v02.01.25 Geliştirme Notları
Zuhruf Sûresi
494
Cuz 25
74﴿ Şüphesiz ki o (şirkten ibâret en büyük suçu işlemiş olan) mücrimler cehennem azâbı içerisinde ebedî kalıcı kimselerdir.
75﴿ O (azap) onlardan hiç gevşetilmeyecektir. Üstelik onlar onun içerisinde (bütün hayırlardan) ümit kesmiş kimselerdir.
76﴿ Ama (böyle yaparak) Biz onlara zulmetmiş olmadık. Lâkin onlar (Bizi inkâr ederek ve Bize âit olan ilâhlık hakkını başkalarına vererek Bize haksızlık eden ama aslında kendilerini ebedî azâba çarptırarak sâdece kendi nefislerine yazık etmiş olan) zâlimlerin ta kendileri oldular.
77﴿ Bir de o (cehennemlik ola)nlar (azâbın şiddetine dayanamayıp azalacağından da ümîdi kesince cehennem bekçisine): “Ey Mâlik! (Artık dayanamayacağız) Rabbin(den iste de) hakkımızda (ölüm ile) hüküm versin” diye seslendiler. O (da bin sene bekledikten sonra Allâh-u Te‘âlâ’nın karârını açıklamak üzere): “Şüphesiz ki siz (bu azap içerisinde ebediyyen) kalıcı kimselersiniz” dedi.
78﴿ (Evet! Mâlik doğru söyledi, siz bunu hak ettiniz, zîrâ) andolsun ki; elbette Biz size (Rasûlümüzü göndererek ve Kur’ân’ı indirerek) o hakk(ın ta kendisi olan tevhîd inancın)ı kesinlikle getirmiştik. Velâkin sizin ekseriyetiniz (hangi konuda olursa olsun) özellikle o hakkı istemeyen kimselerdiniz.
79﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar (Benim Rasûlüme karşı hîle yapmak için) bir işi sağlam mı yaptılar?! İşte muhakkak Biz de (onların kurduğu tuzakları iptal işini sağlam ve) muhkem yapıcılarız.
80﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar gerçekten sanıyorlar mı ki, Biz onların (kalplerinden geçirerek nefisleriyle konuştukları) sırlarını ve aralarındaki gizli konuşmaları duymuyoruz?! Hayır! (Biz her şeye vâkıfız!) Üstelik (amellerini yazmakla görevli) elçilerimiz (olan melekler) de sürekli onların yanında (bulunup, her yaptıklarını ve konuştuklarını) yazıyorlar.
81﴿ (Habîbim! Meleklerin Allâh’ın kızları olduğuna inanarak onlara tapan o kâfirlere) de ki: “(Faraza) Rahmân’a âit bir çocuk bulunsaydı, işte ben (ona) tapanların ilkiyim. (Ama böyle bir şey söz konusu değil, siz bunu nereden uyduruyorsunuz?!)
82﴿ O göklerin ve yerin Rabbini; o (yüce) Arş’ın Rabbini, o (müşrik ola)nların (yalan-yanlış şeylerle yüce Zâtını niteleyip) vasıflamakta oldukları şeylerden (ve evlât edinme gibi noksan sıfatlardan tenzîh etmek üzere) tesbîh ile (meşgul olun).
83﴿ (Habîbim!) Artık bırak onları da o tehdit edilmekte oldukları günlerine kendileri kavuşuncaya kadar (bâtıl inançlarına) dalsınlar ve (kısa ömürlerinde biraz daha) oynasınlar (bakalım).
84﴿ Bir de ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; gökte de (ibâdet olunmayı hak eden) büyük bir İlâh’tır, yerde de yüce bir İlâh’tır! Yine ancak O (yarattıklarını yönetmede ve tüm işlerinde isâbetli olan bir) Hakîm’dir, (olmuş ve olacak her şeyi, özellikle de yarattıklarına yarayan şeyleri hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
85﴿ O Zâtın (hayrı ve) bereketi dâim olmuştur ki; göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin mülkü (ve saltanatı) sâdece O’na âittir. O (kıyâmet) ânın(ın ne zaman gerçekleşeceği) bilgisi de ancak O’nun nezdindedir ve siz yalnızca O’n(un hesap yurdun)a döndürüleceksiniz.
86﴿ O (müşrik ola)nların (Allâh-u Te‘âlâ’yı bırakıp da) O’ndan başka tapmakta oldukları o (putlar gibi âciz) şeyler ise (sandıkları gibi onlara) şefâat (yetkisin)e sâhip olamaz(lar). Lâkin (Îsâ, Uzeyr ve melekler gibi o hak olan tevhîd inancının doğruluğunu) kendileri de biliyorlarken o hakka şâhit olan kimseler müstesnâ. (Zîrâ onlar müminlere şefâat edeceklerdir.)
87﴿ (Habîbim!) Andolsun ki “Onları kim yaratmıştır?” diye kendilerine sorsan, elbette onlar mutlaka: “Allâh (yarattı)” diyeceklerdir. (Bunu kendileri de bilmekteyken) hâlâ nasıl (O’na ibâdetten uzaklaştırılıyorlar da başkasına kulluk yapmaya) çevrilebiliyorlar?!
88﴿ (Habîbimin:) “Yâ Rabbi! Şüphesiz işte bun(ca dâvet ve teblîğime rağmen hâlâ kâfirlikte ısrarcı olan)lar öyle kötü bir toplumdur ki îmân etmiyorlar” (diye kavminden şikâyetini bildiren) sözüne de yemîn olsun (ki; onları mutlaka cezâlandıracağız).
89﴿ (Habîbim!) Artık onlardan (îmân beklemeyi bırak da kendileriyle ilgilenmekten) yüz çevir ve: “(Benim işim sizinle savaşı terkedip şerrinizden kurtuluş ve) selâmettir” de(mek sûretiyle onların şerlerinden korunmaya bak). Zâten (nasıl olsa) çok yakında (başlarına neler geleceğini) bilecekler.
سُورَةُ الزُّخْرُفِ
الجزء ٢٥
٤٩٤
اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ ﴿٧٤
لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ ﴿٧٥
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ ﴿٧٦
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ ﴿٧٧
لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ ﴿٧٨
اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْرًا فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ ﴿٧٩
اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ ﴿٨٠
قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ ﴿٨١
سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿٨٢
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ ﴿٨٣
وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ ﴿٨٤
وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٨٥
وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٨٦
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ ﴿٨٧
وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ ﴿٨٨
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٨٩
Zuhruf Sûresi
494
Cuz 25
اِنَّ الْمُجْرِم۪ينَ ف۪ي عَذَابِ جَهَنَّمَ خَالِدُونَۚ ﴿٧٤
74﴿ Şüphesiz ki o (şirkten ibâret en büyük suçu işlemiş olan) mücrimler cehennem azâbı içerisinde ebedî kalıcı kimselerdir.
لَا يُفَتَّرُ عَنْهُمْ وَهُمْ ف۪يهِ مُبْلِسُونَۚ ﴿٧٥
75﴿ O (azap) onlardan hiç gevşetilmeyecektir. Üstelik onlar onun içerisinde (bütün hayırlardan) ümit kesmiş kimselerdir.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ كَانُوا هُمُ الظَّالِم۪ينَ ﴿٧٦
76﴿ Ama (böyle yaparak) Biz onlara zulmetmiş olmadık. Lâkin onlar (Bizi inkâr ederek ve Bize âit olan ilâhlık hakkını başkalarına vererek Bize haksızlık eden ama aslında kendilerini ebedî azâba çarptırarak sâdece kendi nefislerine yazık etmiş olan) zâlimlerin ta kendileri oldular.
وَنَادَوْا يَا مَالِكُ لِيَقْضِ عَلَيْنَا رَبُّكَۜ قَالَ اِنَّكُمْ مَاكِثُونَ ﴿٧٧
77﴿ Bir de o (cehennemlik ola)nlar (azâbın şiddetine dayanamayıp azalacağından da ümîdi kesince cehennem bekçisine): “Ey Mâlik! (Artık dayanamayacağız) Rabbin(den iste de) hakkımızda (ölüm ile) hüküm versin” diye seslendiler. O (da bin sene bekledikten sonra Allâh-u Te‘âlâ’nın karârını açıklamak üzere): “Şüphesiz ki siz (bu azap içerisinde ebediyyen) kalıcı kimselersiniz” dedi.
لَقَدْ جِئْنَاكُمْ بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ ﴿٧٨
78﴿ (Evet! Mâlik doğru söyledi, siz bunu hak ettiniz, zîrâ) andolsun ki; elbette Biz size (Rasûlümüzü göndererek ve Kur’ân’ı indirerek) o hakk(ın ta kendisi olan tevhîd inancın)ı kesinlikle getirmiştik. Velâkin sizin ekseriyetiniz (hangi konuda olursa olsun) özellikle o hakkı istemeyen kimselerdiniz.
اَمْ اَبْرَمُٓوا اَمْرًا فَاِنَّا مُبْرِمُونَۚ ﴿٧٩
79﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar (Benim Rasûlüme karşı hîle yapmak için) bir işi sağlam mı yaptılar?! İşte muhakkak Biz de (onların kurduğu tuzakları iptal işini sağlam ve) muhkem yapıcılarız.
اَمْ يَحْسَبُونَ اَنَّا لَا نَسْمَعُ سِرَّهُمْ وَنَجْوٰيهُمْۜ بَلٰى وَرُسُلُنَا لَدَيْهِمْ يَكْتُبُونَ ﴿٨٠
80﴿ Yoksa o (müşrik ola)nlar gerçekten sanıyorlar mı ki, Biz onların (kalplerinden geçirerek nefisleriyle konuştukları) sırlarını ve aralarındaki gizli konuşmaları duymuyoruz?! Hayır! (Biz her şeye vâkıfız!) Üstelik (amellerini yazmakla görevli) elçilerimiz (olan melekler) de sürekli onların yanında (bulunup, her yaptıklarını ve konuştuklarını) yazıyorlar.
قُلْ اِنْ كَانَ لِلرَّحْمٰنِ وَلَدٌۗ فَاَنَا۬ اَوَّلُ الْعَابِد۪ينَ ﴿٨١
81﴿ (Habîbim! Meleklerin Allâh’ın kızları olduğuna inanarak onlara tapan o kâfirlere) de ki: “(Faraza) Rahmân’a âit bir çocuk bulunsaydı, işte ben (ona) tapanların ilkiyim. (Ama böyle bir şey söz konusu değil, siz bunu nereden uyduruyorsunuz?!)
سُبْحَانَ رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ رَبِّ الْعَرْشِ عَمَّا يَصِفُونَ ﴿٨٢
82﴿ O göklerin ve yerin Rabbini; o (yüce) Arş’ın Rabbini, o (müşrik ola)nların (yalan-yanlış şeylerle yüce Zâtını niteleyip) vasıflamakta oldukları şeylerden (ve evlât edinme gibi noksan sıfatlardan tenzîh etmek üzere) tesbîh ile (meşgul olun).
فَذَرْهُمْ يَخُوضُوا وَيَلْعَبُوا حَتّٰى يُلَاقُوا يَوْمَهُمُ الَّذ۪ي يُوعَدُونَ ﴿٨٣
83﴿ (Habîbim!) Artık bırak onları da o tehdit edilmekte oldukları günlerine kendileri kavuşuncaya kadar (bâtıl inançlarına) dalsınlar ve (kısa ömürlerinde biraz daha) oynasınlar (bakalım).
وَهُوَ الَّذ۪ي فِي السَّمَٓاءِ اِلٰهٌ وَفِي الْاَرْضِ اِلٰهٌۜ وَهُوَ الْحَك۪يمُ الْعَل۪يمُ ﴿٨٤
84﴿ Bir de ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; gökte de (ibâdet olunmayı hak eden) büyük bir İlâh’tır, yerde de yüce bir İlâh’tır! Yine ancak O (yarattıklarını yönetmede ve tüm işlerinde isâbetli olan bir) Hakîm’dir, (olmuş ve olacak her şeyi, özellikle de yarattıklarına yarayan şeyleri hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.
وَتَبَارَكَ الَّذ۪ي لَهُ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۚ وَعِنْدَهُ عِلْمُ السَّاعَةِۚ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ ﴿٨٥
85﴿ O Zâtın (hayrı ve) bereketi dâim olmuştur ki; göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin mülkü (ve saltanatı) sâdece O’na âittir. O (kıyâmet) ânın(ın ne zaman gerçekleşeceği) bilgisi de ancak O’nun nezdindedir ve siz yalnızca O’n(un hesap yurdun)a döndürüleceksiniz.
وَلَا يَمْلِكُ الَّذ۪ينَ يَدْعُونَ مِنْ دُونِهِ الشَّفَاعَةَ اِلَّا مَنْ شَهِدَ بِالْحَقِّ وَهُمْ يَعْلَمُونَ ﴿٨٦
86﴿ O (müşrik ola)nların (Allâh-u Te‘âlâ’yı bırakıp da) O’ndan başka tapmakta oldukları o (putlar gibi âciz) şeyler ise (sandıkları gibi onlara) şefâat (yetkisin)e sâhip olamaz(lar). Lâkin (Îsâ, Uzeyr ve melekler gibi o hak olan tevhîd inancının doğruluğunu) kendileri de biliyorlarken o hakka şâhit olan kimseler müstesnâ. (Zîrâ onlar müminlere şefâat edeceklerdir.)
وَلَئِنْ سَاَلْتَهُمْ مَنْ خَلَقَهُمْ لَيَقُولُنَّ اللّٰهُ فَاَنّٰى يُؤْفَكُونَۙ ﴿٨٧
87﴿ (Habîbim!) Andolsun ki “Onları kim yaratmıştır?” diye kendilerine sorsan, elbette onlar mutlaka: “Allâh (yarattı)” diyeceklerdir. (Bunu kendileri de bilmekteyken) hâlâ nasıl (O’na ibâdetten uzaklaştırılıyorlar da başkasına kulluk yapmaya) çevrilebiliyorlar?!
وَق۪يلِه۪ يَا رَبِّ اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ لَا يُؤْمِنُونَۢ ﴿٨٨
88﴿ (Habîbimin:) “Yâ Rabbi! Şüphesiz işte bun(ca dâvet ve teblîğime rağmen hâlâ kâfirlikte ısrarcı olan)lar öyle kötü bir toplumdur ki îmân etmiyorlar” (diye kavminden şikâyetini bildiren) sözüne de yemîn olsun (ki; onları mutlaka cezâlandıracağız).
فَاصْفَحْ عَنْهُمْ وَقُلْ سَلَامٌۜ فَسَوْفَ يَعْلَمُونَ ﴿٨٩
89﴿ (Habîbim!) Artık onlardan (îmân beklemeyi bırak da kendileriyle ilgilenmekten) yüz çevir ve: “(Benim işim sizinle savaşı terkedip şerrinizden kurtuluş ve) selâmettir” de(mek sûretiyle onların şerlerinden korunmaya bak). Zâten (nasıl olsa) çok yakında (başlarına neler geleceğini) bilecekler.