit hayırlı veyâ şerli olacağı dâhil) her bir şeyi (hakkıyla bilen ve kullarını ona göre yöneten bir) Alîm’dir.
13﴿ (Habîbim!)(İslâm’ı yaşayıp yaşatarak ve en ufak bir yanlışlığın bile kendisine yol bulmasına müsâade etmeyerek) o dîni ayakta tutun ve (kimine inanıp kimini reddederek ve kiminiz îmân edip, kiminiz inkâr ederek) onda ayrılığa düşmeyin” diye (tekitle emrederek) kendisini Nûh’a vasiyet ettiği şeyi de, sana vahyetmiş olduğumuz o şeyi de, İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya (kuvvetli emirler yönelterek) kendisi(ni îfâ) ile vasiyette bulunduğumuz şeyi de din olarak sizin için O (Allâh-u Te‘âlâ) meşrû kılmıştır. Senin onları kendisine çağırmakta olduğun o (gerçekçi ve çok kolay bir) şey (olan İslâm’ı yaşamak) müşrikler üzerine büyük (ve kabûlü çok zor gelen bir şey) olmuştur. Ama (yine de onların bu durumuna üzüntünden dolayı kendini helâk etme ve onların îmânından büsbütün ümîdini kesme! Zîrâ bugün en azılı müşriklerden görünse de, eninde sonunda) Allâh (hidâyeti seçeceğini bildiği için, Müslüman olmasını) dilemekte olduğu kişiyi Kendisine (dost olan kulları arasına) seçer, sürekli (ibâdete) yönelmekte olan kimseyi de Kendisi(nin cenneti)ne (yakınlaştıracak özel bir feyze irşâd ve) hidâyet eder.
14﴿ O (geçmiş peygamberlerin ümmeti olan Yahûdî ve Hristiya)nlar, (İslâm’ın hak olduğuna dâir) kendilerine (kesin) ilim geldikten sonra (hakîkati anlayamadıkları için değil), ancak aralarındaki kıskançlıktan dolayı (hak husûsunda) ayrılığa düştüler. (Habîbim!) Eğer (inkârcılara peşînen azap edilmeyip, kimi hakkında Bedir günü, kimi hakkındaysa kıyâmet günü olarak) belirlenmiş bir süreye kadar (cezâlarının tehir edileceğine dâir ezelde) senin Rabbinden geçmiş olan (karârı ifâde eden) bir kelime bulunmasaydı, elbette (haksızlar çarçabuk helâk edilirdi de, böylece onlarla müminlerin) aralarında hüküm verilmiş (ve işleri çoktan bitmiş) olurdu. Onların ardından o (senin devrinde bulunup öncekilere verilen) kitaplara mîrasçı kılınmış (Yahûdî ve Hristiyanlardan) olan bu (inatçı) kimseler ise, hiç şüphesiz ki elbette o (kendi kitapları)nda (bulunan hükümlerde)n dolayı fazlasıyla huzursuz edici çok büyük bir şüphe içindedirler. (İşte bu yüzden onlar Kur’ân’a da îmân etmiyorlar, zîrâ âhir zamanda gönderilecek kitabı ve peygamberi önceden müjdelemiş olan kendi kitaplarına şüphesiz inansaydılar kesinlikle sana da îmân ederlerdi.)
15﴿ (Habîbim!) İşte sana! Artık bu (şekilde geçmiş ümmetlerin, dinleri husûsunda yanlış yola sapmalarının sebebi olan ihtilâfı göz önünde bulundurman) neden(iy)le sen (ümmetini dâimâ dosdoğru din olan İslâm’da birlik ve berâberliğe) dâvet et. Kendin de emrolunduğun gibi dosdoğru (bir şekilde sana vahyedileni tebliğ üzere sâbit) ol. Onların kötü arzularına da aslâ tâbi olma. Bir de sen de ki: “Ben Allâh’ın indirmiş olduğu her bir kitâba îmân ettim ve (şerîat hükümlerini tebliğ ve tatbik husûsunda hiçbir ayırım yapmadan) aranızda adâletli olmamla emrolundum. Ancak Allâh bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir! Bizim amellerimiz(in mükâfâtı) bize âittir; sizin amelleriniz(in vebâli) de size âittir! (Artık hakîkat gün gibi belirdiği için) bizimle sizin aranızda hiçbir huccet (ve delil getirmeye hâcet) yoktur. (Kıyâmet günü) Allâh aramızda birleştirme yapacak (ve bizi bir araya getirerek haklıyı haksızdan ayıracak)tır. Zâten o (son) varış ancak O’n(un âhiret yurdun)adır. (Dolayısıyla aramızda son hükmü O verecektir.)
سُورَةُ الشُّورٰى
الجزء ٢٥
٤٨٣
فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًاۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿١١
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٢
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحًا وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ ﴿١٣
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ ﴿١٤
فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ ﴿١٥
Şûrâ Sûresi
483
Cuz 25
فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجًا وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجًاۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ ف۪يهِۜ لَيْسَ كَمِثْلِه۪ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّم۪يعُ الْبَص۪يرُ ﴿١١
11﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) göklerin ve yerin yoktan yaratıcısıdır. O kendi nefisleriniz(in mensûbu olduğu insan cinsin)den sizin için birtakım (kadınları) eşler (olarak) yaratmıştır; davarlardan da (kendilerine münâsip) bir kısım eşler yaratmıştır ki, o (eşleri yaratması) sebeb(iy)le sizi sürekli çoğaltıp yaymaktadır. (Ne Zâtı, ne sıfatları, ne de sanatları husûsunda) hiçbir şey aslâ O (Allâh-u Sübhânehû)nun benzeri olmamıştır (ki O’nun eşi veyâ çocuğunun varlığı düşünülebilsin). Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ kulak gibi bir uzva hâcet duymaksızın duyulacak her şeyi hakkıyla işiten bir) Semî‘dir, (hiçbir uzva muhtaç olmaksızın görülebilen her şeyi çok iyi gören bir) Basîr’dir.
لَهُ مَقَال۪يدُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ يَبْسُطُ الرِّزْقَ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيَقْدِرُۜ اِنَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٢
12﴿ Göklerin ve yerin (hazînelerinin) anahtarları sâdece O (Allâh-u Azîmüşşâ)na mahsustur. (Kullarından) murâd etmekte olduğu kimse için rızkı (bâzen) genişletir ve daraltır. Şüphesiz ki O, (zenginliğin kimin hakkında ne zaman, fakirliğin de kimin hakkında ne vakit hayırlı veyâ şerli olacağı dâhil) her bir şeyi (hakkıyla bilen ve kullarını ona göre yöneten bir) Alîm’dir.
شَرَعَ لَكُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا وَصّٰى بِه۪ نُوحًا وَالَّذ۪ٓي اَوْحَيْنَٓا اِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِه۪ٓ اِبْرٰه۪يمَ وَمُوسٰى وَع۪يسٰٓى اَنْ اَق۪يمُوا الدّ۪ينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا ف۪يهِۜ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِك۪ينَ مَا تَدْعُوهُمْ اِلَيْهِۜ اَللّٰهُ يَجْتَب۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يَشَٓاءُ وَيَهْد۪ٓي اِلَيْهِ مَنْ يُن۪يبُ ﴿١٣
13﴿ (Habîbim!)(İslâm’ı yaşayıp yaşatarak ve en ufak bir yanlışlığın bile kendisine yol bulmasına müsâade etmeyerek) o dîni ayakta tutun ve (kimine inanıp kimini reddederek ve kiminiz îmân edip, kiminiz inkâr ederek) onda ayrılığa düşmeyin” diye (tekitle emrederek) kendisini Nûh’a vasiyet ettiği şeyi de, sana vahyetmiş olduğumuz o şeyi de, İbrâhîm’e, Mûsâ’ya ve Îsâ’ya (kuvvetli emirler yönelterek) kendisi(ni îfâ) ile vasiyette bulunduğumuz şeyi de din olarak sizin için O (Allâh-u Te‘âlâ) meşrû kılmıştır. Senin onları kendisine çağırmakta olduğun o (gerçekçi ve çok kolay bir) şey (olan İslâm’ı yaşamak) müşrikler üzerine büyük (ve kabûlü çok zor gelen bir şey) olmuştur. Ama (yine de onların bu durumuna üzüntünden dolayı kendini helâk etme ve onların îmânından büsbütün ümîdini kesme! Zîrâ bugün en azılı müşriklerden görünse de, eninde sonunda) Allâh (hidâyeti seçeceğini bildiği için, Müslüman olmasını) dilemekte olduğu kişiyi Kendisine (dost olan kulları arasına) seçer, sürekli (ibâdete) yönelmekte olan kimseyi de Kendisi(nin cenneti)ne (yakınlaştıracak özel bir feyze irşâd ve) hidâyet eder.
وَمَا تَفَرَّقُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ وَلَوْلَا كَلِمَةٌ سَبَقَتْ مِنْ رَبِّكَ اِلٰٓى اَجَلٍ مُسَمًّى لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الَّذ۪ينَ اُو۫رِثُوا الْكِتَابَ مِنْ بَعْدِهِمْ لَف۪ي شَكٍّ مِنْهُ مُر۪يبٍ ﴿١٤
14﴿ O (geçmiş peygamberlerin ümmeti olan Yahûdî ve Hristiya)nlar, (İslâm’ın hak olduğuna dâir) kendilerine (kesin) ilim geldikten sonra (hakîkati anlayamadıkları için değil), ancak aralarındaki kıskançlıktan dolayı (hak husûsunda) ayrılığa düştüler. (Habîbim!) Eğer (inkârcılara peşînen azap edilmeyip, kimi hakkında Bedir günü, kimi hakkındaysa kıyâmet günü olarak) belirlenmiş bir süreye kadar (cezâlarının tehir edileceğine dâir ezelde) senin Rabbinden geçmiş olan (karârı ifâde eden) bir kelime bulunmasaydı, elbette (haksızlar çarçabuk helâk edilirdi de, böylece onlarla müminlerin) aralarında hüküm verilmiş (ve işleri çoktan bitmiş) olurdu. Onların ardından o (senin devrinde bulunup öncekilere verilen) kitaplara mîrasçı kılınmış (Yahûdî ve Hristiyanlardan) olan bu (inatçı) kimseler ise, hiç şüphesiz ki elbette o (kendi kitapları)nda (bulunan hükümlerde)n dolayı fazlasıyla huzursuz edici çok büyük bir şüphe içindedirler. (İşte bu yüzden onlar Kur’ân’a da îmân etmiyorlar, zîrâ âhir zamanda gönderilecek kitabı ve peygamberi önceden müjdelemiş olan kendi kitaplarına şüphesiz inansaydılar kesinlikle sana da îmân ederlerdi.)
فَلِذٰلِكَ فَادْعُۚ وَاسْتَقِمْ كَمَٓا اُمِرْتَۚ وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَهُمْۚ وَقُلْ اٰمَنْتُ بِمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنْ كِتَابٍۚ وَاُمِرْتُ لِاَعْدِلَ بَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ رَبُّنَا وَرَبُّكُمْۜ لَنَٓا اَعْمَالُنَا وَلَكُمْ اَعْمَالُكُمْۜ لَا حُجَّةَ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْۜ اَللّٰهُ يَجْمَعُ بَيْنَنَاۚ وَاِلَيْهِ الْمَص۪يرُۜ ﴿١٥
15﴿ (Habîbim!) İşte sana! Artık bu (şekilde geçmiş ümmetlerin, dinleri husûsunda yanlış yola sapmalarının sebebi olan ihtilâfı göz önünde bulundurman) neden(iy)le sen (ümmetini dâimâ dosdoğru din olan İslâm’da birlik ve berâberliğe) dâvet et. Kendin de emrolunduğun gibi dosdoğru (bir şekilde sana vahyedileni tebliğ üzere sâbit) ol. Onların kötü arzularına da aslâ tâbi olma. Bir de sen de ki: “Ben Allâh’ın indirmiş olduğu her bir kitâba îmân ettim ve (şerîat hükümlerini tebliğ ve tatbik husûsunda hiçbir ayırım yapmadan) aranızda adâletli olmamla emrolundum. Ancak Allâh bizim de Rabbimizdir, sizin de Rabbinizdir! Bizim amellerimiz(in mükâfâtı) bize âittir; sizin amelleriniz(in vebâli) de size âittir! (Artık hakîkat gün gibi belirdiği için) bizimle sizin aranızda hiçbir huccet (ve delil getirmeye hâcet) yoktur. (Kıyâmet günü) Allâh aramızda birleştirme yapacak (ve bizi bir araya getirerek haklıyı haksızdan ayıracak)tır. Zâten o (son) varış ancak O’n(un âhiret yurdun)adır. (Dolayısıyla aramızda son hükmü O verecektir.)