v02.01.25 Geliştirme Notları
Duhân Sûresi
496
Cuz 25
19﴿ Bir de (vahyini ve peygamberini hafife alarak) Allâh’a karşı üstünlük taslamayın! Zîrâ şüphesiz ki ben size (hak olduğu inkâr edilemeyecek derecede) çok açık olan güçlü bir delil getireceğim.
20﴿ Muhakkak ki ben sizin beni taşlayıp öldürmenizden benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan Allâh-u Zü’l-Celâl)e sığındım!
21﴿ Ama bana îmân etmeyecekseniz, o hâlde (ne lehime ne de aleyhime olmayın da) benden ayrı durun (ve bana bir fenâlık dokundurmayın, zîrâ sizi kurtuluşa çağıran kişinin karşılığı bu olmamalıdır).”
22﴿ Sonra (kavmi inkârda ısrâr edince) o (Mûsâ kulumuz): “Şüphesiz ki işte bunlar suçlular olan bir toplumdur (öyleyse sen onlara hak ettikleri cezâyı acele yolla)” diye Rabbine duâ etti.
23﴿ (Biz de ona şöyle vahyettik:) “Hemen sen gecenin bir kısmında (İsrâîloğullarından ve Kıptîlerden sana îmân etmiş olan) kullarımı (bulunduğunuz yerden çıkartıp) yürüt, şüphesiz ki siz (Firavun ve orduları tarafından) iyice tâkip edilecek kimselersiniz.
24﴿ Ayrıca (mûcize eseri sana yol olarak açılacak) o (kızıl)denizi de (geçtikten sonra hemen asân ile vurarak kapatmaya çalışma da, öylece açılmış ve) sâkin bir şey olarak bırak. Zîrâ şüphesiz ki onlar (denizi açık bularak içine daldıkları zaman) öyle zavallı bir ordudur ki suyla boğulmuşlardır.”
25﴿ O (Firavun ve hânedânından ola)nlar (Mısır’dan çıktıkları zaman) kıymetli bostanlardan ve çok değerli gözelerden nicesini (arkalarında) bıraktılar.
26﴿ Daha birçok ekinlerden ve çok değerli makamlardan (ve meskenlerden) nicesini (geride bıraktılar).
27﴿ Kendileri içerisinde özellikle zevklen(ip eğlen)ici kimseler oldukları nice nîmetlenmeleri de (bırakıp gittiler).
28﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Durum) aynen böylece (gerçekleşmiş)dir. Üstelik Biz (ırk olarak da, din olarak da kendilerinden tamâmen farklı olan İsrâîloğullarından müteşekkil) başka başka toplumları onlar(ın yurtlarına ve malların)a mîrasçı kıldık.
29﴿ Artık (dostlarımızın vefâtının ardından yer gök ağladığı gibi) onlara gök de yer de ağlamamıştır (bilakis tüm mahlûkāt sevinmiştir). Üstelik (helâk vakitleri geldiğinde) onlar (ileri bir zamâna kadar) mühlet verilen kimseler de olmamıştırlar.
30﴿ Andolsun ki; elbette Biz İsrâîloğullarını o alçaltıcı azaptan muhakkak kurtarmıştık.
31﴿ Firavun (gibi bir zorba tarafın)dan (uğradıkları işkenceden halâs etmiştik)! Şüphesiz ki o (Firavun), üstünlük taslayan (üstelik kötülükte) ve (bozgunculukta) haddi aşanlardan biriydi.
32﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz onları (aynı dönemde yaşadıkları) o âlemler(in ahâlîsi) üzerine elbette (rastgele tercih etmedik, bilakis onların adâlet, ihsân, ilim ve îmân gibi üstün vasıflara sâhip olmaları münâsebetiyle bu tercihi hak ettiklerine dâir) büyük bir ilim üzere (bile bile) seçtik.
33﴿ Bir de onlara, (denizin yarılması ve bulutun gölge yapması gibi) özellikle kendisinde apaçık bir nîmet /çok açık bir imtihan/ bulunan âyet (ve mûcize)ler verdik.
34﴿ Şüphesiz ki işte o (şirk koşa)nlar elbette demektedirler ki:
35﴿ “O (hayâtımızın sonu) ancak ilk ölümümüz(le yok olup gitmek)den ibârettir ve biz (onun ardından) aslâ diriltilecek kimseler değiliz.
36﴿ (Ey bizi diriltileceğimize îmâna dâvet edenler, mâdem) öyleyse (evvelce ölmüş) babalarımızı (kabirden çıkarıp) getirin. Eğer (dâvânızda) doğru söyleyen kimseler olduysanız (Kusayy ibnü Kilâb gibi büyük atamızı diriltin de, hem peygamberlik konusunu, hem de dirilme mevzuunu onunla istişâre edelim).”
37﴿ (Güç ve kuvvet bakımından) onlar mı daha iyi (ve güçlü halde)dir, yoksa (o sâlih bir zât olan) Tübba‘ın (inkârcı) kavmi ve onlardan önceki o (kâfir) kimseler mi?! (Hâlbuki) Biz onları bile helâk etmiştik. Çünkü muhakkak onlar (şirk koşarak Bize karşı suç işlemiş) mücrim kimseler olmuştular. (Peki ya onlardan daha zayıf olan bu Mekke müşriklerine mi güç yetiremeyeceğiz?!) Yemen krallarından olan Tübba‘ (Radıyallâhu Anh), büyük ordularla dünyâya hükmetmiş, Semerkand şehrini binâ etmiş, dönüşünü Medîne yolundan yapmış, böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den yedi yüz sene evvel ona îmânını ifâde eden ve şefâat dileyen bir mektup bırakmış mümin ve mübârek bir zattı. Bu mektup onun torunlarından olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) eliyle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e teslim edildi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; el-Âlûsî) Tübba‘ tâbiri özel bir isim olmayıp, Acem krallarına Kisrâ ve Türk hükümdârlarına Hâkān denildiği gibi, Yemen hükümdârlarına takılmış bir lâkaptır. Bu âyet-i kerîmede geçen Tübba‘ın özel ismi ise Es‘ad ibnü Melkâkeribe’dir. Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede onun kendisini değil kâfir kavmini zemmetmiştir. Zîrâ kendisi sâlih bir zâttır. (et-Teysîr, 13/331-332; et-Taberî, 21/50; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/450)
38﴿ Zâten Biz gökleri ve yeri, bir de o ikisi arasında olan şeyleri, (eğlenip) oynayanlar (gibi boş iş yapanlar) olarak yaratmadık.
39﴿ Biz o ikisini (göklerle yeri ve arasındakileri) ancak hak sebebiyle (ve hakîkat olan îmân meydana çıksın diye kullar için imtihan yurdu olarak) yarattık. Velâkin onların ekserîsi (bu gerçeği) bilmezler.
سُورَةُ الدُّخَانِ
الجزء ٢٥
٤٩٦
وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ ﴿١٩
وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ ﴿٢٠
وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ ﴿٢١
فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ ﴿٢٢
فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلًا اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ ﴿٢٣
وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًاۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ ﴿٢٤
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ ﴿٢٥
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ ﴿٢٦
وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ ﴿٢٧
كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ ﴿٢٨
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟ ﴿٢٩
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ ﴿٣٠
مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ ﴿٣١
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ ﴿٣٢
وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ ﴿٣٣
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ ﴿٣٤
اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ ﴿٣٥
فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣٦
اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ ﴿٣٧
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ ﴿٣٨
مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٩
Duhân Sûresi
496
Cuz 25
وَاَنْ لَا تَعْلُوا عَلَى اللّٰهِۚ اِنّ۪ٓي اٰت۪يكُمْ بِسُلْطَانٍ مُب۪ينٍۚ ﴿١٩
19﴿ Bir de (vahyini ve peygamberini hafife alarak) Allâh’a karşı üstünlük taslamayın! Zîrâ şüphesiz ki ben size (hak olduğu inkâr edilemeyecek derecede) çok açık olan güçlü bir delil getireceğim.
وَاِنّ۪ي عُذْتُ بِرَبّ۪ي وَرَبِّكُمْ اَنْ تَرْجُمُونِۘ ﴿٢٠
20﴿ Muhakkak ki ben sizin beni taşlayıp öldürmenizden benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz (olan Allâh-u Zü’l-Celâl)e sığındım!
وَاِنْ لَمْ تُؤْمِنُوا ل۪ي فَاعْتَزِلُونِ ﴿٢١
21﴿ Ama bana îmân etmeyecekseniz, o hâlde (ne lehime ne de aleyhime olmayın da) benden ayrı durun (ve bana bir fenâlık dokundurmayın, zîrâ sizi kurtuluşa çağıran kişinin karşılığı bu olmamalıdır).”
فَدَعَا رَبَّهُٓ اَنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ قَوْمٌ مُجْرِمُونَ ﴿٢٢
22﴿ Sonra (kavmi inkârda ısrâr edince) o (Mûsâ kulumuz): “Şüphesiz ki işte bunlar suçlular olan bir toplumdur (öyleyse sen onlara hak ettikleri cezâyı acele yolla)” diye Rabbine duâ etti.
فَاَسْرِ بِعِبَاد۪ي لَيْلًا اِنَّكُمْ مُتَّبَعُونَۙ ﴿٢٣
23﴿ (Biz de ona şöyle vahyettik:) “Hemen sen gecenin bir kısmında (İsrâîloğullarından ve Kıptîlerden sana îmân etmiş olan) kullarımı (bulunduğunuz yerden çıkartıp) yürüt, şüphesiz ki siz (Firavun ve orduları tarafından) iyice tâkip edilecek kimselersiniz.
وَاتْرُكِ الْبَحْرَ رَهْوًاۜ اِنَّهُمْ جُنْدٌ مُغْرَقُونَ ﴿٢٤
24﴿ Ayrıca (mûcize eseri sana yol olarak açılacak) o (kızıl)denizi de (geçtikten sonra hemen asân ile vurarak kapatmaya çalışma da, öylece açılmış ve) sâkin bir şey olarak bırak. Zîrâ şüphesiz ki onlar (denizi açık bularak içine daldıkları zaman) öyle zavallı bir ordudur ki suyla boğulmuşlardır.”
كَمْ تَرَكُوا مِنْ جَنَّاتٍ وَعُيُونٍۙ ﴿٢٥
25﴿ O (Firavun ve hânedânından ola)nlar (Mısır’dan çıktıkları zaman) kıymetli bostanlardan ve çok değerli gözelerden nicesini (arkalarında) bıraktılar.
وَزُرُوعٍ وَمَقَامٍ كَر۪يمٍۙ ﴿٢٦
26﴿ Daha birçok ekinlerden ve çok değerli makamlardan (ve meskenlerden) nicesini (geride bıraktılar).
وَنَعْمَةٍ كَانُوا ف۪يهَا فَاكِه۪ينَۙ ﴿٢٧
27﴿ Kendileri içerisinde özellikle zevklen(ip eğlen)ici kimseler oldukları nice nîmetlenmeleri de (bırakıp gittiler).
كَذٰلِكَ۠ وَاَوْرَثْنَاهَا قَوْمًا اٰخَر۪ينَ ﴿٢٨
28﴿ (Habîbim!) İşte sana! (Durum) aynen böylece (gerçekleşmiş)dir. Üstelik Biz (ırk olarak da, din olarak da kendilerinden tamâmen farklı olan İsrâîloğullarından müteşekkil) başka başka toplumları onlar(ın yurtlarına ve malların)a mîrasçı kıldık.
فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَٓاءُ وَالْاَرْضُ وَمَا كَانُوا مُنْظَر۪ينَ۟ ﴿٢٩
29﴿ Artık (dostlarımızın vefâtının ardından yer gök ağladığı gibi) onlara gök de yer de ağlamamıştır (bilakis tüm mahlûkāt sevinmiştir). Üstelik (helâk vakitleri geldiğinde) onlar (ileri bir zamâna kadar) mühlet verilen kimseler de olmamıştırlar.
وَلَقَدْ نَجَّيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ مِنَ الْعَذَابِ الْمُه۪ينِۙ ﴿٣٠
30﴿ Andolsun ki; elbette Biz İsrâîloğullarını o alçaltıcı azaptan muhakkak kurtarmıştık.
مِنْ فِرْعَوْنَۜ اِنَّهُ كَانَ عَالِيًا مِنَ الْمُسْرِف۪ينَ ﴿٣١
31﴿ Firavun (gibi bir zorba tarafın)dan (uğradıkları işkenceden halâs etmiştik)! Şüphesiz ki o (Firavun), üstünlük taslayan (üstelik kötülükte) ve (bozgunculukta) haddi aşanlardan biriydi.
وَلَقَدِ اخْتَرْنَاهُمْ عَلٰى عِلْمٍ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ ﴿٣٢
32﴿ Andolsun ki; muhakkak Biz onları (aynı dönemde yaşadıkları) o âlemler(in ahâlîsi) üzerine elbette (rastgele tercih etmedik, bilakis onların adâlet, ihsân, ilim ve îmân gibi üstün vasıflara sâhip olmaları münâsebetiyle bu tercihi hak ettiklerine dâir) büyük bir ilim üzere (bile bile) seçtik.
وَاٰتَيْنَاهُمْ مِنَ الْاٰيَاتِ مَا ف۪يهِ بَلٰٓؤٌا مُب۪ينٌ ﴿٣٣
33﴿ Bir de onlara, (denizin yarılması ve bulutun gölge yapması gibi) özellikle kendisinde apaçık bir nîmet /çok açık bir imtihan/ bulunan âyet (ve mûcize)ler verdik.
اِنَّ هٰٓؤُ۬لَٓاءِ لَيَقُولُونَۙ ﴿٣٤
34﴿ Şüphesiz ki işte o (şirk koşa)nlar elbette demektedirler ki:
اِنْ هِيَ اِلَّا مَوْتَتُنَا الْاُو۫لٰى وَمَا نَحْنُ بِمُنْشَر۪ينَ ﴿٣٥
35﴿ “O (hayâtımızın sonu) ancak ilk ölümümüz(le yok olup gitmek)den ibârettir ve biz (onun ardından) aslâ diriltilecek kimseler değiliz.
فَأْتُوا بِاٰبَٓائِنَٓا اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿٣٦
36﴿ (Ey bizi diriltileceğimize îmâna dâvet edenler, mâdem) öyleyse (evvelce ölmüş) babalarımızı (kabirden çıkarıp) getirin. Eğer (dâvânızda) doğru söyleyen kimseler olduysanız (Kusayy ibnü Kilâb gibi büyük atamızı diriltin de, hem peygamberlik konusunu, hem de dirilme mevzuunu onunla istişâre edelim).”
اَهُمْ خَيْرٌ اَمْ قَوْمُ تُبَّعٍۙ وَالَّذ۪ينَ مِنْ قَبْلِهِمْۜ اَهْلَكْنَاهُمْۘ اِنَّهُمْ كَانُوا مُجْرِم۪ينَ ﴿٣٧
37﴿ (Güç ve kuvvet bakımından) onlar mı daha iyi (ve güçlü halde)dir, yoksa (o sâlih bir zât olan) Tübba‘ın (inkârcı) kavmi ve onlardan önceki o (kâfir) kimseler mi?! (Hâlbuki) Biz onları bile helâk etmiştik. Çünkü muhakkak onlar (şirk koşarak Bize karşı suç işlemiş) mücrim kimseler olmuştular. (Peki ya onlardan daha zayıf olan bu Mekke müşriklerine mi güç yetiremeyeceğiz?!) Yemen krallarından olan Tübba‘ (Radıyallâhu Anh), büyük ordularla dünyâya hükmetmiş, Semerkand şehrini binâ etmiş, dönüşünü Medîne yolundan yapmış, böylece Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den yedi yüz sene evvel ona îmânını ifâde eden ve şefâat dileyen bir mektup bırakmış mümin ve mübârek bir zattı. Bu mektup onun torunlarından olan Ebû Eyyûb el-Ensârî (Radıyallâhu Anh) eliyle Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e teslim edildi. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin; el-Âlûsî) Tübba‘ tâbiri özel bir isim olmayıp, Acem krallarına Kisrâ ve Türk hükümdârlarına Hâkān denildiği gibi, Yemen hükümdârlarına takılmış bir lâkaptır. Bu âyet-i kerîmede geçen Tübba‘ın özel ismi ise Es‘ad ibnü Melkâkeribe’dir. Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i kerîmede onun kendisini değil kâfir kavmini zemmetmiştir. Zîrâ kendisi sâlih bir zâttır. (et-Teysîr, 13/331-332; et-Taberî, 21/50; el-Hâkim, el-Müstedrek, 2/450)
وَمَا خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا لَاعِب۪ينَ ﴿٣٨
38﴿ Zâten Biz gökleri ve yeri, bir de o ikisi arasında olan şeyleri, (eğlenip) oynayanlar (gibi boş iş yapanlar) olarak yaratmadık.
مَا خَلَقْنَاهُمَٓا اِلَّا بِالْحَقِّ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَهُمْ لَا يَعْلَمُونَ ﴿٣٩
39﴿ Biz o ikisini (göklerle yeri ve arasındakileri) ancak hak sebebiyle (ve hakîkat olan îmân meydana çıksın diye kullar için imtihan yurdu olarak) yarattık. Velâkin onların ekserîsi (bu gerçeği) bilmezler.