v02.01.25 Geliştirme Notları
Ahkâf Sûresi
505
Cuz 26
29﴿ Bir de (Habîbim! Ümmetine anlat) o zamânı ki; Biz, cinlerden Kur’ân’ı dinleyecek olan bir topluluğu sana doğru yöneltmiştik. İşte onlar o (Kur’ân’dan okuduğu)nun yanında bulundukları zaman (vahye karşı takındıkları edepten dolayı birbirlerine): “Susun (da okunanı iyice duyabilelim)” dediler. Sonra o (kırâat) bitirildiği zaman, uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. Rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) cinleri uyarmakla ve onları Allâh-u Te‘âlâ’ya dâvet edip onlara Kur’ân okumakla emrolununca, Allâh-u Te‘âlâ birtakım cinleri ona gönderdi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ashâbına: “Ben bu gece cinlere Kur’ân okumakla emrolundum, hanginiz benimle gelirsiniz?” diye sorduğunda, Abdullâh ibnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh) ona eşlik etti. Kendisi şöyle anlatıyor: “Yola koyulduk, Mekke’nin yukarı tarafına vardığımızda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) (şu anda Mekke mezarlığı olan el-Ma‘lâ Makberesi’nin bulunduğu) Hacûn Vâdîsi denen yere girdi. Bana da bir çizgi çizerek onun içinde oturmamı ve kendisi dönünceye kadar oradan çıkmamamı emretti. Kendisi gidip onların başında durdu ve Kur’ân okumaya başladı. O sırada ben kartal sûretindeki birtakım varlıkların ona doğru inişe geçtiğini gördüm ve çok şiddetli gürültüler duydum, hattâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bir şey olacak diye endişelenmeye başladım. Birden birçok karartı ortalığı kaplayarak benimle onun arasına girince artık onun sesini duymaz oldum. Sonra imsak vaktinin girmesiyle birlikte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlarla işini bitirdiğinde, bulut parçaları gibi ayrı ayrı dağılmaya başladılar. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanıma geldiğinde bana uyuyup uyumadığımı sordu. Ben: ‘Hayır, yâ Rasûlellâh! Kaç defâ insanlardan yardım istemeye niyetlendimse de, senin onlara değneğinle vurarak: ‘Oturun’ dediğini duyunca rahatladım!’ dedim. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bana: ‘O dâireden çıksaydın onlardan birinin seni kapmayacağına emin olmazdım’ buyurduktan sonra: ‘Onlar Nusaybin cinleriydi. Benden azık istediler, ben de onlara kemik, gübre gibi şeyleri azık olarak tâyin ettim’ buyurdu. Ben gürültüyü sorunca: ‘Aralarında öldürülen biri hakkında çekişerek dâvâyı bana intikāl ettirdiler, ben de onların arasında hak ile hüküm verdim’ buyurdu.” Bu cinler on iki bin kişi olup, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in onlara okuduğu sûre Alâk Sûresi idi. Gelen cinlerin sayısı, nerenin cinleri olduğu ve olay mahalli hakkında birçok rivâyet varsa da bunların her birini değerlendirme açısından, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in cinlerle bir kere değil, altı kere görüştüğünü kabullenmek ve böylece rivâyetler arasını cem etmek Hafâcî (Rahimehullâh) tarafından tercih edilmiştir. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:4381; et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 21/168-169; İbnü Ebî Hâtim, 10/3296; en-Nesefî; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 5/489-492; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 13/342-345; el-Hafâcî, Hâşiyetü’l-Beyzâvî, 8/255; el-Âlûsî, 25/108-111, Benzerî rivâyetler için bkz.: el-Buhârî, rakam:3859; Müslim, rakam:450; et-Tirmizî, rakam:3258)
30﴿ (Kur’ân dinleyen cinler toplumlarına döndüklerinde) dediler ki: “Ey kavmimiz! Gerçekten Biz Mûsâ’nın ardından, öncesinde bulunan (tüm İlâhî kitap)ları tasdîk edici olarak indirilmiş çok değerli bir Kitâb işittik ki o (Kur’ân), hakk (ve doğru olan inançlar)a ve dosdoğru bir yola kavuşturmaktadır.
31﴿ Ey kavmimiz! Allâh’ın dâvetçisi (olan Kur’ân’ın ve Muhammed isimli nebînin dâveti)ne icâbet edin ve O (Allâh-u Azîmüşşâ)na îmân edin ki; sizin için (geçmişe dönük olan ve kul hakkı barındırmayan) bâzı günahlarınızı bağışlasın ve sizi (kâfirler için hazırlanmış) çok acı verici büyük bir azaptan korusun.
32﴿ Zâten her kim Allâh’ın dâvetçisine icâbet (etmeyip onun emir ve yasaklarına itâat) etmezse artık o kişi yer(yüzün)de (nereye kaçsa da, yerin derinliklerinde kaybolsa da, ona yapmak istediği azaptan Allâh-u Te‘âlâ’yı) aslâ âciz bırakacak biri değildir. Üstelik kendisi için O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan başka birtakım dostlar da yoktur (ki onu Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından kurtarabilsinler). (Habîbim!) İşte sana! Onlar (herkesin anlayabileceği derecede) çok açık bir sapıklık içindedirler (bu yüzden böyle bir dâvete icâbetten yüz çevirmişlerdir).”
33﴿ Bir de onlar (iyice düşünüp) bilmediler mi ki; gökleri ve yeri yaratmış olan ve onları yaratmakla hiç yorulmayan O Allâh elbette ölüleri diriltmeye Kādir’dir. Evet, gerçekten O, her bir şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
34﴿ O kâfir olmuş kimselerin o (cehennem) ateş(in)e karşı arz olunacakları günde (kendilerine denilir) ki: “İşte bu (inkâr ettiğiniz azap), hakkın ta kendisi değil miymiş?!” Onlar: “Rabbimize andolsun ki; evet (O’nun tüm müjde ve tehditleri hak ve gerçekmiş)” dediler. O (Allâh-u Te‘âlâ da): “Öyleyse (dünyâda) sürekli kâfirlik yapar olmanız sebebiyle tadın bu azâbı” buyurdu.
35﴿ (Habîbim! Kâfirlerin sonu böyle fecî olduğuna göre) artık rasüllerden azim (ve kararlılık) sâhibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret ve onlar için (azâbı) acele isteme. Onlar sürekli tehdit olundukları o şeyi görecekleri gün (azâbın şiddetine ve süresinin uzunluğuna şâhit oldukları zaman) gerçekten onlar (dünyâda) sanki gündüzden ancak bir saat durmuş (gibi olacak)lardır. (İşte bu Kur’ân’da, özellikle de bu sûrede anlatılan vaazlar) yeterli bir duyurudur. Artık (vaaz-u nasîhat dinlemeyen ve Bize itâatten geri duran) o fâsıklar toplumundan başkası helâk edilecek değildir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Azm”; ciddiyet, gayret ve sabır anlamlarına gelmekte olup, burada geçen “Ülü’l-azm peygamberler” Allâh-u Te‘âlâ’nın emrine, kazâ ve kaderine sabreden ve vahyi tebliğde hiçbir engel tanımayan rasüllerdir. Sayıları ve isimleri hakkında birkaç rivâyet varsa da, en doğru görüşe göre sayıları beş olup, bunlar da; Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed (Salevâtüllâhi Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhim Ecma‘în) Hazarâtıdır. Buna göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, sabırlarını örnek alması emredilen peygamberler dörttür. (el-Âlûsî)
سُورَةُ الْاَحْقَافِ
الجزء ٢٦
٥٠٥
وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ ﴿٢٩
قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٣٠
يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣١
وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٢
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٣٣
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٤
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٣٥
Ahkâf Sûresi
505
Cuz 26
وَاِذْ صَرَفْنَٓا اِلَيْكَ نَفَرًا مِنَ الْجِنِّ يَسْتَمِعُونَ الْقُرْاٰنَۚ فَلَمَّا حَضَرُوهُ قَالُٓوا اَنْصِتُواۚ فَلَمَّا قُضِيَ وَلَّوْا اِلٰى قَوْمِهِمْ مُنْذِر۪ينَ ﴿٢٩
29﴿ Bir de (Habîbim! Ümmetine anlat) o zamânı ki; Biz, cinlerden Kur’ân’ı dinleyecek olan bir topluluğu sana doğru yöneltmiştik. İşte onlar o (Kur’ân’dan okuduğu)nun yanında bulundukları zaman (vahye karşı takındıkları edepten dolayı birbirlerine): “Susun (da okunanı iyice duyabilelim)” dediler. Sonra o (kırâat) bitirildiği zaman, uyarıcılar olarak kavimlerine döndüler. Rivâyete göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) cinleri uyarmakla ve onları Allâh-u Te‘âlâ’ya dâvet edip onlara Kur’ân okumakla emrolununca, Allâh-u Te‘âlâ birtakım cinleri ona gönderdi. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ashâbına: “Ben bu gece cinlere Kur’ân okumakla emrolundum, hanginiz benimle gelirsiniz?” diye sorduğunda, Abdullâh ibnü Mes‘ûd (Radıyallâhu Anh) ona eşlik etti. Kendisi şöyle anlatıyor: “Yola koyulduk, Mekke’nin yukarı tarafına vardığımızda Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) (şu anda Mekke mezarlığı olan el-Ma‘lâ Makberesi’nin bulunduğu) Hacûn Vâdîsi denen yere girdi. Bana da bir çizgi çizerek onun içinde oturmamı ve kendisi dönünceye kadar oradan çıkmamamı emretti. Kendisi gidip onların başında durdu ve Kur’ân okumaya başladı. O sırada ben kartal sûretindeki birtakım varlıkların ona doğru inişe geçtiğini gördüm ve çok şiddetli gürültüler duydum, hattâ Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e bir şey olacak diye endişelenmeye başladım. Birden birçok karartı ortalığı kaplayarak benimle onun arasına girince artık onun sesini duymaz oldum. Sonra imsak vaktinin girmesiyle birlikte Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) onlarla işini bitirdiğinde, bulut parçaları gibi ayrı ayrı dağılmaya başladılar. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) yanıma geldiğinde bana uyuyup uyumadığımı sordu. Ben: ‘Hayır, yâ Rasûlellâh! Kaç defâ insanlardan yardım istemeye niyetlendimse de, senin onlara değneğinle vurarak: ‘Oturun’ dediğini duyunca rahatladım!’ dedim. O zaman Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) bana: ‘O dâireden çıksaydın onlardan birinin seni kapmayacağına emin olmazdım’ buyurduktan sonra: ‘Onlar Nusaybin cinleriydi. Benden azık istediler, ben de onlara kemik, gübre gibi şeyleri azık olarak tâyin ettim’ buyurdu. Ben gürültüyü sorunca: ‘Aralarında öldürülen biri hakkında çekişerek dâvâyı bana intikāl ettirdiler, ben de onların arasında hak ile hüküm verdim’ buyurdu.” Bu cinler on iki bin kişi olup, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in onlara okuduğu sûre Alâk Sûresi idi. Gelen cinlerin sayısı, nerenin cinleri olduğu ve olay mahalli hakkında birçok rivâyet varsa da bunların her birini değerlendirme açısından, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in cinlerle bir kere değil, altı kere görüştüğünü kabullenmek ve böylece rivâyetler arasını cem etmek Hafâcî (Rahimehullâh) tarafından tercih edilmiştir. (Ahmed ibnü Hanbel, el-Müsned, rakam:4381; et-Taberî, Câmi‘u’l-Beyân, 21/168-169; İbnü Ebî Hâtim, 10/3296; en-Nesefî; el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 5/489-492; es-Süyûtî, ed-Dürru’l-mensûr, 13/342-345; el-Hafâcî, Hâşiyetü’l-Beyzâvî, 8/255; el-Âlûsî, 25/108-111, Benzerî rivâyetler için bkz.: el-Buhârî, rakam:3859; Müslim, rakam:450; et-Tirmizî, rakam:3258)
قَالُوا يَا قَوْمَنَٓا اِنَّا سَمِعْنَا كِتَابًا اُنْزِلَ مِنْ بَعْدِ مُوسٰى مُصَدِّقًا لِمَا بَيْنَ يَدَيْهِ يَهْد۪ٓي اِلَى الْحَقِّ وَاِلٰى طَر۪يقٍ مُسْتَق۪يمٍ ﴿٣٠
30﴿ (Kur’ân dinleyen cinler toplumlarına döndüklerinde) dediler ki: “Ey kavmimiz! Gerçekten Biz Mûsâ’nın ardından, öncesinde bulunan (tüm İlâhî kitap)ları tasdîk edici olarak indirilmiş çok değerli bir Kitâb işittik ki o (Kur’ân), hakk (ve doğru olan inançlar)a ve dosdoğru bir yola kavuşturmaktadır.
يَا قَوْمَنَٓا اَج۪يبُوا دَاعِيَ اللّٰهِ وَاٰمِنُوا بِه۪ يَغْفِرْ لَكُمْ مِنْ ذُنُوبِكُمْ وَيُجِرْكُمْ مِنْ عَذَابٍ اَل۪يمٍ ﴿٣١
31﴿ Ey kavmimiz! Allâh’ın dâvetçisi (olan Kur’ân’ın ve Muhammed isimli nebînin dâveti)ne icâbet edin ve O (Allâh-u Azîmüşşâ)na îmân edin ki; sizin için (geçmişe dönük olan ve kul hakkı barındırmayan) bâzı günahlarınızı bağışlasın ve sizi (kâfirler için hazırlanmış) çok acı verici büyük bir azaptan korusun.
وَمَنْ لَا يُجِبْ دَاعِيَ اللّٰهِ فَلَيْسَ بِمُعْجِزٍ فِي الْاَرْضِ وَلَيْسَ لَهُ مِنْ دُونِه۪ٓ اَوْلِيَٓاءُۜ اُو۬لٰٓئِكَ ف۪ي ضَلَالٍ مُب۪ينٍ ﴿٣٢
32﴿ Zâten her kim Allâh’ın dâvetçisine icâbet (etmeyip onun emir ve yasaklarına itâat) etmezse artık o kişi yer(yüzün)de (nereye kaçsa da, yerin derinliklerinde kaybolsa da, ona yapmak istediği azaptan Allâh-u Te‘âlâ’yı) aslâ âciz bırakacak biri değildir. Üstelik kendisi için O (Allâh-u Azîmüşşâ)ndan başka birtakım dostlar da yoktur (ki onu Allâh-u Te‘âlâ’nın azâbından kurtarabilsinler). (Habîbim!) İşte sana! Onlar (herkesin anlayabileceği derecede) çok açık bir sapıklık içindedirler (bu yüzden böyle bir dâvete icâbetten yüz çevirmişlerdir).”
اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذ۪ي خَلَقَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَلَمْ يَعْيَ بِخَلْقِهِنَّ بِقَادِرٍ عَلٰٓى اَنْ يُحْيِيَ الْمَوْتٰىۜ بَلٰٓى اِنَّهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٣٣
33﴿ Bir de onlar (iyice düşünüp) bilmediler mi ki; gökleri ve yeri yaratmış olan ve onları yaratmakla hiç yorulmayan O Allâh elbette ölüleri diriltmeye Kādir’dir. Evet, gerçekten O, her bir şeye (hakkıyla gücü yeten bir) Kadîr’dir.
وَيَوْمَ يُعْرَضُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا عَلَى النَّارِۜ اَلَيْسَ هٰذَا بِالْحَقِّۜ قَالُوا بَلٰى وَرَبِّنَاۜ قَالَ فَذُوقُوا الْعَذَابَ بِمَا كُنْتُمْ تَكْفُرُونَ ﴿٣٤
34﴿ O kâfir olmuş kimselerin o (cehennem) ateş(in)e karşı arz olunacakları günde (kendilerine denilir) ki: “İşte bu (inkâr ettiğiniz azap), hakkın ta kendisi değil miymiş?!” Onlar: “Rabbimize andolsun ki; evet (O’nun tüm müjde ve tehditleri hak ve gerçekmiş)” dediler. O (Allâh-u Te‘âlâ da): “Öyleyse (dünyâda) sürekli kâfirlik yapar olmanız sebebiyle tadın bu azâbı” buyurdu.
فَاصْبِرْ كَمَا صَبَرَ اُو۬لُوا الْعَزْمِ مِنَ الرُّسُلِ وَلَا تَسْتَعْجِلْ لَهُمْۜ كَاَنَّهُمْ يَوْمَ يَرَوْنَ مَا يُوعَدُونَۙ لَمْ يَلْبَثُٓوا اِلَّا سَاعَةً مِنْ نَهَارٍۜ بَلَاغٌۚ فَهَلْ يُهْلَكُ اِلَّا الْقَوْمُ الْفَاسِقُونَ ﴿٣٥
35﴿ (Habîbim! Kâfirlerin sonu böyle fecî olduğuna göre) artık rasüllerden azim (ve kararlılık) sâhibi olanların sabrettiği gibi sen de sabret ve onlar için (azâbı) acele isteme. Onlar sürekli tehdit olundukları o şeyi görecekleri gün (azâbın şiddetine ve süresinin uzunluğuna şâhit oldukları zaman) gerçekten onlar (dünyâda) sanki gündüzden ancak bir saat durmuş (gibi olacak)lardır. (İşte bu Kur’ân’da, özellikle de bu sûrede anlatılan vaazlar) yeterli bir duyurudur. Artık (vaaz-u nasîhat dinlemeyen ve Bize itâatten geri duran) o fâsıklar toplumundan başkası helâk edilecek değildir. Tefsirlerde zikredildiğine göre; “Azm”; ciddiyet, gayret ve sabır anlamlarına gelmekte olup, burada geçen “Ülü’l-azm peygamberler” Allâh-u Te‘âlâ’nın emrine, kazâ ve kaderine sabreden ve vahyi tebliğde hiçbir engel tanımayan rasüllerdir. Sayıları ve isimleri hakkında birkaç rivâyet varsa da, en doğru görüşe göre sayıları beş olup, bunlar da; Nûh, İbrâhîm, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed (Salevâtüllâhi Alâ Nebiyyinâ ve Aleyhim Ecma‘în) Hazarâtıdır. Buna göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in, sabırlarını örnek alması emredilen peygamberler dörttür. (el-Âlûsî)