v02.01.25 Geliştirme Notları
Şûrâ Sûresi
486
Cuz 25
32﴿ Denizde uzun dağlar gibi o akıp giden (gemi)-ler de O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin delil ve) âyetlerindendir.
33﴿ Eğer O (Allâh) murâd etseydi (gemilerin seyrini sağlayan) rüzgârı sâkinleştirirdi de sonra onlar(ı taşıyan gemiler denizde ilerleyemeyip) onun sırtı üzerinde (tam denizin ortasında) sâbit duran şeylere dönüşürdü. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten de (lüzumsuz şeyleri düşünmekten kaçınıp hakkı tefekkür husûsunda zahmetlere katlanıp) çokça sabreden ve (bütün himmetini Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerine bakmaya ve nîmetlerini düşünmeye hasrederek) hakkıyla şükreden her bir (îmânlı) kimse için, elbette bu (anlatıla)n(lar)da (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce sanatlarını gösteren) çok büyük nice âyetler vardır.
34﴿ Ya da (Allâh-u Te‘âlâ murâd ederse bir kasırga göndererek) kendilerinin (bizzat) kazanmış olduğu (kötü) şeyler sebebiyle o (fırtınaya tutulan gemileri ve içindeki insa)nları helâk eder ve birçok(larını cezâlandırmak)dan (vaz geçip onları) afv eder.
35﴿ (Evet! Allâh-u Te‘âlâ bâzı suçluları böylece dünyâda peşînen cezâlandırmaktadır, tâ ki O’nun kudretinin büyüklüğü açığa çıksın) bir de âyetlerimiz(i iptal) hakkında sürekli mücâdele etmekte olan o kimseler bilsin ki, (Bizim azâbımızdan kurtulmak üzere) kendileri için hiçbir kaçış yeri yoktur!
36﴿ Artık size (mal ve mülkten) hangi şey verilmişse (bilin ki hepsi de) o çok alçak olan (dünyâ) hayâtın(ın birkaç günlük geçici) yaşantısıdır. Ama Allâh nezdinde bulunan (mükâfat)lar (kendisine hiçbir keder karışmamış hâlis ve sonsuz bir lezzet olduğundan) o kimseler için çok hayırlı ve daha kalıcıdır ki onlar îmân etmiştirler ve ancak Rablerine (güvenip) tevekkül etmektedirler.
37﴿ Bir de o kimseler için (âhiret sevapları çok hayırlıdır) ki onlar günahların büyüklerinden ve (özellikle zinâ gibi) çok çirkin şeylerden sakınırlar ve (herhangi bir nedenle) öfkelendikleri zaman ancak onlar bağışla(ma erdemine sâhip olu)rlar.
38﴿ Yine o kimseler için (âhiret mükâfatları çok hayırlıdır) ki onlar Rablerin(in îmân ve itâat dâvetin)e hakkıyla icâbet etmiştirler, o (farz) namazları hakkıyla kılmıştırlar ve onların (her biri kendi kafasına göre hareket etmeyip) işleri de aralarında istişâre (ile icrâ edilmekte)dir. Bir de onlar kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (zekât ve fitre gibi vecîbeleri yerine getirmek üzere muhtaçlara) infâk ederler.
39﴿ Daha o kimseler için (âhiret hayırlıdır)ki; kendilerine bir zulüm isâbet ettiği zaman ancak onlar (zâlime karşı boyun eğmemekte ama en ufak bir şekilde haddi aşmayıp sâdece hakları kadar) intikam almaktadırlar.
40﴿ Zâten kötü bir muâmelenin karşılığı onun benzeri kötü bir davranıştır. Ama her kim (kendisine kötü davrananı) afv eder ve (onunla arasını) düzeltirse, artık onun ecri(ni ve sevâbını vermek) Allâh’a âittir. (Bu yüzden hiçbir kimse o mükâfâtın büyüklüğünü takdîr edemez.) Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), o (kötülüğü başlatan ve intikamda haddi aşan) zâlimleri sevmez (ve yaptıklarına rızâ göstermez).
41﴿ Yemîn olsun ki; her kim zulme uğramasının ardından (yetkili mercilere mürâcaat edip kısas) hakkını alırsa, (Habîbim) işte sana! Onlar (var ya); onların aleyhine (ne cezâ, ne ayıplama ve ne de sitemle alâkalı) hiçbir yol yoktur. Bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak bir kimse kendisine zulmeden birinden hakkını almaya bizzât teşebbüs edemez. Bilakis konuyu hâkime arzederek hakkını ancak bu yolla almalıdır. (el-Âlûsî, 24/311)
42﴿ O (cezâ verme ve ayıplama) yol(u ve usûlü) ancak o kimselerin aleyhine (tatbîk edilmekte)dir ki onlar insanlara zulmetmektedirler ve yer(yüzün)de haksız yere azgınlık yapmaktadırlar. (Habîbim!) İşte sana! Onlar (var ya); ziyâde acı verici çok büyük bir azap ancak onlar içindir.
43﴿ Yine andolsun ki; her kim (karşılaştığı kötülüklere) sabreder ve (kısas hakkını kullanmayıp) afv ederse, (ey mümin) işte sana! Gerçekten de bu (erdemli davranış) elbette azmedilmesi (ve ciddiyetle talep edilmesi) gereken işlerdendir.
44﴿ Ama Allâh her kimi(n kötü yolu tercih ettiğini bildiği için onu hak yoldan saptırarak) dalâlete düşürürse, artık onun için O (Allâh-u Sübhânehû)n(un saptırmasın)dan sonra hiçbir yardımcı yoktur (ki onu yola alabilsin). (Habîbim!) O (âhiret) azâbı(nı) gördüklerinde ise sen o (şirk koşan) zâlimleri göreceksin ki: “(Acabâ dünyâya) biraz olsun geri dönüşe hiçbir yol var mıdır (ki îmân edip sâlih amel işleyelim de bir daha buraya dönmeyelim)?!” diyeceklerdir.
سُورَةُ الشُّورٰى
الجزء ٢٥
٤٨٦
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ ﴿٣٢
اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ ﴿٣٣
اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ ﴿٣٤
وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿٣٥
فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ ﴿٣٦
وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ ﴿٣٧
وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ ﴿٣٨
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ ﴿٣٩
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿٤٠
وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ ﴿٤١
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٤٢
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟ ﴿٤٣
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ ﴿٤٤
Şûrâ Sûresi
486
Cuz 25
وَمِنْ اٰيَاتِهِ الْجَوَارِ فِي الْبَحْرِ كَالْاَعْلَامِۜ ﴿٣٢
32﴿ Denizde uzun dağlar gibi o akıp giden (gemi)-ler de O (Allâh-u Sübhânehû)nun (varlığının, birliğinin ve sonsuz kudretinin delil ve) âyetlerindendir.
اِنْ يَشَأْ يُسْكِنِ الرّ۪يحَ فَيَظْلَلْنَ رَوَاكِدَ عَلٰى ظَهْرِه۪ۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِكُلِّ صَبَّارٍ شَكُورٍۙ ﴿٣٣
33﴿ Eğer O (Allâh) murâd etseydi (gemilerin seyrini sağlayan) rüzgârı sâkinleştirirdi de sonra onlar(ı taşıyan gemiler denizde ilerleyemeyip) onun sırtı üzerinde (tam denizin ortasında) sâbit duran şeylere dönüşürdü. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten de (lüzumsuz şeyleri düşünmekten kaçınıp hakkı tefekkür husûsunda zahmetlere katlanıp) çokça sabreden ve (bütün himmetini Allâh-u Te‘âlâ’nın âyetlerine bakmaya ve nîmetlerini düşünmeye hasrederek) hakkıyla şükreden her bir (îmânlı) kimse için, elbette bu (anlatıla)n(lar)da (Allâh-u Te‘âlâ’nın yüce sanatlarını gösteren) çok büyük nice âyetler vardır.
اَوْ يُوبِقْهُنَّ بِمَا كَسَبُوا وَيَعْفُ عَنْ كَث۪يرٍۘ ﴿٣٤
34﴿ Ya da (Allâh-u Te‘âlâ murâd ederse bir kasırga göndererek) kendilerinin (bizzat) kazanmış olduğu (kötü) şeyler sebebiyle o (fırtınaya tutulan gemileri ve içindeki insa)nları helâk eder ve birçok(larını cezâlandırmak)dan (vaz geçip onları) afv eder.
وَيَعْلَمَ الَّذ۪ينَ يُجَادِلُونَ ف۪ٓي اٰيَاتِنَاۜ مَا لَهُمْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿٣٥
35﴿ (Evet! Allâh-u Te‘âlâ bâzı suçluları böylece dünyâda peşînen cezâlandırmaktadır, tâ ki O’nun kudretinin büyüklüğü açığa çıksın) bir de âyetlerimiz(i iptal) hakkında sürekli mücâdele etmekte olan o kimseler bilsin ki, (Bizim azâbımızdan kurtulmak üzere) kendileri için hiçbir kaçış yeri yoktur!
فَمَٓا اُو۫ت۪يتُمْ مِنْ شَيْءٍ فَمَتَاعُ الْحَيٰوةِ الدُّنْيَاۚ وَمَا عِنْدَ اللّٰهِ خَيْرٌ وَاَبْقٰى لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَلٰى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَۚ ﴿٣٦
36﴿ Artık size (mal ve mülkten) hangi şey verilmişse (bilin ki hepsi de) o çok alçak olan (dünyâ) hayâtın(ın birkaç günlük geçici) yaşantısıdır. Ama Allâh nezdinde bulunan (mükâfat)lar (kendisine hiçbir keder karışmamış hâlis ve sonsuz bir lezzet olduğundan) o kimseler için çok hayırlı ve daha kalıcıdır ki onlar îmân etmiştirler ve ancak Rablerine (güvenip) tevekkül etmektedirler.
وَالَّذ۪ينَ يَجْتَنِبُونَ كَبَٓائِرَ الْاِثْمِ وَالْفَوَاحِشَ وَاِذَا مَا غَضِبُوا هُمْ يَغْفِرُونَۚ ﴿٣٧
37﴿ Bir de o kimseler için (âhiret sevapları çok hayırlıdır) ki onlar günahların büyüklerinden ve (özellikle zinâ gibi) çok çirkin şeylerden sakınırlar ve (herhangi bir nedenle) öfkelendikleri zaman ancak onlar bağışla(ma erdemine sâhip olu)rlar.
وَالَّذ۪ينَ اسْتَجَابُوا لِرَبِّهِمْ وَاَقَامُوا الصَّلٰوةَۖ وَاَمْرُهُمْ شُورٰى بَيْنَهُمْۖ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَۚ ﴿٣٨
38﴿ Yine o kimseler için (âhiret mükâfatları çok hayırlıdır) ki onlar Rablerin(in îmân ve itâat dâvetin)e hakkıyla icâbet etmiştirler, o (farz) namazları hakkıyla kılmıştırlar ve onların (her biri kendi kafasına göre hareket etmeyip) işleri de aralarında istişâre (ile icrâ edilmekte)dir. Bir de onlar kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden (zekât ve fitre gibi vecîbeleri yerine getirmek üzere muhtaçlara) infâk ederler.
وَالَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَهُمُ الْبَغْيُ هُمْ يَنْتَصِرُونَ ﴿٣٩
39﴿ Daha o kimseler için (âhiret hayırlıdır)ki; kendilerine bir zulüm isâbet ettiği zaman ancak onlar (zâlime karşı boyun eğmemekte ama en ufak bir şekilde haddi aşmayıp sâdece hakları kadar) intikam almaktadırlar.
وَجَزٰٓؤُ۬ا سَيِّئَةٍ سَيِّئَةٌ مِثْلُهَاۚ فَمَنْ عَفَا وَاَصْلَحَ فَاَجْرُهُ عَلَى اللّٰهِۜ اِنَّهُ لَا يُحِبُّ الظَّالِم۪ينَ ﴿٤٠
40﴿ Zâten kötü bir muâmelenin karşılığı onun benzeri kötü bir davranıştır. Ama her kim (kendisine kötü davrananı) afv eder ve (onunla arasını) düzeltirse, artık onun ecri(ni ve sevâbını vermek) Allâh’a âittir. (Bu yüzden hiçbir kimse o mükâfâtın büyüklüğünü takdîr edemez.) Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), o (kötülüğü başlatan ve intikamda haddi aşan) zâlimleri sevmez (ve yaptıklarına rızâ göstermez).
وَلَمَنِ انْتَصَرَ بَعْدَ ظُلْمِه۪ فَاُو۬لٰٓئِكَ مَا عَلَيْهِمْ مِنْ سَب۪يلٍۜ ﴿٤١
41﴿ Yemîn olsun ki; her kim zulme uğramasının ardından (yetkili mercilere mürâcaat edip kısas) hakkını alırsa, (Habîbim) işte sana! Onlar (var ya); onların aleyhine (ne cezâ, ne ayıplama ve ne de sitemle alâkalı) hiçbir yol yoktur. Bu âyet-i kerîmeden yola çıkarak bir kimse kendisine zulmeden birinden hakkını almaya bizzât teşebbüs edemez. Bilakis konuyu hâkime arzederek hakkını ancak bu yolla almalıdır. (el-Âlûsî, 24/311)
اِنَّمَا السَّب۪يلُ عَلَى الَّذ۪ينَ يَظْلِمُونَ النَّاسَ وَيَبْغُونَ فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿٤٢
42﴿ O (cezâ verme ve ayıplama) yol(u ve usûlü) ancak o kimselerin aleyhine (tatbîk edilmekte)dir ki onlar insanlara zulmetmektedirler ve yer(yüzün)de haksız yere azgınlık yapmaktadırlar. (Habîbim!) İşte sana! Onlar (var ya); ziyâde acı verici çok büyük bir azap ancak onlar içindir.
وَلَمَنْ صَبَرَ وَغَفَرَ اِنَّ ذٰلِكَ لَمِنْ عَزْمِ الْاُمُورِ۟ ﴿٤٣
43﴿ Yine andolsun ki; her kim (karşılaştığı kötülüklere) sabreder ve (kısas hakkını kullanmayıp) afv ederse, (ey mümin) işte sana! Gerçekten de bu (erdemli davranış) elbette azmedilmesi (ve ciddiyetle talep edilmesi) gereken işlerdendir.
وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ وَلِيٍّ مِنْ بَعْدِه۪ۜ وَتَرَى الظَّالِم۪ينَ لَمَّا رَاَوُا الْعَذَابَ يَقُولُونَ هَلْ اِلٰى مَرَدٍّ مِنْ سَب۪يلٍۚ ﴿٤٤
44﴿ Ama Allâh her kimi(n kötü yolu tercih ettiğini bildiği için onu hak yoldan saptırarak) dalâlete düşürürse, artık onun için O (Allâh-u Sübhânehû)n(un saptırmasın)dan sonra hiçbir yardımcı yoktur (ki onu yola alabilsin). (Habîbim!) O (âhiret) azâbı(nı) gördüklerinde ise sen o (şirk koşan) zâlimleri göreceksin ki: “(Acabâ dünyâya) biraz olsun geri dönüşe hiçbir yol var mıdır (ki îmân edip sâlih amel işleyelim de bir daha buraya dönmeyelim)?!” diyeceklerdir.