v02.01.25 Geliştirme Notları
Câsiye Sûresi
499
Cuz 25
14﴿ (Habîbim!) O îmân etmiş olan kimselere de ki: “O kimseleri(n sözlü ve fiilî ufak tefek eziyetlerini afv edip görmezden gelsinler ve onları) bağışlasınlar ki o kişiler Allâh’ın (evvelce geçmiş din düşmanlarına yaptığı azaplara sahne olan) günlerini(n bir benzerinin başlarına geleceğinden korkmuyorlar ve peygamberlerine yardım etmesiyle ilgili bir şeyi) ummuyorlar. Tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ), onların (gösterdikleri sabır, göz yumma, öfkeyi yutma ve istenmedik şeylere katlanma gibi) sürekli kazanmakta oldukları şeyler sebebiyle o değerli toplumu mükâfatlandırsın. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledildiğine göre; bu âyet-i kerîme Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki; hicretten önce bir müşrik kendisine hakāret edince, o hemen onu yakalamak istemiş, bunun üzerine bu âyet-i kerîme inerek, eziyet verici ufak tefek şeylerin bir kısmını görmezden gelmeleri gerektiğine dikkat çekmiştir. (en-Nehhâs, en-Nâsih, sh:662) Buna göre âyet-i celîlede bir nesh söz konusu değildir. Ama “Mekke dönemindeki güçsüzlükten dolayı bir müddet için kâfirlere karşılık vermeme” anlamında tefsîr edenlere göre, cihâd âyetiyle neshedilmiştir (hükümsüz kalmıştır). (el-Âlûsî, 25/23)
15﴿ Artık her kim (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih amelleri işlerse, kendi nefsi için (işlemiş)dir. Kim de kötü iş yaparsa, o da kendi aleyhinedir. (Zîrâ kimsenin yaptığı başkasına sorulacak değildir.) Sonra siz ancak Rabbiniz(in muhâsebesin)e döndürüleceksiniz. (O da size amellerinizin karşılığını verecektir.)
16﴿ Andolsun ki; elbette Biz o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) ve (insanlar arasında fıkıh ilmine dayalı karar verme yetkisinden ibâret olan) hükmü, bir de nübüvveti (ve peygamberliği) İsrâîloğullarına muhakkak verdik (ve peygamberlerin çoğunu onlardan gönderdik). Ayrıca kendilerini helâl olan lezzetli şeylerden rızıklandırdık, üstelik onları o (kendi asırlarında bulunan) âlemler üzerine çok üstün kıldık.
17﴿ Ayrıca Biz o (İsrâîloğularından ola)nlara o (din)(i) hakkında (ve âhir zaman peygamberinin alâmetleri husûsunda) çok açık deliller verdik, fakat onlar kendilerine o (doğru) ilim geldikten sonra (hak ve hakîkati bilmedikleri için değil) ancak aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. (Habîbim!) Şüphesiz ki senin Rabbin, özellikle kendisi hakkında sürekli ihtilâf etmekte oldukları şeyler(den hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu) husûsunda kıyâmet günü onların arasında hüküm verecek (ve haklıyı sevâba mazhar edip, haksıza azap edecek)tir.
18﴿ Sonra Biz seni o (din)(i) hakkında büyük bir şerîat (ve İlâhî bir yol) üzere yerleştirdik. Artık sen ona iyice tâbi ol. Ama (sana: “Babalarının dînine dön” diyen Kureyş müşriklerinin ve Yahûdî kabîlelerine mensup) o (câhil) kimselerin kötü arzularına (ve yanlış görüşlerine) aslâ tâbi olma ki, onlar (hakîkat adına hiçbir şey) bilmiyorlar.
19﴿ (Habîbim!) Çünkü (farz-ı muhâl onlara tâbi olman durumunda Ben seni azâba çarptırdığım zaman) şüphesiz ki onlar Allâh’tan (gelecek) hiçbir şeyi senden aslâ defedemezler. Üstelik o zâlimler (var ya); gerçekten de onların bir kısmı diğer bir kısmın dostlarıdır. (Dolayısıyla onlarla dostluk eden ve kötü arzularına uyanlar ancak onlar gibi zâlim olurlar.) Ama Allâh ancak o (haramlardan sakınan) takvâ sâhiplerinin Velî’sidir (yâr ve yardımcısıdır. O hâlde sen sâdece Allâh-u Te‘âlâ’yı dost edinmeye ve O’nun gayrından tamâmen yüz çevirmeye devâm et).
20﴿ İşte bu (Kur’ân’ın âyetleri), insanlar(ın hak ve hakîkati anlaması) için (kalp gözlerinin görmesini sağlayan) birtakım basîretlerdir, büyük bir hidâyettir ve bir toplum için yüce bir rahmettir ki onlar (onun beyanlarına) yakînen inanmaktadırlar.
21﴿ Yoksa o (şirk gibi) kötü şeyleri kazanmış olan o kimseler zannetti(ler) mi ki Biz onları; kendileri (Kur’ân’a) îmân etmiş ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş olan o kimseler gibi (kurtuluşa erdireceğiz de), onların hayâtını ve ölümlerini eşit yapacağız?! (Kendisiyle) karar vermekte oldukları o şey ne kötü olmuştur!
22﴿ Allâh ise gökleri ve yeri (kullara imtihan yurdu olmaları gibi) hak(lı bir hikmet) ile yaratmıştır ve netîcede (sevapları eksiltilerek ya da günahları artırılarak) onlar(dan hiçbiri) zulme uğratılmayacakları hâlde, her bir nefis (dünyâda) kazanmış olduğu şeye mukābil (âhirette) karşılığını alsın diye (yaratmıştır).
سُورَةُ الْجَاثِيَةِ
الجزء ٢٥
٤٩٩
قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿١٤
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ ﴿١٥
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ ﴿١٦
وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٧
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨
اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ ﴿١٩
هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿٢٠
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟ ﴿٢١
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٢
Câsiye Sûresi
499
Cuz 25
قُلْ لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا يَغْفِرُوا لِلَّذ۪ينَ لَا يَرْجُونَ اَيَّامَ اللّٰهِ لِيَجْزِيَ قَوْمًا بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ ﴿١٤
14﴿ (Habîbim!) O îmân etmiş olan kimselere de ki: “O kimseleri(n sözlü ve fiilî ufak tefek eziyetlerini afv edip görmezden gelsinler ve onları) bağışlasınlar ki o kişiler Allâh’ın (evvelce geçmiş din düşmanlarına yaptığı azaplara sahne olan) günlerini(n bir benzerinin başlarına geleceğinden korkmuyorlar ve peygamberlerine yardım etmesiyle ilgili bir şeyi) ummuyorlar. Tâ ki O (Allâh-u Te‘âlâ), onların (gösterdikleri sabır, göz yumma, öfkeyi yutma ve istenmedik şeylere katlanma gibi) sürekli kazanmakta oldukları şeyler sebebiyle o değerli toplumu mükâfatlandırsın. İbnü Abbâs (Radıyallâhu Anhümâ)dan nakledildiğine göre; bu âyet-i kerîme Hazret-i Ömer (Radıyallâhu Anh) hakkında inmiştir. Şöyle ki; hicretten önce bir müşrik kendisine hakāret edince, o hemen onu yakalamak istemiş, bunun üzerine bu âyet-i kerîme inerek, eziyet verici ufak tefek şeylerin bir kısmını görmezden gelmeleri gerektiğine dikkat çekmiştir. (en-Nehhâs, en-Nâsih, sh:662) Buna göre âyet-i celîlede bir nesh söz konusu değildir. Ama “Mekke dönemindeki güçsüzlükten dolayı bir müddet için kâfirlere karşılık vermeme” anlamında tefsîr edenlere göre, cihâd âyetiyle neshedilmiştir (hükümsüz kalmıştır). (el-Âlûsî, 25/23)
مَنْ عَمِلَ صَالِحًا فَلِنَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَسَٓاءَ فَعَلَيْهَاۘ ثُمَّ اِلٰى رَبِّكُمْ تُرْجَعُونَ ﴿١٥
15﴿ Artık her kim (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih amelleri işlerse, kendi nefsi için (işlemiş)dir. Kim de kötü iş yaparsa, o da kendi aleyhinedir. (Zîrâ kimsenin yaptığı başkasına sorulacak değildir.) Sonra siz ancak Rabbiniz(in muhâsebesin)e döndürüleceksiniz. (O da size amellerinizin karşılığını verecektir.)
وَلَقَدْ اٰتَيْنَا بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ الْكِتَابَ وَالْحُكْمَ وَالنُّبُوَّةَ وَرَزَقْنَاهُمْ مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى الْعَالَم۪ينَۚ ﴿١٦
16﴿ Andolsun ki; elbette Biz o (Tevrât) Kitâb’ı(nı) ve (insanlar arasında fıkıh ilmine dayalı karar verme yetkisinden ibâret olan) hükmü, bir de nübüvveti (ve peygamberliği) İsrâîloğullarına muhakkak verdik (ve peygamberlerin çoğunu onlardan gönderdik). Ayrıca kendilerini helâl olan lezzetli şeylerden rızıklandırdık, üstelik onları o (kendi asırlarında bulunan) âlemler üzerine çok üstün kıldık.
وَاٰتَيْنَاهُمْ بَيِّنَاتٍ مِنَ الْاَمْرِۚ فَمَا اخْتَلَفُٓوا اِلَّا مِنْ بَعْدِ مَا جَٓاءَهُمُ الْعِلْمُۙ بَغْيًا بَيْنَهُمْۜ اِنَّ رَبَّكَ يَقْض۪ي بَيْنَهُمْ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ ف۪يمَا كَانُوا ف۪يهِ يَخْتَلِفُونَ ﴿١٧
17﴿ Ayrıca Biz o (İsrâîloğularından ola)nlara o (din)(i) hakkında (ve âhir zaman peygamberinin alâmetleri husûsunda) çok açık deliller verdik, fakat onlar kendilerine o (doğru) ilim geldikten sonra (hak ve hakîkati bilmedikleri için değil) ancak aralarındaki kıskançlıktan dolayı ayrılığa düştüler. (Habîbim!) Şüphesiz ki senin Rabbin, özellikle kendisi hakkında sürekli ihtilâf etmekte oldukları şeyler(den hangisinin doğru, hangisinin yanlış olduğu) husûsunda kıyâmet günü onların arasında hüküm verecek (ve haklıyı sevâba mazhar edip, haksıza azap edecek)tir.
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلٰى شَر۪يعَةٍ مِنَ الْاَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ اَهْوَٓاءَ الَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَ ﴿١٨
18﴿ Sonra Biz seni o (din)(i) hakkında büyük bir şerîat (ve İlâhî bir yol) üzere yerleştirdik. Artık sen ona iyice tâbi ol. Ama (sana: “Babalarının dînine dön” diyen Kureyş müşriklerinin ve Yahûdî kabîlelerine mensup) o (câhil) kimselerin kötü arzularına (ve yanlış görüşlerine) aslâ tâbi olma ki, onlar (hakîkat adına hiçbir şey) bilmiyorlar.
اِنَّهُمْ لَنْ يُغْنُوا عَنْكَ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ وَاِنَّ الظَّالِم۪ينَ بَعْضُهُمْ اَوْلِيَٓاءُ بَعْضٍۚ وَاللّٰهُ وَلِيُّ الْمُتَّق۪ينَ ﴿١٩
19﴿ (Habîbim!) Çünkü (farz-ı muhâl onlara tâbi olman durumunda Ben seni azâba çarptırdığım zaman) şüphesiz ki onlar Allâh’tan (gelecek) hiçbir şeyi senden aslâ defedemezler. Üstelik o zâlimler (var ya); gerçekten de onların bir kısmı diğer bir kısmın dostlarıdır. (Dolayısıyla onlarla dostluk eden ve kötü arzularına uyanlar ancak onlar gibi zâlim olurlar.) Ama Allâh ancak o (haramlardan sakınan) takvâ sâhiplerinin Velî’sidir (yâr ve yardımcısıdır. O hâlde sen sâdece Allâh-u Te‘âlâ’yı dost edinmeye ve O’nun gayrından tamâmen yüz çevirmeye devâm et).
هٰذَا بَصَٓائِرُ لِلنَّاسِ وَهُدًى وَرَحْمَةٌ لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ ﴿٢٠
20﴿ İşte bu (Kur’ân’ın âyetleri), insanlar(ın hak ve hakîkati anlaması) için (kalp gözlerinin görmesini sağlayan) birtakım basîretlerdir, büyük bir hidâyettir ve bir toplum için yüce bir rahmettir ki onlar (onun beyanlarına) yakînen inanmaktadırlar.
اَمْ حَسِبَ الَّذ۪ينَ اجْتَرَحُوا السَّيِّـَٔاتِ اَنْ نَجْعَلَهُمْ كَالَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِۙ سَوَٓاءً مَحْيَاهُمْ وَمَمَاتُهُمْۜ سَٓاءَ مَا يَحْكُمُونَ۟ ﴿٢١
21﴿ Yoksa o (şirk gibi) kötü şeyleri kazanmış olan o kimseler zannetti(ler) mi ki Biz onları; kendileri (Kur’ân’a) îmân etmiş ve (namaz, oruç, hac, zekât gibi) sâlih ameller işlemiş olan o kimseler gibi (kurtuluşa erdireceğiz de), onların hayâtını ve ölümlerini eşit yapacağız?! (Kendisiyle) karar vermekte oldukları o şey ne kötü olmuştur!
وَخَلَقَ اللّٰهُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ بِالْحَقِّ وَلِتُجْزٰى كُلُّ نَفْسٍ بِمَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٢
22﴿ Allâh ise gökleri ve yeri (kullara imtihan yurdu olmaları gibi) hak(lı bir hikmet) ile yaratmıştır ve netîcede (sevapları eksiltilerek ya da günahları artırılarak) onlar(dan hiçbiri) zulme uğratılmayacakları hâlde, her bir nefis (dünyâda) kazanmış olduğu şeye mukābil (âhirette) karşılığını alsın diye (yaratmıştır).