v02.01.25 Geliştirme Notları
Şûrâ Sûresi
485
Cuz 25
23﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak bu (cennetler), kendileri îmân etmiş ve sâlih ameller işlemiş olan kullarını Allâh’ın müjdelemekte olduğu (çok değerli bir) şeydir. (Habîbim! Mal toplayıp sana rüşvet teklif ederek putlara hakāret etmemeni isteyen Kureyş müşriklerine) de ki: “Ben bu (İslâm’ın size ulaşması)na (dâir sarf ettiğim gayrete) karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, lâkin akrabâlık nedeniyle olan sevgiyi (talep ediyorum ki bu sevgi sizi benim haklarımı gözetmeye sevk etmelidir, benim peygamberlik hakkımı tanımıyorsanız, benim umûmî bir rahmet ve tam bir nîmet oluşumu takdîr etmiyorsanız, bâri aramızdaki sıla-i rahim nedeniyle bana eziyet etmeyin).”/(Habîbim! Bütün ümmetine) de ki: “Ben buna karşılık sizden o yakınlar(ım ve Ehl-i Beytim olan eşlerim, çocuklarım ve onların zürriyetleri) hakkında olan sevgiden başka hiçbir ücret (ve menfaat) istemiyorum.”/ Zâten her kim (amel nâmına) güzel bir şey kazanırsa, Biz kendisi için onun (tarafından yapılan amel) hakkında (birebir karşılık vermeyip, sevaplarını katlayarak) büyük bir güzellik artırırız. Şüphesiz ki Allâh, (kullarının günahlarını çokça örten bir) Ğafûr’dur, (en ufak bir amele dahî çok sevap veren bir) Şekûr’dur.
24﴿ (Habîbim!) Yoksa o (kâfir ola)nlar (senin hakkında): “O (Muhammed de peygamberlik iddiâ ederek), Allâh’a karşı bir yalan uydurdu” mu diyorlar?! Hâlbuki Allâh murâd etseydi senin kalbinin üzerine mühür vururdu (da, seni anlayamayan ve konuşamayan bir hâle getirerek bu iftirânı sonlandırırdı. Ama sen Rabbine iftirâ etmediğin için sana vahyini sürdürmektedir). /Allâh murâd etseydi senin kalbinin üzerine (sabır ve metâneti) mühür (gibi) vururdu (da artık sen onların bu sözlerinden hiç üzülmezdin)./ Zâten Allâh (sana indirmiş olduğu âyetlerinin) kelimeleri sebebiyle bâtıl (ve asılsız iddiâlar)ı sürekli mahveder ve hakkı dâimâ sâbit kılar. (Kendisine vahiy geldiği iddiâsıyla ortaya çıkan sahtekârlar hakkında Allâh’ın değişmez kānunu böyleyken, farz-ı muhâl sen iftirâcı biri olsaydın her geçen gün düşmanlarının dâvâsı mahvolup giderken, senin dînin daha ziyâde kuvvetlenir miydi?) Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), göğüsler(de bulunan kalpler)in sâhip olduğu şey(ler)i (onlarda bulunan tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen ve karşılığını verecek olan bir) Alîm’dir.
25﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (merhametli) bir Zâttır ki; (dilediği) kullarından tevbeyi kabûl eder ve (yaptıkları) kötü şeyler(in büyük-küçük olduğuna bakmaksızın ve hiçbir şart koşmaksızın, dilediği kimselerin günahlarına cezâ vermek)den (vaz geçerek) afv eder. Zâten O yapmakta olduğunuz şeyleri(n tüm tafsîlâtını) bilmektedir.
26﴿ Yine (ancak) O (Allâh-u Te‘âlâ), kendileri îmân etmiş ve sâlih ameller işlemiş olanlar(ın duâların)a çokça icâbet eder. Ayrıca (sonsuz) lütfundan onlara (hak ettiklerinin ve istediklerinin fevkınde) fazlaca verir. Kâfirler ise; çok şiddetli olan büyük bir azap sâdece onlara âittir.
27﴿ Eğer Allâh (tüm) kulları için rızkı (genişletip) döşeseydi, elbette onlar yer(yüzün)de (birbirine karşı) azgınlık ederlerdi. Velâkin O, (kullarına rızık olarak uygun görüp) murâd etmekte olduğu şeyi (hikmeti gereği) bir ölçü ile indirmektedir. Şüphesiz ki O (Allâh bütün yarattıklarından haberdâr ise de), özellikle (mükellef) kullarını(n gizli-açık tüm hâllerini hakkıyla bilen bir) Habîr’dir, (kimin ne yaptığını ziyâdesiyle gören bir) Basîr’dir. (Dolayısıyla onların fakirlik ve zenginlik, darlık ve bolluk gibi hâllerini, zaman ve zemine göre kendilerine uygun düşecek şekilde takdîr etmiştir.)
28﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (kuraklığa mâruz kalan insanların) ümit kesmiş olmalarının ardından (kıtlıktan kurtulmalarına) yardımcı olan o yağmuru indirmektedir ve rahmetini(n eserlerini dağ tepe her yere) yaymaktadır! Zâten ancak O (Allâh, kullarına iyilik yapmayı ve onları yaşatmayı üstlenmiş bir) Veliyy’dir, (bütün iyilikler Kendisinden olması hasebiyle tüm hamdlere lâyık olan bir) Hamîd’dir!
29﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının ve birliğinin) âyet (ve delil)lerinden biri de, göklerle yeri ve o ikisinde yaymış olduğu her bir hareket eden canlıyı (yoktan) yaratmasıdır. Üstelik O (Allâh-u Te‘âlâ), dilediği zamanda onları (diriltip mahşere) toplamaya (da tam mânâsıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
30﴿ Bir de size isâbet eden herhangi bir musîbet (ve belâ var ya), işte (onların hepsi de) sizin ellerinizin kazanmış olduğu (ve bilfiil işlediğiniz kötü) şeyler sebebiyledir. Yine de O (Allâh-u Te‘âlâ günahlarınızın) birçok(larını cezâlandırmak)dan (vaz geçip onları) afv etmektedir. (Zâten her günahın cezâsını dünyâda verecek olsaydı, yeryüzünde insanları bırak hiçbir canlı dahî yaşamazdı.)
31﴿ Ayrıca siz yer(yüzün)de (sizi musîbete çarptırmaktan) aslâ (Allâh-u Te‘âlâ’yı) âciz bırakacak kimseler olamazsınız. Üstelik sizin için Allâh’tan başka yakın dost(lar)dan hiçbiri yoktur, gerçek (mânâda) yardımcı(lar)dan hiçbiri de yoktur (ki, sizi O’nun azâbından kurtarabilsin).
سُورَةُ الشُّورٰى
الجزء ٢٥
٤٨٥
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٢٣
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۚ فَاِنْ يَشَاِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٤
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ ﴿٢٥
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿٢٦
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ ﴿٢٧
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٨
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟ ﴿٢٩
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ ﴿٣٠
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٣١
Şûrâ Sûresi
485
Cuz 25
ذٰلِكَ الَّذ۪ي يُبَشِّرُ اللّٰهُ عِبَادَهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۜ قُلْ لَٓا اَسْـَٔلُكُمْ عَلَيْهِ اَجْرًا اِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبٰىۜ وَمَنْ يَقْتَرِفْ حَسَنَةً نَزِدْ لَهُ ف۪يهَا حُسْنًاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ شَكُورٌ ﴿٢٣
23﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak bu (cennetler), kendileri îmân etmiş ve sâlih ameller işlemiş olan kullarını Allâh’ın müjdelemekte olduğu (çok değerli bir) şeydir. (Habîbim! Mal toplayıp sana rüşvet teklif ederek putlara hakāret etmemeni isteyen Kureyş müşriklerine) de ki: “Ben bu (İslâm’ın size ulaşması)na (dâir sarf ettiğim gayrete) karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, lâkin akrabâlık nedeniyle olan sevgiyi (talep ediyorum ki bu sevgi sizi benim haklarımı gözetmeye sevk etmelidir, benim peygamberlik hakkımı tanımıyorsanız, benim umûmî bir rahmet ve tam bir nîmet oluşumu takdîr etmiyorsanız, bâri aramızdaki sıla-i rahim nedeniyle bana eziyet etmeyin).”/(Habîbim! Bütün ümmetine) de ki: “Ben buna karşılık sizden o yakınlar(ım ve Ehl-i Beytim olan eşlerim, çocuklarım ve onların zürriyetleri) hakkında olan sevgiden başka hiçbir ücret (ve menfaat) istemiyorum.”/ Zâten her kim (amel nâmına) güzel bir şey kazanırsa, Biz kendisi için onun (tarafından yapılan amel) hakkında (birebir karşılık vermeyip, sevaplarını katlayarak) büyük bir güzellik artırırız. Şüphesiz ki Allâh, (kullarının günahlarını çokça örten bir) Ğafûr’dur, (en ufak bir amele dahî çok sevap veren bir) Şekûr’dur.
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰى عَلَى اللّٰهِ كَذِبًاۚ فَاِنْ يَشَاِ اللّٰهُ يَخْتِمْ عَلٰى قَلْبِكَۜ وَيَمْحُ اللّٰهُ الْبَاطِلَ وَيُحِقُّ الْحَقَّ بِكَلِمَاتِه۪ۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ بِذَاتِ الصُّدُورِ ﴿٢٤
24﴿ (Habîbim!) Yoksa o (kâfir ola)nlar (senin hakkında): “O (Muhammed de peygamberlik iddiâ ederek), Allâh’a karşı bir yalan uydurdu” mu diyorlar?! Hâlbuki Allâh murâd etseydi senin kalbinin üzerine mühür vururdu (da, seni anlayamayan ve konuşamayan bir hâle getirerek bu iftirânı sonlandırırdı. Ama sen Rabbine iftirâ etmediğin için sana vahyini sürdürmektedir). /Allâh murâd etseydi senin kalbinin üzerine (sabır ve metâneti) mühür (gibi) vururdu (da artık sen onların bu sözlerinden hiç üzülmezdin)./ Zâten Allâh (sana indirmiş olduğu âyetlerinin) kelimeleri sebebiyle bâtıl (ve asılsız iddiâlar)ı sürekli mahveder ve hakkı dâimâ sâbit kılar. (Kendisine vahiy geldiği iddiâsıyla ortaya çıkan sahtekârlar hakkında Allâh’ın değişmez kānunu böyleyken, farz-ı muhâl sen iftirâcı biri olsaydın her geçen gün düşmanlarının dâvâsı mahvolup giderken, senin dînin daha ziyâde kuvvetlenir miydi?) Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), göğüsler(de bulunan kalpler)in sâhip olduğu şey(ler)i (onlarda bulunan tüm sırları, niyet ve inançları hakkıyla bilen ve karşılığını verecek olan bir) Alîm’dir.
وَهُوَ الَّذ۪ي يَقْبَلُ التَّوْبَةَ عَنْ عِبَادِه۪ وَيَعْفُوا عَنِ السَّيِّـَٔاتِ وَيَعْلَمُ مَا تَفْعَلُونَۙ ﴿٢٥
25﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (merhametli) bir Zâttır ki; (dilediği) kullarından tevbeyi kabûl eder ve (yaptıkları) kötü şeyler(in büyük-küçük olduğuna bakmaksızın ve hiçbir şart koşmaksızın, dilediği kimselerin günahlarına cezâ vermek)den (vaz geçerek) afv eder. Zâten O yapmakta olduğunuz şeyleri(n tüm tafsîlâtını) bilmektedir.
وَيَسْتَج۪يبُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ وَيَز۪يدُهُمْ مِنْ فَضْلِه۪ۜ وَالْكَافِرُونَ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌ ﴿٢٦
26﴿ Yine (ancak) O (Allâh-u Te‘âlâ), kendileri îmân etmiş ve sâlih ameller işlemiş olanlar(ın duâların)a çokça icâbet eder. Ayrıca (sonsuz) lütfundan onlara (hak ettiklerinin ve istediklerinin fevkınde) fazlaca verir. Kâfirler ise; çok şiddetli olan büyük bir azap sâdece onlara âittir.
وَلَوْ بَسَطَ اللّٰهُ الرِّزْقَ لِعِبَادِه۪ لَبَغَوْا فِي الْاَرْضِ وَلٰكِنْ يُنَزِّلُ بِقَدَرٍ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ بِعِبَادِه۪ خَب۪يرٌ بَص۪يرٌ ﴿٢٧
27﴿ Eğer Allâh (tüm) kulları için rızkı (genişletip) döşeseydi, elbette onlar yer(yüzün)de (birbirine karşı) azgınlık ederlerdi. Velâkin O, (kullarına rızık olarak uygun görüp) murâd etmekte olduğu şeyi (hikmeti gereği) bir ölçü ile indirmektedir. Şüphesiz ki O (Allâh bütün yarattıklarından haberdâr ise de), özellikle (mükellef) kullarını(n gizli-açık tüm hâllerini hakkıyla bilen bir) Habîr’dir, (kimin ne yaptığını ziyâdesiyle gören bir) Basîr’dir. (Dolayısıyla onların fakirlik ve zenginlik, darlık ve bolluk gibi hâllerini, zaman ve zemine göre kendilerine uygun düşecek şekilde takdîr etmiştir.)
وَهُوَ الَّذ۪ي يُنَزِّلُ الْغَيْثَ مِنْ بَعْدِ مَا قَنَطُوا وَيَنْشُرُ رَحْمَتَهُۜ وَهُوَ الْوَلِيُّ الْحَم۪يدُ ﴿٢٨
28﴿ Yine ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (kuraklığa mâruz kalan insanların) ümit kesmiş olmalarının ardından (kıtlıktan kurtulmalarına) yardımcı olan o yağmuru indirmektedir ve rahmetini(n eserlerini dağ tepe her yere) yaymaktadır! Zâten ancak O (Allâh, kullarına iyilik yapmayı ve onları yaşatmayı üstlenmiş bir) Veliyy’dir, (bütün iyilikler Kendisinden olması hasebiyle tüm hamdlere lâyık olan bir) Hamîd’dir!
وَمِنْ اٰيَاتِه۪ خَلْقُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَثَّ ف۪يهِمَا مِنْ دَٓابَّةٍۜ وَهُوَ عَلٰى جَمْعِهِمْ اِذَا يَشَٓاءُ قَد۪يرٌ۟ ﴿٢٩
29﴿ O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının ve birliğinin) âyet (ve delil)lerinden biri de, göklerle yeri ve o ikisinde yaymış olduğu her bir hareket eden canlıyı (yoktan) yaratmasıdır. Üstelik O (Allâh-u Te‘âlâ), dilediği zamanda onları (diriltip mahşere) toplamaya (da tam mânâsıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
وَمَٓا اَصَابَكُمْ مِنْ مُص۪يبَةٍ فَبِمَا كَسَبَتْ اَيْد۪يكُمْ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ ﴿٣٠
30﴿ Bir de size isâbet eden herhangi bir musîbet (ve belâ var ya), işte (onların hepsi de) sizin ellerinizin kazanmış olduğu (ve bilfiil işlediğiniz kötü) şeyler sebebiyledir. Yine de O (Allâh-u Te‘âlâ günahlarınızın) birçok(larını cezâlandırmak)dan (vaz geçip onları) afv etmektedir. (Zâten her günahın cezâsını dünyâda verecek olsaydı, yeryüzünde insanları bırak hiçbir canlı dahî yaşamazdı.)
وَمَٓا اَنْتُمْ بِمُعْجِز۪ينَ فِي الْاَرْضِۚ وَمَا لَكُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ وَلِيٍّ وَلَا نَص۪يرٍ ﴿٣١
31﴿ Ayrıca siz yer(yüzün)de (sizi musîbete çarptırmaktan) aslâ (Allâh-u Te‘âlâ’yı) âciz bırakacak kimseler olamazsınız. Üstelik sizin için Allâh’tan başka yakın dost(lar)dan hiçbiri yoktur, gerçek (mânâda) yardımcı(lar)dan hiçbiri de yoktur (ki, sizi O’nun azâbından kurtarabilsin).