KIRKDÖRDÜNCÜ SÛRE-İ CELİLE
el-Duhân
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 59 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
حٰمٓۜ ﴿١﴾
﴾1﴿
Hâ! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
وَالْكِتَابِ الْمُب۪ينِۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
O (hidâyet yollarını iyice) açıklayıcı Kitâb (olan Kur’ân)a /o (ince düşünenler için mânâları) çok açık olan Kitâb’a/ yemîn olsun!
اِنَّٓا اَنْزَلْنَاهُ ف۪ي لَيْلَةٍ مُبَارَكَةٍ اِنَّا كُنَّا مُنْذِر۪ينَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Muhakkak Biz (Kur’ân’a çok kıymet verdik ve) onu (hayır ve bereketleri bol olan) mübârek bir gecede indirdik. Şüphesiz Biz dâimâ (kullarımızı önlerindeki tehlikelere karşı) uyarıcılar olduk. Müfessirlerin beyânı vechile; bu gecenin “Kadir Gecesi” olduğunu söyleyenlere göre Kur’ân-ı Kerîm’in onda indirilmiş olması îzâha muhtaç değildir. “Berâet Gecesi” olduğunu söyleyen Ikrime (Radıyallâhu Anh) gibi müfessirler ise; ya Kur’ân-ı Kerîm’in inzâlinin Şa‘bân’ın yarı gecesinde başladığını söyleyerek bu müşkili çözmüşlerdir veyâ bu görüşte olanlar, büyük muhaddis Ebû Mûsâ el-Medînî (Rahimehullâh)ın dediği gibi o gecede inzâl edilen şeye râci olan (اَنْزَلْنَاهُ) kelimesindeki (هُ) zamîrinin Kur’ân-ı Kerîm’e değil de, bu sûrenin 5. âyet-i kerîmesinde geçen (اَمْرًا) kelimesine râci olduğunu söylemişlerdir. (Necmüddîn el-Ğaytî, Mevâhibü’l-Kerîm, sh:56; Ebu’l-Hasen el-Bekrî, Fezâilü Leyleti’n-nısfi, sh:2) Zâten birçok müfessir 5. âyet-i kerîmedeki (اَمْرًا) kelimesinin mahzûf bir (اَنْزَلْنَا) fiili ile mensûb olduğunu açıkça beyân etmişlerdir. (es-Sa‘lebî, 8/349; el-Beğavî, 4/174; el-Hâzin, 4/116) Dolayısıyla onlar burada indirilenin “Kur’ân-ı Kerîm” değil de, “Kesin karara bağlanmış hükümler” olduğunu söylemişlerdir ki İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledilen: “Allâh-u Te‘âlâ (ezelde takdîr ettiği) bütün kazâ (ve kaderler içerisinden bir sene boyunca olacak)ları şa‘bânın on beşinci gecesinde kesin hükme bağlar, ramazanın yirmi yedinci gecesinde ise bunların kaydını görevli meleklere teslim eder” (es-Sa‘lebî, 10/248; el-Beğavî, 7/228; et-Teysîr, 13/317) rivâyeti de bu görüşü teyid etmektedir. Alî el-Kārî (Rahimehullâh) da bu görüşü tercih etmiştir. (et-Tibyân,-Mecmû‘u‘r-rasâil zımnında-3/43) Zâten eceller, rızıklar ve hacıların sayısına varıncaya kadar her mühim meselenin Şa‘bân’ın yarı gecesinde karara bağlandığına dâir birçok hadîs-i şerîf mevcuttur. (İbnü Ebî Şeybe, el-Musannef, rakam:9764, 2/346; Ebû Ya‘lâ, el-Müsned, rakam:4911, 8/312; ed-Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, rakam:2410; et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân, 21/9-10; İbnü Ebî Hâtim, 10/3287)
ف۪يهَا يُفْرَقُ كُلُّ اَمْرٍ حَك۪يمٍۜ ﴿٤﴾
﴾4﴿
(O gece meleklere gösterildikten sonra artık değiştirilmesi söz konusu olmayan sağlam karâra bağlanmış) her muhkem iş /hikmetli iş/ onda ayrılır (ve görevli meleklere açıklanır).
اَمْرًا مِنْ عِنْدِنَاۜ اِنَّا كُنَّا مُرْسِل۪ينَۚ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Bizim nezdimizden çok önemli emir (ve nehiy)ler(i ihtivâ edici) olduğu hâlde (Kur’ân’ı o gecede indirdik). /Bizim nezdimizden (sâdır olan ve o geceden îtibâren bir daha seneki o geceye kadar meydana gelecek ecellerin kesilmesi, hacca gideceklerin yazılması, zelzeleler, yıldırımlar ve harpler gibi) mühim işleri(n kararlarını o gecede indirdik). Şüphesiz ki Biz dâimâ (kullarımıza) rasûl göndericiler olduk.
رَحْمَةً مِنْ رَبِّكَۜ اِنَّهُ هُوَ السَّم۪يعُ الْعَل۪يمُۙ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Habîbim!) Senin Rabbinden (kullarına) büyük bir rahmet olsun için (Kur’ân’ı indirdik)! Şüphesiz ki O; (tüm işitilenleri hakkıyla duyan) Semî‘ de, (yarattıklarının tüm hâlleri dâhil olmak üzere bütün mâlûmâtı çok iyi bilen) Alîm de ancak O’dur.
رَبِّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَاۢ اِنْ كُنْتُمْ مُوقِن۪ينَ ﴿٧﴾
﴾7﴿
Göklerin, yerin ve ikisi arasındaki şeylerin Rabbinden (kullarına ulaşan bir merhamet eseri olarak Kur’ân indirilmiştir)! Eğer siz (doğru ilimlere ulaştığınızda inadına inkâr etmeyip onlara) yakînen inanan kimseler olduysanız (göklerin ve yerin Rabbinin ancak Allâh-u Te‘âlâ olduğunu bilmiş olmanız gerekir. Zîrâ bu, yakînî ilimlerin ve gerçekçi bilgilerin en açık olanlarındandır).
لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحْي۪ وَيُم۪يتُۜ رَبُّكُمْ وَرَبُّ اٰبَٓائِكُمُ الْاَوَّل۪ينَ ﴿٨﴾
﴾8﴿
O’ndan başka (ibâdete lâyık) hiçbir ilâh yoktur. O (ölüleri) diriltir ve (dirileri) öldürür. Sizin (de) Rabbinizdir, evvelki babalarınızın (ve atalarınızın) da Rabbidir.
بَلْ هُمْ ف۪ي شَكٍّ يَلْعَبُونَ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Doğrusu o (müşrik ola)nlar (gerçek bilgilerle alâkası olmayan insanlar oldukları için, konuştukları inkâr sözlerini de ciddiyetle ve inanarak söylemiyorlar, bilakis kendileri) büyük bir şüphe içerisinde oyna(yıp dur)maktadırlar.
فَارْتَقِبْ يَوْمَ تَأْتِي السَّمَٓاءُ بِدُخَانٍ مُب۪ينٍۙ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
(Habîbim! Mâdem bu kâfirlerden çektiklerin artık senin gibi bir rahmet peygamberini bile aleyhlerine bedduâ edecek raddeye getirdi) artık sen (onların helâkini görebilmen için) göğün (azap olduğu) çok açık olan bir duman getireceği günü gözle. Burada zikredilen “Duman”, bâzı müfessirlere göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bedduâsı sebebiyle Kureyş müşriklerine isâbet eden kıtlık nedeniyle gözleri zayıflayarak yerle gök arasını duman şeklinde görmeleridir. Diğer bâzı ulemâya göre ise; kıyâmet alâmetlerinden sayılan, doğuyla batı arasını kaplayacak ve kırk gün kalacak, kâfirlerin kulaklarını çatlatacak, müminlere ise nezle gibi gelecek bir dumandır. Gerçi ikisinin de birlikte kastedilebileceğini; birinin geçmiş, diğerinin ise beklenmekte olduğunu açıklayan ulemâ da olmuştur ki bunu tercih etmek rivâyetleri cem bakımından daha uygundur. (et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 21/19; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 24/458)
يَغْشَى النَّاسَۜ هٰذَا عَذَابٌ اَل۪يمٌ ﴿١١﴾
﴾11﴿
(Bu duman) o (müşrik) insanları /tüm insanları/ kaplayacaktır. (O zaman diyeceklerdir ki:) “İşte bu, çok acı verici pek büyük bir azaptır!
رَبَّنَا اكْشِفْ عَنَّا الْعَذَابَ اِنَّا مُؤْمِنُونَ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
(Yine diyecekler ki:) Ey Rabbimiz! Bu azâbı bizden aç! (O zaman) şüphesiz biz îmân edici kimseleriz.”
اَنّٰى لَهُمُ الذِّكْرٰى وَقَدْ جَٓاءَهُمْ رَسُولٌ مُب۪ينٌۙ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
(Böyle diyecekler ama) onlar için öğüt alma(nın faydası) nerededir?! Hâlbuki (mûcizeleri) çok açık olan (senin gibi) yüce bir rasûl muhakkak onlara gelmişti.
ثُمَّ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَقَالُوا مُعَلَّمٌ مَجْنُونٌۢ ﴿١٤﴾
﴾14﴿
Sonra ondan yüz çevirmiştiler de (kimi): “Öğretilmiş biridir, (kimi de) cinnet geçir(erek delir)miş biridir” demiştiler.
اِنَّا كَاشِفُوا الْعَذَابِ قَل۪يلًا اِنَّكُمْ عَٓائِدُونَۢ ﴿١٥﴾
﴾15﴿
(O zaman Rableri onlara şöyle cevap verdi:) “Muhakkak ki Biz azâbı (sizden) birazcık açıcılarız, (ama o vakit) kesinlikle siz (yine kâfirliğe) dönücü kimselersiniz.”
يَوْمَ نَبْطِشُ الْبَطْشَةَ الْكُبْرٰىۚ اِنَّا مُنْتَقِمُونَ ﴿١٦﴾
﴾16﴿
(Habîbim! Artık sen) o en büyük ve muhkem yakalayışla (kâfirleri dünyâda) kuvvetlice yakalayacağımız (Bedir gününü ve sonrasında onları dirilteceğimiz kıyâmet) günü(nü bekle). Muhakkak Biz (eninde sonunda mutlaka onlardan) intikam alıcılarız!
وَلَقَدْ فَتَنَّا قَبْلَهُمْ قَوْمَ فِرْعَوْنَ وَجَٓاءَهُمْ رَسُولٌ كَر۪يمٌۙ ﴿١٧﴾
﴾17﴿
Andolsun ki; elbette Biz onlardan önce de Firavun’un kavmini kesinlikle imtihan (edenin muâmelesine tâbi) etmiştik ve onlara çok şerefli büyük bir Rasûl (olan Mûsâ kulumuz) gelmişti.
اَنْ اَدُّٓوا اِلَيَّ عِبَادَ اللّٰهِۜ اِنّ۪ي لَكُمْ رَسُولٌ اَم۪ينٌۙ ﴿١٨﴾
﴾18﴿
(O rasûl de onlara) şöyle (demişti) ki: “Allâh’ın kulları (olan İsrâîloğulları)nı bana doğru salıverin (de, birlikte kutsal topraklar olan Kudüs’e gidelim, artık onlara azap etmeyin) diye. Şüphesiz ben özellikle sizin için çok güvenilir bir rasûlüm.