v02.01.25 Geliştirme Notları
Ahkâf Sûresi
502
Cuz 26
6﴿ Bir de (kıyâmet koptuğunda) insanlar (diriltilip kabirlerinden mahşere çıkartılarak) haşrolunduğu zaman, o (ibâdet oluna)nlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın kendilerine vereceği bir idrâk ve konuşma kābiliyeti netîcesinde) özellikle o (kendilerine tapa)nlara kuvvetli düşmanlar olacaklar ve onların (kendilerine) tapmasını(n doğru bir şey olmadığını açıklayarak bu şirki) inkâr ediciler olacaklardır.
7﴿ Bir de (mânâları) çok açık oldukları hâlde âyetlerimiz onların üzerine art arda okunduğu zaman, o kâfir olmuş kimseler, kendilerine geldiği anda (hiç düşünme ihtiyâcı bile hissetmeksizin) o (dinlemiş oldukları Kur’ân âyetlerinden ibâret bir) hak (ve hakîkat) için: “İşte bu, (büyü olduğu) çok açık olan büyük bir sihirdir” dedi(ler).
8﴿ (Habîbim!) Yoksa onlar (senin getirdiğin Kur’ân’daki hak ve hakîkatler için): “Onu o uydurdu!” mu diyorlar?! De ki: “(Farz-ı muhâl) ben onu uydurduysam, artık siz benim için Allâh’tan (gelecek iftirâ cezâsından) hiçbir şey(i engellemey)e güç yetiremezsiniz. (Ancak) O (Allâh-u Te‘âlâ Kendi âyetlerini tenkit için) sizin (onları kâh büyü, kâh uydurma ve kehânet diye adlandırarak) kendisine sürekli dalmakta olduğunuz (konularla ilgili) şeyleri hakkıyla bilicidir! Benimle sizin aranızda gerçek bir şâhit olarak O yeterli olmuştur. Yine ancak O, (içinizden tevbe edip îmân edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için, bu gibi sözlerinden dolayı onları hemen helâk etmeyip tevbe fırsatı veren bir) Rahîm’dir.”
9﴿ (Habîbim! Senden inadına ilginç mûcizeler isteyen ve gaybla ilgili sorular soran o müşriklere) de ki: “Ben rasüller (içerisin)den (çıkıp, onlara muhâlif görüşler ortaya atarak) yenilik çıkaran biri olmadım. (Bilakis ben onların getirmiş oldukları tevhîde dâvet yolunu aynen size getirmiş bulunmaktayım. Ben de onlar gibi ancak Allâh-u Te‘âlâ’nın bana vermiş olduğu mûcizeleri açıklayabilirim yoksa sizin her istediğiniz mûcizeyi gösterme imkânına sâhip değilim.) Zâten ben (Rabbim bildirmedikçe dünyâda) bana ne yapılacağını bilemem, size de (ne yapılacağını bilen biri) değilim. Ben ancak bana vahyedilmekte olan şeye hakkıyla tâbi oluyorum ve ben ancak (teblîği) çok açık olan büyük bir uyarıcıyım!” Tefsirlerde zikredildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in âhirette kendisine ne muâmele yapılacağını bildiği kesindir. Ama bu âyet indiği sırada henüz kendisinin ve ümmetinin dünyâda nelerle karşılaşacağını tam tafsîlâtıyla bilmemekteydi. Kendisinin, diğer peygamberler gibi sürgüne mi gönderileceği yoksa şehit mi edileceği hakkında bir bilgiye sâhip olmadığı gibi, inanan ümmetinin başına neler geleceği, inkârcıların ise ne tür bir azâba çarptırılacağı husûsunda da ayrıntılı bir bilgiye sâhip değildi. Bu âyetin inişiyle müşrikler sevinerek: “Seninle bizim ne farkımız var?! Demek senin de bize karşı bir meziyetin yok” deyince, Feth Sûresi’nin 2. ve 5. âyetlerinin inmesiyle, kendisinin geçmiş ve geleceğinin bağışlandığını ve îmân eden erkek ve kadınların âkıbetinin cennetle sonuçlanacağını öğrenmiş oldu. Sonra yine rüyâsında hurmalık ve ağaçlık bir yer olan Medîne’ye hicrete zorlanacağı kendisine bildirildi. İsrâ Sûresi’nin 60. âyetiyle, kimse tarafından öldürülemeyeceğini; Feth Sûresi’nin 28. âyetiyle de, dîninin tüm dinlere gâlip geleceğini; Enfâl Sûresi’nin 33. âyetiyle ise, onun hürmetine inkârcılara da toptan bir azap yapılmayacağını öğrenmiş bulundu. Dolayısıyla bâzılarının, bu âyetten yola çıkarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şânına noksanlık getirmeyi hedefleyen konulara girmeleri aslâ câiz değildir. Zîrâ burada nefyedilen bilgi, vahye mazhar olmaksızın kendiliğinden bilebilmesidir. Yoksa bizim (Ehl-i Sünnet) îtikādımıza göre; bilinmesi üstünlük sayılacak tüm ilimler vefâtından önce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bildirilmiştir! (el-Âlûsî, 25/64-67)
10﴿ (Habîbim! O müşriklere) de ki: “Gördünüz mü! Eğer o (Kur’ân), Allâh (tarafın)dan (gönderilmiş bir kitap) olduysa, siz de onu inkâr ettiyseniz, üstelik İsrâîloğullarından çok değerli bir şâhit (olan Abdullâh ibnü Selâm) onun benzeri (olan Tevrât’taki Kur’ân’a uygun mânâlara ve âhir zaman peygamberinin gönderileceği)ne (dâir âyetlere) şâhitlik etmiş ve bu sebeple (Kur’ân’a) îmân etmiş de, siz çokça kibirlen(diğiniz için Müslüman olmayı kendinize yakıştıramayarak hâlâ îmân etme)mişseniz (peki, bu durumda siz zulüm ve haksızlık yapan kimseler olmadınız mı?)! Şüphesiz ki Allâh o (sizin gibi bile bile inkâr eden) zâlimler toplumunu (doğru yola) hidâyet etmez.”
11﴿ Ayrıca o kâfir olmuş kimseler, îmân etmiş olan kişiler için: “Eğer o (Kur’ân ve îmân) hayırlı bir şey olsaydı, onlar (gibi fakir ve düşük Müslümanlar) ona doğru (yönelip onu bulmakta) bizi geçemezlerdi” dedi(ler). Zâten ona (inanmaya) hidâyet bulamadıkları zaman, bu sefer de muhakkak: “İşte bu (Kur’ân) çok eski bir uydurmadır” diyecekler.
12﴿ Hâlbuki o (Kur’â)ndan önce (dînî konularda kendisine uyulacak) tam bir önder ve (kendisine inananlar için) büyük bir rahmet (vesîlesi) olarak Mûsâ’nın Kitâb’ı (olan Tevrât) vardı. İşte bu (Kur’ân) ise Arapça bir dille (nâzil olup kendinden önceki İlâhî kitapları) tasdîk edici büyük bir Kitâb’tır ki, (şirk koşarak) zâlim olmuş o kimseleri uyarsın diye ve güzel amel işleyenler için bir müjde olsun diye (indirilmiştir).
13﴿ Şüphesiz o kimseler ki: “Rabbimiz ancak Allah’tır” dediler, sonra da (her işlerinde şerîatin emir ve yasaklarına riâyet ederek) istikāmette bulundular; artık onların üzerine hiçbir korku yoktur ve (herkesin üzüleceği kıyâmet gününde) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.
14﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar, içerisinde ebedî kalıcılar olarak o cennetin (ayrılmaz) ashâbıdır. (Dünyâda iken) sürekli yapar oldukları (güzel) şeylere yeterli bir karşılık olarak (bununla mükâfatlandırıldılar).
سُورَةُ الْاَحْقَافِ
الجزء ٢٦
٥٠٢
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ ﴿٦
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ ﴿٧
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ كَفٰى بِه۪ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٨
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٩
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿١٠
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ ﴿١١
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَامًا وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ ﴿١٢
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿١٣
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٤
Ahkâf Sûresi
502
Cuz 26
وَاِذَا حُشِرَ النَّاسُ كَانُوا لَهُمْ اَعْدَٓاءً وَكَانُوا بِعِبَادَتِهِمْ كَافِر۪ينَ ﴿٦
6﴿ Bir de (kıyâmet koptuğunda) insanlar (diriltilip kabirlerinden mahşere çıkartılarak) haşrolunduğu zaman, o (ibâdet oluna)nlar (Allâh-u Te‘âlâ’nın kendilerine vereceği bir idrâk ve konuşma kābiliyeti netîcesinde) özellikle o (kendilerine tapa)nlara kuvvetli düşmanlar olacaklar ve onların (kendilerine) tapmasını(n doğru bir şey olmadığını açıklayarak bu şirki) inkâr ediciler olacaklardır.
وَاِذَا تُتْلٰى عَلَيْهِمْ اٰيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلْحَقِّ لَمَّا جَٓاءَهُمْۙ هٰذَا سِحْرٌ مُب۪ينٌۜ ﴿٧
7﴿ Bir de (mânâları) çok açık oldukları hâlde âyetlerimiz onların üzerine art arda okunduğu zaman, o kâfir olmuş kimseler, kendilerine geldiği anda (hiç düşünme ihtiyâcı bile hissetmeksizin) o (dinlemiş oldukları Kur’ân âyetlerinden ibâret bir) hak (ve hakîkat) için: “İşte bu, (büyü olduğu) çok açık olan büyük bir sihirdir” dedi(ler).
اَمْ يَقُولُونَ افْتَرٰيهُۜ قُلْ اِنِ افْتَرَيْتُهُ فَلَا تَمْلِكُونَ ل۪ي مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔاۜ هُوَ اَعْلَمُ بِمَا تُف۪يضُونَ ف۪يهِۜ كَفٰى بِه۪ شَه۪يدًا بَيْن۪ي وَبَيْنَكُمْۜ وَهُوَ الْغَفُورُ الرَّح۪يمُ ﴿٨
8﴿ (Habîbim!) Yoksa onlar (senin getirdiğin Kur’ân’daki hak ve hakîkatler için): “Onu o uydurdu!” mu diyorlar?! De ki: “(Farz-ı muhâl) ben onu uydurduysam, artık siz benim için Allâh’tan (gelecek iftirâ cezâsından) hiçbir şey(i engellemey)e güç yetiremezsiniz. (Ancak) O (Allâh-u Te‘âlâ Kendi âyetlerini tenkit için) sizin (onları kâh büyü, kâh uydurma ve kehânet diye adlandırarak) kendisine sürekli dalmakta olduğunuz (konularla ilgili) şeyleri hakkıyla bilicidir! Benimle sizin aranızda gerçek bir şâhit olarak O yeterli olmuştur. Yine ancak O, (içinizden tevbe edip îmân edenleri çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (kullarına çok acıdığı için, bu gibi sözlerinden dolayı onları hemen helâk etmeyip tevbe fırsatı veren bir) Rahîm’dir.”
قُلْ مَا كُنْتُ بِدْعًا مِنَ الرُّسُلِ وَمَٓا اَدْر۪ي مَا يُفْعَلُ ب۪ي وَلَا بِكُمْۜ اِنْ اَتَّبِعُ اِلَّا مَا يُوحٰٓى اِلَيَّ وَمَٓا اَنَا۬ اِلَّا نَذ۪يرٌ مُب۪ينٌ ﴿٩
9﴿ (Habîbim! Senden inadına ilginç mûcizeler isteyen ve gaybla ilgili sorular soran o müşriklere) de ki: “Ben rasüller (içerisin)den (çıkıp, onlara muhâlif görüşler ortaya atarak) yenilik çıkaran biri olmadım. (Bilakis ben onların getirmiş oldukları tevhîde dâvet yolunu aynen size getirmiş bulunmaktayım. Ben de onlar gibi ancak Allâh-u Te‘âlâ’nın bana vermiş olduğu mûcizeleri açıklayabilirim yoksa sizin her istediğiniz mûcizeyi gösterme imkânına sâhip değilim.) Zâten ben (Rabbim bildirmedikçe dünyâda) bana ne yapılacağını bilemem, size de (ne yapılacağını bilen biri) değilim. Ben ancak bana vahyedilmekte olan şeye hakkıyla tâbi oluyorum ve ben ancak (teblîği) çok açık olan büyük bir uyarıcıyım!” Tefsirlerde zikredildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in âhirette kendisine ne muâmele yapılacağını bildiği kesindir. Ama bu âyet indiği sırada henüz kendisinin ve ümmetinin dünyâda nelerle karşılaşacağını tam tafsîlâtıyla bilmemekteydi. Kendisinin, diğer peygamberler gibi sürgüne mi gönderileceği yoksa şehit mi edileceği hakkında bir bilgiye sâhip olmadığı gibi, inanan ümmetinin başına neler geleceği, inkârcıların ise ne tür bir azâba çarptırılacağı husûsunda da ayrıntılı bir bilgiye sâhip değildi. Bu âyetin inişiyle müşrikler sevinerek: “Seninle bizim ne farkımız var?! Demek senin de bize karşı bir meziyetin yok” deyince, Feth Sûresi’nin 2. ve 5. âyetlerinin inmesiyle, kendisinin geçmiş ve geleceğinin bağışlandığını ve îmân eden erkek ve kadınların âkıbetinin cennetle sonuçlanacağını öğrenmiş oldu. Sonra yine rüyâsında hurmalık ve ağaçlık bir yer olan Medîne’ye hicrete zorlanacağı kendisine bildirildi. İsrâ Sûresi’nin 60. âyetiyle, kimse tarafından öldürülemeyeceğini; Feth Sûresi’nin 28. âyetiyle de, dîninin tüm dinlere gâlip geleceğini; Enfâl Sûresi’nin 33. âyetiyle ise, onun hürmetine inkârcılara da toptan bir azap yapılmayacağını öğrenmiş bulundu. Dolayısıyla bâzılarının, bu âyetten yola çıkarak Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in şânına noksanlık getirmeyi hedefleyen konulara girmeleri aslâ câiz değildir. Zîrâ burada nefyedilen bilgi, vahye mazhar olmaksızın kendiliğinden bilebilmesidir. Yoksa bizim (Ehl-i Sünnet) îtikādımıza göre; bilinmesi üstünlük sayılacak tüm ilimler vefâtından önce Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bildirilmiştir! (el-Âlûsî, 25/64-67)
قُلْ اَرَاَيْتُمْ اِنْ كَانَ مِنْ عِنْدِ اللّٰهِ وَكَفَرْتُمْ بِه۪ وَشَهِدَ شَاهِدٌ مِنْ بَن۪ٓي اِسْرَٓاء۪يلَ عَلٰى مِثْلِه۪ فَاٰمَنَ وَاسْتَكْبَرْتُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الظَّالِم۪ينَ۟ ﴿١٠
10﴿ (Habîbim! O müşriklere) de ki: “Gördünüz mü! Eğer o (Kur’ân), Allâh (tarafın)dan (gönderilmiş bir kitap) olduysa, siz de onu inkâr ettiyseniz, üstelik İsrâîloğullarından çok değerli bir şâhit (olan Abdullâh ibnü Selâm) onun benzeri (olan Tevrât’taki Kur’ân’a uygun mânâlara ve âhir zaman peygamberinin gönderileceği)ne (dâir âyetlere) şâhitlik etmiş ve bu sebeple (Kur’ân’a) îmân etmiş de, siz çokça kibirlen(diğiniz için Müslüman olmayı kendinize yakıştıramayarak hâlâ îmân etme)mişseniz (peki, bu durumda siz zulüm ve haksızlık yapan kimseler olmadınız mı?)! Şüphesiz ki Allâh o (sizin gibi bile bile inkâr eden) zâlimler toplumunu (doğru yola) hidâyet etmez.”
وَقَالَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا لِلَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَوْ كَانَ خَيْرًا مَا سَبَقُونَٓا اِلَيْهِۜ وَاِذْ لَمْ يَهْتَدُوا بِه۪ فَسَيَقُولُونَ هٰذَٓا اِفْكٌ قَد۪يمٌ ﴿١١
11﴿ Ayrıca o kâfir olmuş kimseler, îmân etmiş olan kişiler için: “Eğer o (Kur’ân ve îmân) hayırlı bir şey olsaydı, onlar (gibi fakir ve düşük Müslümanlar) ona doğru (yönelip onu bulmakta) bizi geçemezlerdi” dedi(ler). Zâten ona (inanmaya) hidâyet bulamadıkları zaman, bu sefer de muhakkak: “İşte bu (Kur’ân) çok eski bir uydurmadır” diyecekler.
وَمِنْ قَبْلِه۪ كِتَابُ مُوسٰٓى اِمَامًا وَرَحْمَةًۜ وَهٰذَا كِتَابٌ مُصَدِّقٌ لِسَانًا عَرَبِيًّا لِيُنْذِرَ الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۗ وَبُشْرٰى لِلْمُحْسِن۪ينَ ﴿١٢
12﴿ Hâlbuki o (Kur’â)ndan önce (dînî konularda kendisine uyulacak) tam bir önder ve (kendisine inananlar için) büyük bir rahmet (vesîlesi) olarak Mûsâ’nın Kitâb’ı (olan Tevrât) vardı. İşte bu (Kur’ân) ise Arapça bir dille (nâzil olup kendinden önceki İlâhî kitapları) tasdîk edici büyük bir Kitâb’tır ki, (şirk koşarak) zâlim olmuş o kimseleri uyarsın diye ve güzel amel işleyenler için bir müjde olsun diye (indirilmiştir).
اِنَّ الَّذ۪ينَ قَالُوا رَبُّنَا اللّٰهُ ثُمَّ اسْتَقَامُوا فَلَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ ﴿١٣
13﴿ Şüphesiz o kimseler ki: “Rabbimiz ancak Allah’tır” dediler, sonra da (her işlerinde şerîatin emir ve yasaklarına riâyet ederek) istikāmette bulundular; artık onların üzerine hiçbir korku yoktur ve (herkesin üzüleceği kıyâmet gününde) ancak onlar mahzun olmayacaklardır.
اُو۬لٰٓئِكَ اَصْحَابُ الْجَنَّةِ خَالِد۪ينَ ف۪يهَاۚ جَزَٓاءً بِمَا كَانُوا يَعْمَلُونَ ﴿١٤
14﴿ (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar, içerisinde ebedî kalıcılar olarak o cennetin (ayrılmaz) ashâbıdır. (Dünyâda iken) sürekli yapar oldukları (güzel) şeylere yeterli bir karşılık olarak (bununla mükâfatlandırıldılar).