v02.01.25 Geliştirme Notları
Şûrâ Sûresi
487
Cuz 25
45﴿ (Habîbim!) Yine sen onları o (cehennem azâbı)na arz olunuyorlarken, (kendilerine isâbet eden azapların büyüklüğü nedeniyle düştükleri) zilletten dolayı alçalıp küçülmüş kimseler oldukları hâlde (atılacakları ateşe göz dolusuyla değil de, îdâma götürülenin kılıca bakması gibi zayıf ve) gizli bir göz kımıldatışla (ve hırsızlama bir bakışla) bakarlarken göreceksin! O îmân etmiş olan kimseler ise (işte o zaman): “Şüphesiz o (zarar çeşitlerinin tümünü kendilerinde toplayarak tam mânâsıyla) hüsrâna uğramış olan kimseler (dünyâda Allâh yoluna infakta bulunanlar değil), asıl kıyâmet gününde kendilerini ve âilelerini (cennetten mahrum bırakıp, cehenneme sokarak) zarara uğratanlardır” dedi. Haberiniz olsun ki; gerçekten o (şirk koşan) zâlimler dâimî olan büyük bir azap içerisindedir(ler).
46﴿ Üstelik onlar için Allâh’tan başka dostlardan hiçbiri yoktur ki kendilerine yardım ede(rek azaplarını defede)bilsinler. Zâten Allâh her kimi(n kötü yolu tercih ettiğini bildiği için onu hak yoldan saptırarak) dalâlete düşürürse, artık onun için (dünyâda hidâyete, âhirette de cennete kavuşturacak) hiçbir yol yoktur.
47﴿ (Ey insanlar!) Kendisi için hiçbir geri çevrilme (söz konusu) olmayan büyük bir gün (sizin başınıza) Allâh(-u Te‘âlâ tarafın)dan gelmeden önce Rabbiniz(in dâvetin)e hakkıyla icâbet edin. (Zîrâ dünyâda peygamberler vâsıtasıyla size gösterilen kurtuluş yoluna girmemeniz hâlinde) sizin için işte o gün hiçbir sığınacak yer bulunmayacaktır; (o gün) sizin (amel defterleriniz önünüze açılacağı ve uzuvlarınız günahlarınıza şâhitlik yapacağı) için (işlemiş olduğunuz kötülükler hakkında) hiçbir inkâr (hakkınız ve cezâsına karşı hiçbir îtirâzınız) da (söz konusu) olmayacaktır.
48﴿ (Habîbim!) Şimdi eğer onlar (sana itâatten) yüz çevirirlerse, zâten Biz seni onların üzerine bir muhâfız (ve ne yaptıklarını tâkip edecek bir gözetici) olarak göndermedik (ki, onların inkârlarını önemseyesin ve amellerini gözleyip hesaplarını göresin). Senin üzerine (düşen vazîfe) ancak (sana vahyedilmiş olan hükümleri açıklayıp) tebliğ (etmen)dir (ki sen de o görevi hakkıyla yaptın)! Bir de şüphesiz ki insanlara Bizden (sıhhat-ü âfiyet, zenginlik ve güvenlik gibi) bir rahmet (ve nîmet) tattırdığımız zaman (kibir ve şımarıklığa kapılarak) onunla sevinir(ler). Ama kendi ellerinin öne sürmüş olduğu (günahlardan ibâret uğursuz) şeyler sebebiyle onlara (hastalık, korku ve fakirlik gibi) kötü bir şey isâbet edecek olsa, artık şüphe yok ki o (günahkâr) insan (sâhip olduğu tüm nîmetleri unutup sâdece başına gelen belâyı düşünen, onu büyüten ve kendi günahı sebebiyle o belâyı hak ettiğini düşünmeyip zulme uğradığını sanan) büyük bir nankördür.
49﴿ Göklerin ve yerin mülkü (saltanat ve hükümranlığı) sâdece Allâh’a âittir! (Dolayısıyla nîmeti de külfeti de istediği şekilde dağıtma hakkına sâhiptir.) O irâde etmekte olduğu şeyleri yaratır. (Hiçbir şey Kendisine zorla yaptırılamaz.) Dilemekte olduğu kimseler için (sâdece) kız (çocuk)lar bahşeder, istemekte olduğu kimseler için de (sırf) erkekler hibe eder.
50﴿ Yâhut onları erkekler ve dişiler olarak eşleştirir (de, dilediklerini hem kız hem erkek evlat sâhibi yapar. Hattâ kimine ikiz verir, bâzen de o ikizin birini kız, birini erkek yapar). Dilemekte olduğu kimseyi de (hiç çocuğu olmayan) kısır biri yapar. Şüphesiz ki O, (ne yaratacağını çok iyi bilen bir) Alîm’dir, (yaratmak istediği her şeye hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. (Anne-baba dilediklerinde istedikleri çocuğa sâhip olamadıklarına göre artık bunun onların elinde olmadığını ancak yüce yaratıcının takdîrinde olduğunu anlamanız gerekir.)
51﴿ Hiçbir beşer için de Allâh’ın onunla konuşması (vâki) olmamıştır, ancak (uykuda veyâ uyanıkken vâsıtasız olarak kalbine) bir vahiy (göndermesi) yâhut (Zâtını göstermeyip o beşerin) bir perde arkasından (vahyi alması) ya da bir elçi (olan Cibrîl’i) gönderip, O (Allâh-u Sübhânehû)nun izniyle (o elçinin o beşere Allâh’ın) dilemekte olduğu şeyleri vahyetmesi müstesnâ. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), (Zâtı ve sıfatları hakkında yaratılmışlara benzemekten son derece yüce olan bir) Aliyy’dir, (hikmeti gereği her işi yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir. (Buna binâen bâzen vâsıtalı bâzen de vâsıtasız olarak ya ayânen veyâ perde arkasından dilediği peygamberiyle mükâlemede bulunmuştur.)
سُورَةُ الشُّورٰى
الجزء ٢٥
٤٨٧
وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ ﴿٤٥
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ ﴿٤٦
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ ﴿٤٧
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ ﴿٤٨
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ ﴿٤٩
اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَاِنَاثًاۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يمًاۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ ﴿٥٠
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ ﴿٥١
Şûrâ Sûresi
487
Cuz 25
وَتَرٰيهُمْ يُعْرَضُونَ عَلَيْهَا خَاشِع۪ينَ مِنَ الذُّلِّ يَنْظُرُونَ مِنْ طَرْفٍ خَفِيٍّۜ وَقَالَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِنَّ الْخَاسِر۪ينَ الَّذ۪ينَ خَسِرُٓوا اَنْفُسَهُمْ وَاَهْل۪يهِمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِۜ اَلَٓا اِنَّ الظَّالِم۪ينَ ف۪ي عَذَابٍ مُق۪يمٍ ﴿٤٥
45﴿ (Habîbim!) Yine sen onları o (cehennem azâbı)na arz olunuyorlarken, (kendilerine isâbet eden azapların büyüklüğü nedeniyle düştükleri) zilletten dolayı alçalıp küçülmüş kimseler oldukları hâlde (atılacakları ateşe göz dolusuyla değil de, îdâma götürülenin kılıca bakması gibi zayıf ve) gizli bir göz kımıldatışla (ve hırsızlama bir bakışla) bakarlarken göreceksin! O îmân etmiş olan kimseler ise (işte o zaman): “Şüphesiz o (zarar çeşitlerinin tümünü kendilerinde toplayarak tam mânâsıyla) hüsrâna uğramış olan kimseler (dünyâda Allâh yoluna infakta bulunanlar değil), asıl kıyâmet gününde kendilerini ve âilelerini (cennetten mahrum bırakıp, cehenneme sokarak) zarara uğratanlardır” dedi. Haberiniz olsun ki; gerçekten o (şirk koşan) zâlimler dâimî olan büyük bir azap içerisindedir(ler).
وَمَا كَانَ لَهُمْ مِنْ اَوْلِيَٓاءَ يَنْصُرُونَهُمْ مِنْ دُونِ اللّٰهِۜ وَمَنْ يُضْلِلِ اللّٰهُ فَمَا لَهُ مِنْ سَب۪يلٍۜ ﴿٤٦
46﴿ Üstelik onlar için Allâh’tan başka dostlardan hiçbiri yoktur ki kendilerine yardım ede(rek azaplarını defede)bilsinler. Zâten Allâh her kimi(n kötü yolu tercih ettiğini bildiği için onu hak yoldan saptırarak) dalâlete düşürürse, artık onun için (dünyâda hidâyete, âhirette de cennete kavuşturacak) hiçbir yol yoktur.
اِسْتَج۪يبُوا لِرَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ اَنْ يَأْتِيَ يَوْمٌ لَا مَرَدَّ لَهُ مِنَ اللّٰهِۜ مَا لَكُمْ مِنْ مَلْجَاٍ يَوْمَئِذٍ وَمَا لَكُمْ مِنْ نَك۪يرٍ ﴿٤٧
47﴿ (Ey insanlar!) Kendisi için hiçbir geri çevrilme (söz konusu) olmayan büyük bir gün (sizin başınıza) Allâh(-u Te‘âlâ tarafın)dan gelmeden önce Rabbiniz(in dâvetin)e hakkıyla icâbet edin. (Zîrâ dünyâda peygamberler vâsıtasıyla size gösterilen kurtuluş yoluna girmemeniz hâlinde) sizin için işte o gün hiçbir sığınacak yer bulunmayacaktır; (o gün) sizin (amel defterleriniz önünüze açılacağı ve uzuvlarınız günahlarınıza şâhitlik yapacağı) için (işlemiş olduğunuz kötülükler hakkında) hiçbir inkâr (hakkınız ve cezâsına karşı hiçbir îtirâzınız) da (söz konusu) olmayacaktır.
فَاِنْ اَعْرَضُوا فَمَٓا اَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَف۪يظًاۜ اِنْ عَلَيْكَ اِلَّا الْبَلَاغُۜ وَاِنَّٓا اِذَٓا اَذَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنَّا رَحْمَةً فَرِحَ بِهَاۜ وَاِنْ تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ اَيْد۪يهِمْ فَاِنَّ الْاِنْسَانَ كَفُورٌ ﴿٤٨
48﴿ (Habîbim!) Şimdi eğer onlar (sana itâatten) yüz çevirirlerse, zâten Biz seni onların üzerine bir muhâfız (ve ne yaptıklarını tâkip edecek bir gözetici) olarak göndermedik (ki, onların inkârlarını önemseyesin ve amellerini gözleyip hesaplarını göresin). Senin üzerine (düşen vazîfe) ancak (sana vahyedilmiş olan hükümleri açıklayıp) tebliğ (etmen)dir (ki sen de o görevi hakkıyla yaptın)! Bir de şüphesiz ki insanlara Bizden (sıhhat-ü âfiyet, zenginlik ve güvenlik gibi) bir rahmet (ve nîmet) tattırdığımız zaman (kibir ve şımarıklığa kapılarak) onunla sevinir(ler). Ama kendi ellerinin öne sürmüş olduğu (günahlardan ibâret uğursuz) şeyler sebebiyle onlara (hastalık, korku ve fakirlik gibi) kötü bir şey isâbet edecek olsa, artık şüphe yok ki o (günahkâr) insan (sâhip olduğu tüm nîmetleri unutup sâdece başına gelen belâyı düşünen, onu büyüten ve kendi günahı sebebiyle o belâyı hak ettiğini düşünmeyip zulme uğradığını sanan) büyük bir nankördür.
لِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَخْلُقُ مَا يَشَٓاءُۜ يَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ اِنَاثًا وَيَهَبُ لِمَنْ يَشَٓاءُ الذُّكُورَۙ ﴿٤٩
49﴿ Göklerin ve yerin mülkü (saltanat ve hükümranlığı) sâdece Allâh’a âittir! (Dolayısıyla nîmeti de külfeti de istediği şekilde dağıtma hakkına sâhiptir.) O irâde etmekte olduğu şeyleri yaratır. (Hiçbir şey Kendisine zorla yaptırılamaz.) Dilemekte olduğu kimseler için (sâdece) kız (çocuk)lar bahşeder, istemekte olduğu kimseler için de (sırf) erkekler hibe eder.
اَوْ يُزَوِّجُهُمْ ذُكْرَانًا وَاِنَاثًاۚ وَيَجْعَلُ مَنْ يَشَٓاءُ عَق۪يمًاۜ اِنَّهُ عَل۪يمٌ قَد۪يرٌ ﴿٥٠
50﴿ Yâhut onları erkekler ve dişiler olarak eşleştirir (de, dilediklerini hem kız hem erkek evlat sâhibi yapar. Hattâ kimine ikiz verir, bâzen de o ikizin birini kız, birini erkek yapar). Dilemekte olduğu kimseyi de (hiç çocuğu olmayan) kısır biri yapar. Şüphesiz ki O, (ne yaratacağını çok iyi bilen bir) Alîm’dir, (yaratmak istediği her şeye hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir. (Anne-baba dilediklerinde istedikleri çocuğa sâhip olamadıklarına göre artık bunun onların elinde olmadığını ancak yüce yaratıcının takdîrinde olduğunu anlamanız gerekir.)
وَمَا كَانَ لِبَشَرٍ اَنْ يُكَلِّمَهُ اللّٰهُ اِلَّا وَحْيًا اَوْ مِنْ وَرَٓائِ۬ حِجَابٍ اَوْ يُرْسِلَ رَسُولًا فَيُوحِيَ بِاِذْنِه۪ مَا يَشَٓاءُۜ اِنَّهُ عَلِيٌّ حَك۪يمٌ ﴿٥١
51﴿ Hiçbir beşer için de Allâh’ın onunla konuşması (vâki) olmamıştır, ancak (uykuda veyâ uyanıkken vâsıtasız olarak kalbine) bir vahiy (göndermesi) yâhut (Zâtını göstermeyip o beşerin) bir perde arkasından (vahyi alması) ya da bir elçi (olan Cibrîl’i) gönderip, O (Allâh-u Sübhânehû)nun izniyle (o elçinin o beşere Allâh’ın) dilemekte olduğu şeyleri vahyetmesi müstesnâ. Şüphesiz ki O (Allâh-u Te‘âlâ), (Zâtı ve sıfatları hakkında yaratılmışlara benzemekten son derece yüce olan bir) Aliyy’dir, (hikmeti gereği her işi yerli yerinde yapan bir) Hakîm’dir. (Buna binâen bâzen vâsıtalı bâzen de vâsıtasız olarak ya ayânen veyâ perde arkasından dilediği peygamberiyle mükâlemede bulunmuştur.)