v02.01.25 Geliştirme Notları
Şûrâ Sûresi
484
Cuz 25
16﴿ Bir de o kimseler ki; (insanlar tarafından İslâm’ın hak olduğu anlaşılıp) O (Allâh’ın çağrısı)na tamâmen icâbet olunduktan sonra, Allâh(ın dîninden insanları saptırma) hakkında (hâlâ inadına) mücâdele etmektedirler; (işte) onların (öne sürecekleri tüm) delilleri Rableri nezdinde (aslâ kabûl görmeyecek) tamâmen bâtıl (ve asılsız olduğu için süratle yok olacak) bir şeydir. Üstelik (ellerinde delil denilebilecek hiçbir şey de yoktur. Bile bile hakkı inkâr ettikleri için Allâh-u Te‘âlâ tarafından) özellikle onların üzerinde büyük bir gazap vardır. Ziyâde şiddetli olan çok büyük bir azap da sâdece onlara âittir. İbnü Abbâs ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhüm)ün beyanları vechile; bu âyet-i kerîme, İslâm’a giren insanları dinden çıkarmaya çalışan birtakım Yahûdîler hakkında nâzil olmuştur.Onlar: “Bizim kitabımız sizin kitabınızdan öncedir, peygamberimiz de sizin peygamberinizden öncedir, öyleyse dînimiz sizin dîninizden üstündür ve biz Allâh’a sizden daha yakınız” gibi birtakım safsataları delil yerine sunmaktaydılar. Böylece Allâh-u Te‘âlâ bu lafların hiçbir kıymeti olmadığını beyân etmiş oldu.
17﴿ Ancak Allâh öyle bir Zâttır ki; (açıkladıkları hükümlerinde ve bildirdikleri haberlerinde) hak (ve hikmet) ile birlikte (yanlıştan tamâmen uzak bir şekilde) kitapları ve (adâleti emreden şerîatlardan ibâret) mîzânı indirmiştir. (Habîbim!) Bir de sana bildiren şey nedir ki; belki de o (kıyâmet) ân(ının gelmesi) çok yakındır. (Öyleyse Benim gönderdiğim kitâba uy ve amellerinin tartılacağı o günle ânîden karşılaşmadan önce adâlete riâyet et.) Burada bahsedilen “Mîzân”; İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi bâzı müfessirler tarafından: “Adâlet” ile; Beyzâvî (Rahimehullâh)ın nakline göre ise: “Kendisiyle hak ve hukûkun tespit edildiği şerîat” olarak tefsir edilmiştir ki, bu durumda “Gökten indirilme” tâbirinin anlaşılması kolaydır. Katâde ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhümâ) gibi bâzı müfessirlere göre ise, bildiğimiz “Tartı âleti”dir. Nitekim “Allâh-u Te‘âlâ’nın Nûh (Aleyhisselâm) zamânında gökten bir terâzi indirdiği ve eşyâyı onunla tartmasını kendisine emrettiği” rivâyeti bu görüşü desteklemektedir. (es-Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 3/240; İbnü ‘Atıyye, el-Muharrarü’l-vecîz, 5/31; el-Kurtubî, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l-Kur’ân, 16/15)
18﴿ Kendileri o (kıyâmet ânı)na îmân etmeyen kimseler (inkâr ve alay olsun diye: “Kıyâmet ne zaman kopacak, keşke hemen kopsa da kimin haklı olduğu ortaya çıksa” gibi laflar ederek) onu sürekli acele istiyor. O (âhirete) îmân etmiş olan kimseler ise, on(un vukûun)dan ziyâdesiyle korkan kimselerdir ve şüphesiz onun hakkın (ve gerçeğin) ta kendisi olduğunu bilmektedirler. Haberdâr olun ki, o (kıyâmet) ân(ının gelip gelmeyeceği) hakkında sürekli mücâdele etmekte olan o kimseler, muhakkak ki elbette (gerçeği bulmaktan) çok uzak olan bir sapıtma içindedirler.
19﴿ Allâh kullarına (iki cihanda faydalı olacak şeylerin tüm ayrıntılarını ve inceliklerini çok iyi bilen ve kendilerini bu maslahatlarına en kolay yoldan ulaştıran bir) Latîf’tir, (bu lütfun bir tezâhürü olarak onların hak edip etmemelerine bakmaksızın) murâd ettiği kimseleri (istediği şekilde) rızıklandırır (ama herkesin istediğini vermeyip, Kendi hikmeti gereği her kula uygun olan bir lütufta bulunur). Yine ancak O (Allâh, her şeye hakkıyla gücü yeten bir) Kaviyy’dir, (istediği hiçbir şey engellenemeyen yegâne izzet sâhibi bir) Azîz’dir.
20﴿ Her kim (dünyâda yaptığı sâlih amelleriyle) âhiret mahsûlünü (ve sevâbını) arzular olduysa, onun için (sevâbını bire ondan yedi yüze kadar katlayarak ürününde ve) ekininde artış yaparız. Her kim de (âhirete inanmayıp, yaptığı iyi amellerle sâdece) dünyâ ekinini (ve menfaatlerini) murâd eder olduysa, ona da (ezelî takdîrimize göre) ondan biraz veririz. Ama âhirette onun için hiçbir nasip yoktur.
21﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar için (Allâh’a ortak koştukları putlardan ve şeytanlardan) birtakım ortaklar mı vardır ki, (şirk koşmak, dirilmeyi inkâr etmek ve sâdece dünyâ için çalışmak gibi) Allâh’ın kendisine izin vermediği şeyleri din olarak onlara meşrû ettiler?! Eğer (azâbın kıyâmete tehiriyle ilgili hükmü ifâde eden) o karar kelimesi (ezelde Allâh tarafından geçmiş) olmasaydı, elbette o (müminlerle kâfir ola)nların arasında hüküm veril(erek kâfirler şimdi çoktan helâk edil)mişti. Ama o zâlimler(e ne kadar mühlet verilse de), gerçekten ziyâde acı verici çok büyük azap (eninde sonunda) özellikle onlara âittir.
22﴿ (Ey görebilen kişi! Kıyâmet günü) sen o zâlimleri, (dünyâda) kazanmış oldukları (kötü) şeyler(in azâbını çekmek)den dolayı şiddetli korkuya kapılmış kimseler olarak göreceksin. Hâlbuki o (korktukları şey) onlar(ın başın)a çökecektir. Ama o (inanılması gereken şeylere) îmân etmiş olan kimseler ve kendileri (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş o (bahtiyâr) kişiler, cennetlerin (en temiz, en nezih, en güzel ve hoş) bahçelerinde (yerleşmiş)dirler. Dilemekte oldukları (ve canlarının çektiği) her şey Rableri nezdinde sâdece onlara âittir. (Ey mümin!) İşte sana! Ancak bu (cennetlere kavuşmak), (kendisine nispetle dünyâ nîmetlerinin değersiz kalacağı bir ikrâm ve büyüklüğü ölçülemeyecek derecede) çok büyük olan lütfun ta kendisidir.
سُورَةُ الشُّورٰى
الجزء ٢٥
٤٨٤
وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿١٦
اَللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ ﴿١٧
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿١٨
اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟ ﴿١٩
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ ﴿٢٠
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٢١
تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ ﴿٢٢
Şûrâ Sûresi
484
Cuz 25
وَالَّذ۪ينَ يُحَٓاجُّونَ فِي اللّٰهِ مِنْ بَعْدِ مَا اسْتُج۪يبَ لَهُ حُجَّتُهُمْ دَاحِضَةٌ عِنْدَ رَبِّهِمْ وَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿١٦
16﴿ Bir de o kimseler ki; (insanlar tarafından İslâm’ın hak olduğu anlaşılıp) O (Allâh’ın çağrısı)na tamâmen icâbet olunduktan sonra, Allâh(ın dîninden insanları saptırma) hakkında (hâlâ inadına) mücâdele etmektedirler; (işte) onların (öne sürecekleri tüm) delilleri Rableri nezdinde (aslâ kabûl görmeyecek) tamâmen bâtıl (ve asılsız olduğu için süratle yok olacak) bir şeydir. Üstelik (ellerinde delil denilebilecek hiçbir şey de yoktur. Bile bile hakkı inkâr ettikleri için Allâh-u Te‘âlâ tarafından) özellikle onların üzerinde büyük bir gazap vardır. Ziyâde şiddetli olan çok büyük bir azap da sâdece onlara âittir. İbnü Abbâs ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhüm)ün beyanları vechile; bu âyet-i kerîme, İslâm’a giren insanları dinden çıkarmaya çalışan birtakım Yahûdîler hakkında nâzil olmuştur.Onlar: “Bizim kitabımız sizin kitabınızdan öncedir, peygamberimiz de sizin peygamberinizden öncedir, öyleyse dînimiz sizin dîninizden üstündür ve biz Allâh’a sizden daha yakınız” gibi birtakım safsataları delil yerine sunmaktaydılar. Böylece Allâh-u Te‘âlâ bu lafların hiçbir kıymeti olmadığını beyân etmiş oldu.
اَللّٰهُ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ وَالْم۪يزَانَۜ وَمَا يُدْر۪يكَ لَعَلَّ السَّاعَةَ قَر۪يبٌ ﴿١٧
17﴿ Ancak Allâh öyle bir Zâttır ki; (açıkladıkları hükümlerinde ve bildirdikleri haberlerinde) hak (ve hikmet) ile birlikte (yanlıştan tamâmen uzak bir şekilde) kitapları ve (adâleti emreden şerîatlardan ibâret) mîzânı indirmiştir. (Habîbim!) Bir de sana bildiren şey nedir ki; belki de o (kıyâmet) ân(ının gelmesi) çok yakındır. (Öyleyse Benim gönderdiğim kitâba uy ve amellerinin tartılacağı o günle ânîden karşılaşmadan önce adâlete riâyet et.) Burada bahsedilen “Mîzân”; İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ) gibi bâzı müfessirler tarafından: “Adâlet” ile; Beyzâvî (Rahimehullâh)ın nakline göre ise: “Kendisiyle hak ve hukûkun tespit edildiği şerîat” olarak tefsir edilmiştir ki, bu durumda “Gökten indirilme” tâbirinin anlaşılması kolaydır. Katâde ve Mücâhid (Radıyallâhu Anhümâ) gibi bâzı müfessirlere göre ise, bildiğimiz “Tartı âleti”dir. Nitekim “Allâh-u Te‘âlâ’nın Nûh (Aleyhisselâm) zamânında gökten bir terâzi indirdiği ve eşyâyı onunla tartmasını kendisine emrettiği” rivâyeti bu görüşü desteklemektedir. (es-Semerkandî, Bahru’l-ulûm, 3/240; İbnü ‘Atıyye, el-Muharrarü’l-vecîz, 5/31; el-Kurtubî, el-Câmi‘u li-ahkâmi’l-Kur’ân, 16/15)
يَسْتَعْجِلُ بِهَا الَّذ۪ينَ لَا يُؤْمِنُونَ بِهَاۚ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مُشْفِقُونَ مِنْهَاۙ وَيَعْلَمُونَ اَنَّهَا الْحَقُّۜ اَلَٓا اِنَّ الَّذ۪ينَ يُمَارُونَ فِي السَّاعَةِ لَف۪ي ضَلَالٍ بَع۪يدٍ ﴿١٨
18﴿ Kendileri o (kıyâmet ânı)na îmân etmeyen kimseler (inkâr ve alay olsun diye: “Kıyâmet ne zaman kopacak, keşke hemen kopsa da kimin haklı olduğu ortaya çıksa” gibi laflar ederek) onu sürekli acele istiyor. O (âhirete) îmân etmiş olan kimseler ise, on(un vukûun)dan ziyâdesiyle korkan kimselerdir ve şüphesiz onun hakkın (ve gerçeğin) ta kendisi olduğunu bilmektedirler. Haberdâr olun ki, o (kıyâmet) ân(ının gelip gelmeyeceği) hakkında sürekli mücâdele etmekte olan o kimseler, muhakkak ki elbette (gerçeği bulmaktan) çok uzak olan bir sapıtma içindedirler.
اَللّٰهُ لَط۪يفٌ بِعِبَادِه۪ يَرْزُقُ مَنْ يَشَٓاءُۚ وَهُوَ الْقَوِيُّ الْعَز۪يزُ۟ ﴿١٩
19﴿ Allâh kullarına (iki cihanda faydalı olacak şeylerin tüm ayrıntılarını ve inceliklerini çok iyi bilen ve kendilerini bu maslahatlarına en kolay yoldan ulaştıran bir) Latîf’tir, (bu lütfun bir tezâhürü olarak onların hak edip etmemelerine bakmaksızın) murâd ettiği kimseleri (istediği şekilde) rızıklandırır (ama herkesin istediğini vermeyip, Kendi hikmeti gereği her kula uygun olan bir lütufta bulunur). Yine ancak O (Allâh, her şeye hakkıyla gücü yeten bir) Kaviyy’dir, (istediği hiçbir şey engellenemeyen yegâne izzet sâhibi bir) Azîz’dir.
مَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الْاٰخِرَةِ نَزِدْ لَهُ ف۪ي حَرْثِه۪ۚ وَمَنْ كَانَ يُر۪يدُ حَرْثَ الدُّنْيَا نُؤْتِه۪ مِنْهَا وَمَا لَهُ فِي الْاٰخِرَةِ مِنْ نَص۪يبٍ ﴿٢٠
20﴿ Her kim (dünyâda yaptığı sâlih amelleriyle) âhiret mahsûlünü (ve sevâbını) arzular olduysa, onun için (sevâbını bire ondan yedi yüze kadar katlayarak ürününde ve) ekininde artış yaparız. Her kim de (âhirete inanmayıp, yaptığı iyi amellerle sâdece) dünyâ ekinini (ve menfaatlerini) murâd eder olduysa, ona da (ezelî takdîrimize göre) ondan biraz veririz. Ama âhirette onun için hiçbir nasip yoktur.
اَمْ لَهُمْ شُرَكٰٓؤُ۬ا شَرَعُوا لَهُمْ مِنَ الدّ۪ينِ مَا لَمْ يَأْذَنْ بِهِ اللّٰهُۜ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٢١
21﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar için (Allâh’a ortak koştukları putlardan ve şeytanlardan) birtakım ortaklar mı vardır ki, (şirk koşmak, dirilmeyi inkâr etmek ve sâdece dünyâ için çalışmak gibi) Allâh’ın kendisine izin vermediği şeyleri din olarak onlara meşrû ettiler?! Eğer (azâbın kıyâmete tehiriyle ilgili hükmü ifâde eden) o karar kelimesi (ezelde Allâh tarafından geçmiş) olmasaydı, elbette o (müminlerle kâfir ola)nların arasında hüküm veril(erek kâfirler şimdi çoktan helâk edil)mişti. Ama o zâlimler(e ne kadar mühlet verilse de), gerçekten ziyâde acı verici çok büyük azap (eninde sonunda) özellikle onlara âittir.
تَرَى الظَّالِم۪ينَ مُشْفِق۪ينَ مِمَّا كَسَبُوا وَهُوَ وَاقِعٌ بِهِمْۜ وَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ ف۪ي رَوْضَاتِ الْجَنَّاتِۚ لَهُمْ مَا يَشَٓاؤُ۫نَ عِنْدَ رَبِّهِمْۜ ذٰلِكَ هُوَ الْفَضْلُ الْكَب۪يرُ ﴿٢٢
22﴿ (Ey görebilen kişi! Kıyâmet günü) sen o zâlimleri, (dünyâda) kazanmış oldukları (kötü) şeyler(in azâbını çekmek)den dolayı şiddetli korkuya kapılmış kimseler olarak göreceksin. Hâlbuki o (korktukları şey) onlar(ın başın)a çökecektir. Ama o (inanılması gereken şeylere) îmân etmiş olan kimseler ve kendileri (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş o (bahtiyâr) kişiler, cennetlerin (en temiz, en nezih, en güzel ve hoş) bahçelerinde (yerleşmiş)dirler. Dilemekte oldukları (ve canlarının çektiği) her şey Rableri nezdinde sâdece onlara âittir. (Ey mümin!) İşte sana! Ancak bu (cennetlere kavuşmak), (kendisine nispetle dünyâ nîmetlerinin değersiz kalacağı bir ikrâm ve büyüklüğü ölçülemeyecek derecede) çok büyük olan lütfun ta kendisidir.