KIRKBEŞİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Câsiye
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 37 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
حٰمٓۜ ﴿١﴾
﴾1﴿
Hâ! Mîm! Müfessirler bu gibi hurûf-u mukatta‘anın tefsîrinde şöyle demişlerdir: (اَللّٰهُ أَعْلَمُ بِمُرَادِهِ بِذٰلِكَ) “Bu harfler müteşâbih âyetlerden olduğu için bunlardan murâdının ne olduğunu ziyâdesiyle bilen ancak Allâh’tır.”
تَنْز۪يلُ الْكِتَابِ مِنَ اللّٰهِ الْعَز۪يزِ الْحَك۪يمِ ﴿٢﴾
﴾2﴿
O (yüce) Kitâb’ın indirilişi, O (saltanatında çok güçlü olup, Kitâb’ına inanmayanlardan intikam alacak bir) Azîz ve (bütün hükümlerini yerli yerince yapan bir) Hakîm (olan) Allâh (tarafın)dandır.
اِنَّ فِي السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ لَاٰيَاتٍ لِلْمُؤْمِن۪ينَ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Şüphesiz ki; îmân edenler(in inancını güçlendirmek) için göklerde (bulunan güneş, ay, yıldızlar ve bulutlarda) ve yerde(ki dağlar, denizler ve ağaçlar gibi yaratılmışlarda) elbette çok büyük nice âyetler vardır.
وَف۪ي خَلْقِكُمْ وَمَا يَبُثُّ مِنْ دَٓابَّةٍ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَۜ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Ayrıca (Allâh-u Te‘âlâ’nın) sizi yaratmasında ve (dünyâya) yaymakta olduğu herbir hareketli canlıda, bir toplum için nice büyük âyet (ve mûcize)ler vardır ki onlar (gerçeklere, olduğu gibi) yakînen îmân etmektedirler.
وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ مِنَ السَّمَٓاءِ مِنْ رِزْقٍ فَاَحْيَا بِهِ الْاَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا وَتَصْر۪يفِ الرِّيَاحِ اٰيَاتٌ لِقَوْمٍ يَعْقِلُونَۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Geceyle gündüzün birbiri peşine gelişinde /gece ile gündüzün (renklerinin karanlık ve aydınlık olarak farklılık arz etmesinde, sürelerinin de mevsimlere göre bâzen artıp bâzen eksilerek) farklı oluşunda/; bir de (kurumasının ve) ölümünün ardından yeri Allâh’ın kendisiyle diriltmiş olduğu rızkı(n yegâne sebebi olan yağmuru) gökten indirmesinde ve rüzgârları (yönden yöne, şekilden şekle) çevirmesinde, bir kavim için çok büyük nice âyetler vardır ki onlar (iyice düşünerek bu âyetlerden her birinin Allâh-u Te‘âlâ’nın her şeye Kādir olduğunu açıkça ortaya koyduğunu anlama husûsunda) akıl kullanıyorlar.
تِلْكَ اٰيَاتُ اللّٰهِ نَتْلُوهَا عَلَيْكَ بِالْحَقِّۚ فَبِاَيِّ حَد۪يثٍ بَعْدَ اللّٰهِ وَاٰيَاتِه۪ يُؤْمِنُونَ ﴿٦﴾
﴾6﴿
(Habîbim!) İşte sana! Bu (sûrede okuna)nlar ancak Allâh’ın âyetleridir ki Biz onları hak ile (hükmetmek üzere, Ehl-i Kitâb’ın da, târihçilerin de şüphe edemeyeceği bir şekilde) sana art arda okumaktayız. Artık onlar Allâh(ın kitap indirme lütfun)dan ve (bunca) âyetlerin(in inmesin)den sonra hangi kelâma îmân edecekler?!
وَيْلٌ لِكُلِّ اَفَّاكٍ اَث۪يمٍۙ ﴿٧﴾
﴾7﴿
O her çok yalancı ve çok günahkâr kimse için büyük bir helâk (ve şiddetli azap) olsun.
يَسْمَعُ اٰيَاتِ اللّٰهِ تُتْلٰى عَلَيْهِ ثُمَّ يُصِرُّ مُسْتَكْبِرًا كَاَنْ لَمْ يَسْمَعْهَاۚ فَبَشِّرْهُ بِعَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٨﴾
﴾8﴿
O (çok yalancı ve günahkâr) kişi ki Allâh’ın âyetleri, kendisinin üzerine art arda okunurken işitmektedir de, sonra onları hiç duymamış gibi son derece kibirli biri olarak (kâfirliğinde) ısrâr etmektedir. (Habîbim!) Artık sen onu çok acı verici büyük bir azapla müjdele.
وَاِذَا عَلِمَ مِنْ اٰيَاتِنَا شَيْـًٔاۨ اتَّخَذَهَا هُزُوًاۜ اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ مُه۪ينٌۜ ﴿٩﴾
﴾9﴿
Yine o (çok yalancı ve günahkâr) kişi Bizim âyetlerimizden bir şey bildiği zaman (sâdece onunla dalga geçmekle yetinmeyip) onları(n tümünü) bir eğlence (malzemesi) edinir. İşte sana! Onlar (var ya); çok alçaltıcı büyük bir azap özellikle onlar içindir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; 7. âyet-i kerîmeden îtibâren buraya kadar olan âyet-i celîleler, kendilerinde zikredilen kötü sıfatlara sâhip olan Ebû Cehl, Mugîre ibnü Mahzûm ve Nadr ibnü’l-Hâris gibi müşrikler hakkında nâzil olmuş ise de onlarda beyân edilen azaplar bu kötü işleri yapan herkes hakkında umûmîdir. (el-Medârik; ed-Dürru’l-mensûr; el-Âlûsî)
مِنْ وَرَٓائِهِمْ جَهَنَّمُۚ وَلَا يُغْن۪ي عَنْهُمْ مَا كَسَبُوا شَيْـًٔا وَلَا مَا اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللّٰهِ اَوْلِيَٓاءَۚ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظ۪يمٌۜ ﴿١٠﴾
﴾10﴿
Onların önünden doğru (onları beklemekte olan) cehennem vardır! Kazanmış oldukları (mal ve evlât gibi) şeyler (Allâh’ın azâbından) en ufak bir şeyi dahî onlardan defedemeyecektir. Allâh(ı bırakıp O’n)-dan başka edindikleri birtakım dostlar da (onlardan hiçbir azâbı defedici) olamayacaktır. Üstelik özellikle onlar için (mâhiyeti tam mânâsıyla idrâk edilemeyecek kadar) büyük bir azap vardır.
هٰذَا هُدًىۚ وَالَّذ۪ينَ كَفَرُوا بِاٰيَاتِ رَبِّهِمْ لَهُمْ عَذَابٌ مِنْ رِجْزٍ اَل۪يمٍ۟ ﴿١١﴾
﴾11﴿
İşte bu (Kur’ân), büyük bir hidâyet (rehberi)dir. Ama o kimseler ki Rablerinin âyetlerini inkâr etmiştirler; en şiddetli azap (kısımların)dan (olan) çok acı verici büyük bir azap özellikle onlar içindir.
اَللّٰهُ الَّذ۪ي سَخَّرَ لَكُمُ الْبَحْرَ لِتَجْرِيَ الْفُلْكُ ف۪يهِ بِاَمْرِه۪ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِه۪ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَۚ ﴿١٢﴾
﴾12﴿
Ancak Allâh, öyle (kudretli) bir Zâttır ki; denizi (tahta ve demir gibi şeylerin kendisinde rahatça yüzebileceği şekilde düz bir yüzeye sâhip kılarak) sizin (yararınız) için müsahhar (ve emrinize âmâde) kılmıştır. Tâ ki O’nun emri (ve irâdesi) ile gemiler onda akıp gitsin de böylece siz (deniz ticâretiyle) O’nun fazlından (rızkınızı) arayasınız ve bir de siz (Allâh-u Te‘âlâ’nın bunca nîmetine) şükredesiniz.
وَسَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِ جَم۪يعًا مِنْهُۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ ﴿١٣﴾
﴾13﴿
Yine O (Rabbiniz), göklerde olan şeyleri de, yer(yüzün)de bulunan şeyleri de Kendi (nezdi)nden (bir rahmet eseri olarak) topluca sizin (görünen ve görünmeyen birtakım menfaatleriniz) için müsahhar (ve emrinize âmâde) kılmıştır. (Ey insan!) İşte sana! Gerçekten de bun(lar)da bir toplum için elbette çok büyük nice âyetler vardır ki onlar sürekli tefekkür etmekte (ve Allâh-u Te‘âlâ’nın muhteşem sanatları hakkında iyice düşünmekte)dirler.