KIRKSEKİZİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Fetih
SÛRE-İ CELîLESİ
Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 29 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحًا مُب۪ينًاۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
(Habîbim!) Gerçekten Biz (sana Hudeybiye antlaşmasını yaptırmak sûreti ile Mekke’yi fethetmenle ilgili olarak, eserleri zaman geçtikçe) çok açık (bir sûrette belirecek) olan kesin bir fetih kararı ile senin için bir fetih hükmü verdik.
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ وَيُتِمَّ نِعْمَتَهُ عَلَيْكَ وَيَهْدِيَكَ صِرَاطًا مُسْتَق۪يمًاۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
(Habîbim!) Allâh (başkası yapsa günah sayılmayacak ama yüce makāmına nisbetle) senin için günah (sayılacak amel ve davranışlar)ından geçmiş olan şeyi de, gelecek olan şeyi de bağışlasın diye, bir de (dînini dünyâya yayıp yücelterek ve maddî-mânevî daha nice lütuflara mazhar kılarak) nîmetini senin üzerine tamamlasın için ve (elçilik vazîfeni teblîğ ve İslâm’ın hükümlerini tatbîk husûsunda) seni dosdoğru bir yola ulaştırsın diye (sen istiğfâra devâm et)! Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) günahsız bir insan olduğu için, burada zikredilen günah, evlâ olan bir şeyi terk etmesi gibi kendi yüce makāmına nisbetle bağışlanması talep edilecek bâzı hususlardır ki aslında onlar ümmetinin diğer fertlerine nisbetle fazîletli ameller kabîlindendir. Diğer bir kavle göre buradaki mağfiret ifâdesinden maksad; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in günahının bağışlanması değil de günahlardan mâsum kılınmasıdır. (el-Âlûsî, 25/238; ‘Ömer en-Nesefî, et-Teysîr, 13/450)
وَيَنْصُرَكَ اللّٰهُ نَصْرًا عَز۪يزًا ﴿٣﴾
﴾3﴿
Bir de Allâh (düşmanlarına karşı) sana (eşine az rastlanan) çok güçlü bir nusret ile yardım etsin (de ondan sonra hiçbir zillet görmeyesin) diye (sen istiğfâra devâm et).
هُوَ الَّذ۪ٓي اَنْزَلَ السَّك۪ينَةَ ف۪ي قُلُوبِ الْمُؤْمِن۪ينَ لِيَزْدَادُٓوا ا۪يمَانًا مَعَ ا۪يمَانِهِمْۜ وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَل۪يمًا حَك۪يمًاۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ), öyle (kudretli) bir Zâttır ki; (sâhip oldukları) îmânlarıyla birlikte tam bir îmân (ve yakîn husûsunda nûr) bakımından ziyâdeleşsinler diye müminlerin kalpleri içerisine sekînet (rahmet, huzûr, Allâh’a ve Rasûlüne saygı, İslâm’ın hükümlerine karşı bir meyil ve yatışma) indirmiştir (ki; böylece içine düştükleri korku ortamından sonra Hudeybiye antlaşmasıyla büyük bir güven kazanmışlar ve bu sâyede Mekke fethine yol bulmuşlardır). Göklerin ve yerin (meleklerden, ins-ü cinden ve diğer canlılardan oluşan tüm) orduları ancak Allâh’a âittir. (Nitekim bütün bu ordularına irâdesi ve hikmeti yönünde işler yaptırır, böylece O, bâzen çarpıştırarak, bâzen de barıştırarak tüm orduların işlerini yönetmektedir.) Zâten Allâh dâimâ (her şeyi hakkıyla bilen bir) Alîm ve (her hükmü hikmet içeren bir) Hakîm olmuştur.
لِيُدْخِلَ الْمُؤْمِن۪ينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْر۪ي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِد۪ينَ ف۪يهَا وَيُكَفِّرَ عَنْهُمْ سَيِّـَٔاتِهِمْۜ وَكَانَ ذٰلِكَ عِنْدَ اللّٰهِ فَوْزًا عَظ۪يمًاۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
O (Allâh-u Te‘âlâ), mümin erkekleri ve îmân eden kadınları, (köşklerinin ve ağaçlarının) altlarından sürekli ırmaklar akmakta olan çok değerli cennetlere, içlerinde ebedî kalıcı kimseler olarak girdirsin ve (beşeriyet gereği yapmış oldukları birtakım günahlarını ve) kötü işlerini (cezâsız bırakarak) onlardan tamâmen örtsün diye (müminlerin kalbine bu sekîneti indirip îmânlarını nur bakımından ziyâde ederek onları cihatta sâbit kılmıştır). (Habîbim!) İşte sana! Bu (nîmetlere mazhar olmak), Allâh nezdinde tam mânâsıyla çok büyük bir kurtuluş (her isteğe nâiliyyet ve korkulan her şeyden güvence) olmuştur.
وَيُعَذِّبَ الْمُنَافِق۪ينَ وَالْمُنَافِقَاتِ وَالْمُشْرِك۪ينَ وَالْمُشْرِكَاتِ الظَّٓانّ۪ينَ بِاللّٰهِ ظَنَّ السَّوْءِۜ عَلَيْهِمْ دَٓائِرَةُ السَّوْءِۚ وَغَضِبَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ وَلَعَنَهُمْ وَاَعَدَّ لَهُمْ جَهَنَّمَۜ وَسَٓاءَتْ مَص۪يرًا ﴿٦﴾
﴾6﴿
Bir de O (Allâh-u Te‘âlâ), Allâh hakkında kötü düşünceyle zanda (ve tahminde) bulun(arak: “Allâh peygamberine ve müminlere yardım etmeyecek ve onları mahcup edecek” şeklinde laflar konuş)an o münâfık erkeklere ve o münâfık kadınlara, ayrıca o müşrik erkeklere ve o şirk koşan kadınlara azap etsin diye (Müslümanların kalplerine sekînet indirmiş ve bu fethi takdîr etmiştir)! -O (müminler hakkında bekledikleri) kötü dâire (ve felâketler dönüp dolaşıp netîcede) onlar üzerinde (yerleşici)dir /o kötü dâire onlar üzerine çöksün/!- Ayrıca Allâh o (müminlerin yenilmesini uma)nlara gazap etmiştir ve onları lânetlemiştir, üstelik onlar için cehennem hazırlamıştır. O (azap yurdu), varılacak bir yer olarak ne de kötü olmuştur! Bu âyet-i celîlelerde; Hudeybiye Musâlahası ile, müminlerin kalplerinin teskîn edilmesinin ve Mekke fethinin kendilerine vaad edilmesinin hikmeti açıklanmaktadır ki, böylece müminler Allâh-u Te‘âlâ’nın nîmetini takdîr edip şükrederek sevâba nâil olacaklar, kâfirler ve münâfıklar ise, hiç hoşlanmadıkları şeylerle karşılaşarak iki cihanda da azâba uğratılacaklardır.
وَلِلّٰهِ جُنُودُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَكَانَ اللّٰهُ عَز۪يزًا حَك۪يمًا ﴿٧﴾
﴾7﴿
Zâten göklerin ve yerin (meleklerden, ins-ü cinden ve diğer canlılardan oluşan tüm) orduları sâdece Allâh’a âittir. Allâh dâimâ (düşmanlarından intikam almak üzere azap ordularını harekete geçirme gücüne sâhip bir) Azîz, (tüm kazâ ve kaderleri yerli yerinde olan bir) Hakîm olmuştur.
اِنَّٓا اَرْسَلْنَاكَ شَاهِدًا وَمُبَشِّرًا وَنَذ۪يرًاۙ ﴿٨﴾
﴾8﴿
(Habîbim!) Şüphesiz Biz seni (kendilerine gönderildiğin tüm âlemlerin inanıp inanmadıkları ve kurtuluşu hak edip etmediklerine dâir) büyük bir şâhit, çok değerli bir müjdeleyici ve çok önemli bir uyarıcı olduğun hâlde rasûl (ve elçi) gönderdik (ki; îmân edip itâat edenleri cennetle müjdeleyesin, inkâr edip isyân edenleri de cehennemle korkutasın)!
لِتُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَتُعَزِّرُوهُ وَتُوَقِّرُوهُۜ وَتُسَبِّحُوهُ بُكْرَةً وَاَص۪يلًا ﴿٩﴾
﴾9﴿
(Ey müminler! İşte Biz size böyle büyük bir Nebî gönderdik) tâ ki siz Allâh’a ve Rasûlüne îmân edesiniz, o (Rasûl-ü Zîşâ)na yardım edesiniz ve kendisine tâzîm ede(rek saygı göstere)siniz ve her bir sabah ile her bir akşam O (Allâh-u Sübhânehû)nu(n yüce Zâtını şânına yakışmayan tüm noksan sıfatlardan tenzîh ve) tesbîh edesiniz.