v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
49
Cuz 3
ÜÇÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Âl-i İmrân
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 200 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Elif! Lâm! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
2﴿ Allâh ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. (Ezelî ve ebedî olan Zâtına âit bir hayatla) Hayy’dır, (yarattıklarını yönetme ve koruyup kollama işini dâimâ üstlenmiş bulunan bir) Kayyûm’dur.
3﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ, verdiği haberlerde) hak ile iç içe olan o Kitâb’ı öncesinde bulunan (geçmiş kitap)ları doğrulayıcı olarak sana peyderpey indirmiştir, Tevrât’ı ve İncîl’i ise topyekûn bir hâlde indirmiştir.
4﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) bu (Kur’â)ndan önce (Tevrât ve İncîl’i, kendi dönemlerinde bulunan) insanlar için (yol gösterici) birer hidâyet olarak (indirmiştir). O, (hakkı bâtıldan ayıran) Furkān (vasfını hâiz Kur’ân)ı da indirmiştir. O kimseler ki Allâh’ın (kitaplarının) âyetlerini (ve peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği mûcizeleri) inkâr etmişlerdir, (kâfirliklerinden dolayı) gerçekten kendileri için çok şiddetli büyük bir azap vardır. Zâten Allâh (irâdesi engellenemeyecek ve azap etmesine mâni olunamayacak yegâne güce sâhip) bir Azîz’dir, (bir benzerine kimsenin güç yetiremeyeceği kadar) intikam sâhibidir.
5﴿ Şüphesiz ki Allâh; yerde (bulunan) hiçbir şey Kendisine gizli olmaz, gökte (bulunanlardan hiçbir şey) de (O’na gizli) olmaz.
6﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zat’tır ki; (erkeklik, dişilik, siyahlık ve beyazlık gibi şekillerden hangisini) nasıl dilemekteyse rahimlerde size öylece sûret vermektedir. (Saltanatında güçlü olan) O Azîz ve (yönetiminde hikmet sâhibi olan) Hakîm’den başka hiçbir ilâh yoktur.
7﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zat’tır ki; sana o (eşsiz bir) kitap (olan Kur’ân)ı indirmiştir. Ondan bir kısmı, (mânâsı anlaşılamayacak derecede kısalıktan ve farklı mânâlara ihtimâlli olmaktan korunmuş olmaları hasebiyle) muhkem (ve sağlam kılınmış) birtakım âyetlerdir ki onlar o kitabın anası (ve esâsı olduklarından, helâl ve haram gibi hükümlerde başvurulacak yegâne kaynak olma özelliğini taşımakta)dır(lar). Bir de (kısalığından veyâ lügat îtibârıyla muhkem bir âyete muhâlif gözüktüğünden dolayı farklı tefsirlere müsâit bulunan) diğerleri ki; (onlar) müteşâbih (âyet)ler(dir). Artık o kimseler ki kalplerinde (haktan bâtıla doğru bir sapma ve) bir meyil vardır; işte onlar fitne ara(yıp insanların îtikādını boz)mak için ve onu (canlarının istediği gibi) te’vîl etme(k sûretiyle insanları fitneye düşürme) arzusundan dolayı, o (Kur’â)ndan müteşâbih olanın peşine düşerler (de onun sâdece dış mânâsıyla yetinirler ve yanlış yorumlarla onu tahrîfe yeltenirler). Hâlbuki onun (tefsîrinin nereye varacağını ve gerçek) te’vîlini Allâh’tan başkası bilemez (ve kimse “Kesinlikle bunun bundan başka mânâsı yoktur” diyemez). İlimde (son derece derinleşerek) râsih olanlar ise (sapık fikirlilerin yaptığı gibi müteşâbih âyetlerin mânâlarını karıştırmayıp): “Biz on(lar)a (Allâh-u Te‘âlâ’dan geldiği şekliyle) îmân ettik, (muhkem ve müteşâbih âyetlerin) hepsi (de, kelâmında hiçbir çelişki bulunmayan) Rabbimiz nezdinden (indirilmiş)dir” derler. Zâten (hislerin tesirinden kurtulmuş) hâlis akıllara sâhip olanlardan başkası (Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan öğütleri) iyice düşünemez. Muhkem âyetler, misâle muhtaç olmayacak derecede çoktur. Müteşâbih âyetlere bir misal olarak: “Rahmân Arş üzerine istivâ etti” (Tâhâ Sûresi:5) kavl-i şerîfini gösterebiliriz. Burada geçen “İstivâ” kelimesi, lügate göre; “Oturma, kudret, istîlâ ve hâkimiyet” gibi mânâlara müsâit bir lafızdır. Ancak “Oturma” mânâsı, muhkem âyetlerden olan: “O’nun misli hiçbir şey yoktur” (eş-Şûrâ Sûresi:11’den) kavl-i şerîfiyle tamâmen çeliştiğinden, lügatte bulunan bu mânânın verilmesi imkânsız hâle gelmiştir. Bu durumda Ehl-i Sünnet ulemâsı; selef ve halef olmak üzere iki türlü îzâh şekli geliştirmişlerdir. Selef kabûl edilen âlimler, daha sâlim yolu tercih ederek müteşâbih lafızları tefsîr ve te’vîlden kaçınıp, âyet-i kerîmede geçen “İstivâ” lafzının kendisini kullanmışlar, halef sayılan âlimler ise; yanlış yorumlara sebebiyet vermemek için daha sağlam bir yolu benimseyerek, “Kudret, hâkimiyet ve istîlâ” gibi müsâit mânâlarla bu sıfatı te’vîl etmişlerdir. “Muhkem ve müteşâbih” tâbirlerinin farklı târif ve misalleri için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 3/330-341
8﴿ (İlimde râsih olan âlimler, Kur’ân’ın te’vîli hakkında sapıtanları görünce derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bizi (muhkem ve müteşâbih âyetlerin tümüne inanmaya) hidâyet buyurduktan sonra (kalplerini râzı olmadığın yorumlara meylettirdiğin kimselere yaptığın gibi, bizim) kalplerimizi (de müteşâbihleri araştırmaya meylettirerek haktan) kaydırma ve bize tarafından büyük bir rahmet bahşet (ki, hak inançta sebâta muvaffak olalım ve günahlarımızdan kurtulalım). Şüphesiz ki (karşılık beklemeden bolca bağış yapan) Vehhâb Sensin, ancak Sen!
9﴿ Ey Rabbimiz! Gerçekten ancak Sen kendisi(nin geleceği)nde hiçbir şüphe bulunmayan büyük bir gün(de hesâba çekmek) için insanları toplayacak olan (Zat)sın. Muhakkak ki Allâh (herhangi bir kimseye vermiş olduğu) sözü bozmaz.”
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٣
٤٩
سُورَةُاٰلِ عِمْرٰنَ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
الٓمٓۚ ﴿١
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ ﴿٢
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ ﴿٣
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ ﴿٤
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ ﴿٥
هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٦
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿٧
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ ﴿٨
رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ ﴿٩
Âl-i İmrân Sûresi
49
Cuz 3
ÜÇÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Âl-i İmrân
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 200 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
الٓمٓۚ ﴿١
1﴿ Elif! Lâm! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
اَللّٰهُ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۙ الْحَيُّ الْقَيُّومُۜ ﴿٢
2﴿ Allâh ki; Kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. (Ezelî ve ebedî olan Zâtına âit bir hayatla) Hayy’dır, (yarattıklarını yönetme ve koruyup kollama işini dâimâ üstlenmiş bulunan bir) Kayyûm’dur.
نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَاَنْزَلَ التَّوْرٰيةَ وَالْاِنْج۪يلَۙ ﴿٣
3﴿ O (Allâh-u Te‘âlâ, verdiği haberlerde) hak ile iç içe olan o Kitâb’ı öncesinde bulunan (geçmiş kitap)ları doğrulayıcı olarak sana peyderpey indirmiştir, Tevrât’ı ve İncîl’i ise topyekûn bir hâlde indirmiştir.
مِنْ قَبْلُ هُدًى لِلنَّاسِ وَاَنْزَلَ الْفُرْقَانَۜ اِنَّ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ اللّٰهِ لَهُمْ عَذَابٌ شَد۪يدٌۜ وَاللّٰهُ عَز۪يزٌ ذُو انْتِقَامٍ ﴿٤
4﴿ (Allâh-u Te‘âlâ) bu (Kur’â)ndan önce (Tevrât ve İncîl’i, kendi dönemlerinde bulunan) insanlar için (yol gösterici) birer hidâyet olarak (indirmiştir). O, (hakkı bâtıldan ayıran) Furkān (vasfını hâiz Kur’ân)ı da indirmiştir. O kimseler ki Allâh’ın (kitaplarının) âyetlerini (ve peygamberleri vâsıtasıyla gösterdiği mûcizeleri) inkâr etmişlerdir, (kâfirliklerinden dolayı) gerçekten kendileri için çok şiddetli büyük bir azap vardır. Zâten Allâh (irâdesi engellenemeyecek ve azap etmesine mâni olunamayacak yegâne güce sâhip) bir Azîz’dir, (bir benzerine kimsenin güç yetiremeyeceği kadar) intikam sâhibidir.
اِنَّ اللّٰهَ لَا يَخْفٰى عَلَيْهِ شَيْءٌ فِي الْاَرْضِ وَلَا فِي السَّمَٓاءِۜ ﴿٥
5﴿ Şüphesiz ki Allâh; yerde (bulunan) hiçbir şey Kendisine gizli olmaz, gökte (bulunanlardan hiçbir şey) de (O’na gizli) olmaz.
هُوَ الَّذ۪ي يُصَوِّرُكُمْ فِي الْاَرْحَامِ كَيْفَ يَشَٓاءُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُ ﴿٦
6﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zat’tır ki; (erkeklik, dişilik, siyahlık ve beyazlık gibi şekillerden hangisini) nasıl dilemekteyse rahimlerde size öylece sûret vermektedir. (Saltanatında güçlü olan) O Azîz ve (yönetiminde hikmet sâhibi olan) Hakîm’den başka hiçbir ilâh yoktur.
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ عَلَيْكَ الْكِتَابَ مِنْهُ اٰيَاتٌ مُحْكَمَاتٌ هُنَّ اُمُّ الْكِتَابِ وَاُخَرُ مُتَشَابِهَاتٌۜ فَاَمَّا الَّذ۪ينَ ف۪ي قُلُوبِهِمْ زَيْغٌ فَيَتَّبِعُونَ مَا تَشَابَهَ مِنْهُ ابْتِغَٓاءَ الْفِتْنَةِ وَابْتِغَٓاءَ تَأْو۪يلِه۪ۚ وَمَا يَعْلَمُ تَأْو۪يلَهُٓ اِلَّا اللّٰهُۢ وَالرَّاسِخُونَ فِي الْعِلْمِ يَقُولُونَ اٰمَنَّا بِه۪ۙ كُلٌّ مِنْ عِنْدِ رَبِّنَاۚ وَمَا يَذَّكَّرُ اِلَّٓا اُو۬لُوا الْاَلْبَابِ ﴿٧
7﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zat’tır ki; sana o (eşsiz bir) kitap (olan Kur’ân)ı indirmiştir. Ondan bir kısmı, (mânâsı anlaşılamayacak derecede kısalıktan ve farklı mânâlara ihtimâlli olmaktan korunmuş olmaları hasebiyle) muhkem (ve sağlam kılınmış) birtakım âyetlerdir ki onlar o kitabın anası (ve esâsı olduklarından, helâl ve haram gibi hükümlerde başvurulacak yegâne kaynak olma özelliğini taşımakta)dır(lar). Bir de (kısalığından veyâ lügat îtibârıyla muhkem bir âyete muhâlif gözüktüğünden dolayı farklı tefsirlere müsâit bulunan) diğerleri ki; (onlar) müteşâbih (âyet)ler(dir). Artık o kimseler ki kalplerinde (haktan bâtıla doğru bir sapma ve) bir meyil vardır; işte onlar fitne ara(yıp insanların îtikādını boz)mak için ve onu (canlarının istediği gibi) te’vîl etme(k sûretiyle insanları fitneye düşürme) arzusundan dolayı, o (Kur’â)ndan müteşâbih olanın peşine düşerler (de onun sâdece dış mânâsıyla yetinirler ve yanlış yorumlarla onu tahrîfe yeltenirler). Hâlbuki onun (tefsîrinin nereye varacağını ve gerçek) te’vîlini Allâh’tan başkası bilemez (ve kimse “Kesinlikle bunun bundan başka mânâsı yoktur” diyemez). İlimde (son derece derinleşerek) râsih olanlar ise (sapık fikirlilerin yaptığı gibi müteşâbih âyetlerin mânâlarını karıştırmayıp): “Biz on(lar)a (Allâh-u Te‘âlâ’dan geldiği şekliyle) îmân ettik, (muhkem ve müteşâbih âyetlerin) hepsi (de, kelâmında hiçbir çelişki bulunmayan) Rabbimiz nezdinden (indirilmiş)dir” derler. Zâten (hislerin tesirinden kurtulmuş) hâlis akıllara sâhip olanlardan başkası (Kur’ân-ı Kerîm’de bulunan öğütleri) iyice düşünemez. Muhkem âyetler, misâle muhtaç olmayacak derecede çoktur. Müteşâbih âyetlere bir misal olarak: “Rahmân Arş üzerine istivâ etti” (Tâhâ Sûresi:5) kavl-i şerîfini gösterebiliriz. Burada geçen “İstivâ” kelimesi, lügate göre; “Oturma, kudret, istîlâ ve hâkimiyet” gibi mânâlara müsâit bir lafızdır. Ancak “Oturma” mânâsı, muhkem âyetlerden olan: “O’nun misli hiçbir şey yoktur” (eş-Şûrâ Sûresi:11’den) kavl-i şerîfiyle tamâmen çeliştiğinden, lügatte bulunan bu mânânın verilmesi imkânsız hâle gelmiştir. Bu durumda Ehl-i Sünnet ulemâsı; selef ve halef olmak üzere iki türlü îzâh şekli geliştirmişlerdir. Selef kabûl edilen âlimler, daha sâlim yolu tercih ederek müteşâbih lafızları tefsîr ve te’vîlden kaçınıp, âyet-i kerîmede geçen “İstivâ” lafzının kendisini kullanmışlar, halef sayılan âlimler ise; yanlış yorumlara sebebiyet vermemek için daha sağlam bir yolu benimseyerek, “Kudret, hâkimiyet ve istîlâ” gibi müsâit mânâlarla bu sıfatı te’vîl etmişlerdir. “Muhkem ve müteşâbih” tâbirlerinin farklı târif ve misalleri için bakınız: Rûhu’l-Furkān Tefsîri, 3/330-341
رَبَّنَا لَا تُزِغْ قُلُوبَنَا بَعْدَ اِذْ هَدَيْتَنَا وَهَبْ لَنَا مِنْ لَدُنْكَ رَحْمَةًۚ اِنَّكَ اَنْتَ الْوَهَّابُ ﴿٨
8﴿ (İlimde râsih olan âlimler, Kur’ân’ın te’vîli hakkında sapıtanları görünce derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bizi (muhkem ve müteşâbih âyetlerin tümüne inanmaya) hidâyet buyurduktan sonra (kalplerini râzı olmadığın yorumlara meylettirdiğin kimselere yaptığın gibi, bizim) kalplerimizi (de müteşâbihleri araştırmaya meylettirerek haktan) kaydırma ve bize tarafından büyük bir rahmet bahşet (ki, hak inançta sebâta muvaffak olalım ve günahlarımızdan kurtulalım). Şüphesiz ki (karşılık beklemeden bolca bağış yapan) Vehhâb Sensin, ancak Sen!
رَبَّنَٓا اِنَّكَ جَامِعُ النَّاسِ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يُخْلِفُ الْم۪يعَادَ۟ ﴿٩
9﴿ Ey Rabbimiz! Gerçekten ancak Sen kendisi(nin geleceği)nde hiçbir şüphe bulunmayan büyük bir gün(de hesâba çekmek) için insanları toplayacak olan (Zat)sın. Muhakkak ki Allâh (herhangi bir kimseye vermiş olduğu) sözü bozmaz.”