v02.01.25 Geliştirme Notları
Fetih Sûresi
511
Cuz 26
10﴿ (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki (Kureyş’ten kaçmayacaklarına ve sana yardım husûsunda ölene dek savaşacaklarına dâir Hudeybiye günü) seninle (sözleşmek üzere el tutuşarak) bîatleşmektedirler (aslında) onlar ancak Allâh ile bîatleşmektedirler. (Zîrâ peygambere itâat sözü, ancak Allâh-u Te‘âlâ’ya itâat ve emirlerine uyma maksadıyla verilmektedir.) (Sen onlarla el ele tutuşurken) Allâh’ın kuvveti (ve yardımı) onların ellerinin üzerindedir. (Çünkü seninle yapılan bir sözleşme, arada hiçbir fark bulunmaksızın Bi’z-Zât Allâh-u Te‘âlâ ile yapılan bir akit mesâbesindedir.) Artık her kim (sana verdiği bu sözü) bozarsa, işte o ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Ama her kim Allâh ile üzerinde (antlaşarak) ahitleşmiş olduğu o şeyi îfâ eder (de Allâh’a verdiği sözü hakkıyla yerine getirir)se, işte muhakkak ki O ona (hiçbir göz görmedik, hiçbir kulak işitmedik, hiçbir beşerin kalbinden dahî geçmedik) çok büyük bir ecir (ve mükâfât) verecektir.
11﴿ (Habîbim! Seninle birlikte Hudeybiye senesi Mekke’ye gitmek üzere çağrıldıkları zaman Allâh’ın sana yardım edemeyeceğini dillendirdikleri için Allâh tarafından muvaffak kılınmayarak) arkada bırakılan o (bâzı kabîlelere mensup münâfık) bedevîler yakında (Mekke’den sağ sâlim döndüğün zaman) sana: “Mallarımız ve âilelerimiz bizi (seninle birlikte gitmekten) meşgul etti, öyleyse sen bizim için (Allâh-u Te‘âlâ’dan afv-ü) mağfiret talep et. (Zîrâ bizim geri kalışımız, tembellikten dolayı değil, bir mâzeret yüzündendi)” diyecek. (Ama) onlar kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söyleyecekler. (Habîbim!) De ki: “Artık O (Rabbiniz) size (evlerinizde bulunurken dahî) bir zarar (isâbet ettirmek) murâd ederse ya da (düşmana karşı gittiğinizde) size (ganîmet, yardım ve zafer gibi) bir fayda (ulaştırmak) dilerse, sizin için (azap nâmına) Allâh’tan (gelecek) herhangi bir şey(i defetmey)e kim mâlik olabilir?! (Demek ki mallarınızın ve âilenizin yanında olmanız sizi kurtaramayacağı gibi Allâh yolunda cihâda çıkmanız da sizin için tehlikeli olmaz. Ama siz gerçekten îmân etmediğiniz için yalan mâzeretlere başvurdunuz.) Doğrusu Allâh sizin yapmakta olduklarınızı(n görünen-görünmeyen tüm yönlerinden) dâimâ (hakkıyla haberdâr olan ve bu geri kalışınızın gerçek sebebini çok iyi bilen bir) Habîr olmuştur. Âyet-i celîlede geçen bedevîlerden maksad; Cüheyne, Müzeyne, Ğıfâr, Eşca‘ ve Eslem gibi bâzı kabîlelere mensûb kimselerdir. Onlar: “Îmân ettik” deseler de henüz îmân kalplerinde yerleşmediği için, evvelce Hudeybiye senesi Mekke seferine dâvet edildikleri zaman: “Muhammed bizi yakın zaman önce Uhud’da, onunla kendi yurdunda savaşan ve ashâbını öldüren adamlara karşı sefere çağırıyor. Ne o, ne de ashâbı bu seferden sağ-sâlim dönemez” demişlerdi ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in selâmetle dönüşünü haber alınca lâfı çevireceklerini Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîlesiyle önceden haber verdi.
12﴿ (Ey münâfık bedevîler!) Doğrusu siz o Rasûl’ün ve müminlerin (müşrikler tarafından tamâmen helâk edileceğini varsaydığınız için artık onların) ebediyyen aslâ âilelerine dönemeyeceğini zannetmiştiniz. (Ey münâfık!) İşte sana! Bu (düşünce) sizin kalplerinizde iyice süslen(erek tamâmen yerleş)mişti (de, bu yüzden Peygamberim’in ve müminlerin hâlini önemsemeyip kendi derdinize düşmüştünüz). Böylece siz o kötü düşünce ile (Müslümanlar hakkında) zanda bulunmuştunuz ve (inancının bozukluğu yüzünden İlâhî gazabı üzerine çekerek) kendileri (hakkında) helâk (sözü hak) olan bir toplum olmuştunuz.”
13﴿ Zâten (bu bedevîler gibi) her kim Allâh’a ve Rasûlüne îmân etmezse, artık şüphesiz Biz o kâfirler için çok alevli korkunç bir ateş (olan cehennem)i hazırladık.
14﴿ Göklerin ve yerin mülkü (ve mülkiyeti, hükümranlığı ve yönetimi) sâdece Allâh’a mahsustur. (Dolayısıyla onlarda bulunan her şey hakkında dilediği şekilde yönetim yetkisi ancak O’na âittir.) O dilediği kimseler için (günahlarını) mağfirette bulunur, murâd ettiği kişilere de azap eder. Zâten Allâh dâimâ (son derece bağışlayan ve acıyan) Ğafûr ve Rahîm olmuştur. Allâh-u Te‘âlâ’nın Ğafûr ve Rahîm oluşu; “Kim ne yaparsa yapsın, herkesi afv eder” demek değildir. Zîrâ hikmeti gereği O, ancak Kendisine ve peygamberine inananları bağışlamaya karar vermiştir. Kâfirliğini açığa vuranlar ya da münâfıklık yapanlar ise bu mağfiretten kesinlikle mahrumdurlar.
15﴿ (Ey Habîbim ve ashâbı!) Yakında siz (Hayber’deki) birtakım ganîmetlere, onları alasınız diye gittiğiniz zaman (Allâh-u Te‘âlâ tarafından seninle yola çıkmaları nasip edilmeyip) arkada bırakılan o (bedevî) kişiler: “Bırakın bizi de (Hayber Muhârebesi’nde) sizi tâkip edelim” diyecektir. (Böylece) onlar Allâh’ın (“Hayber ganîmetleri Hudeybiye’ye katılanlara mahsustur” şeklindeki) kelâmını değiştirmek isteyeceklerdir. (Habîbim!) De ki: “Siz (kalpleri hasta olan münâfık kimseler olduğunuz sürece) aslâ (peşimize düşerek) bizi tâkip etmeyeceksiniz. İşte size! (Hudeybiye’den döndüğümüzde siz bizimle Hayber’e çıkmaya hazırlanmadan) daha önce Allâh (sizin hakkınızda) böyle buyurmuştu.” Bu sefer de: “Hayır! (Allâh’ın emri bu yönde değildir, bilakis) siz bizi(m ganîmetlere ortak olmamızı) kıskanıyorsunuz” diyecekler. Doğrusu onlar (dünyâ işleriyle ilgili) çok az bir şeyden başkasını iyice anlamaz olmuşturlar.
سُورَةُ الْفَتْحِ
الجزء ٢٦
٥١١
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ ﴿١٠
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًاۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا ﴿١١
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا ﴿١٢
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يرًا ﴿١٣
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿١٤
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿١٥
Fetih Sûresi
511
Cuz 26
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُبَايِعُونَكَ اِنَّمَا يُبَايِعُونَ اللّٰهَۜ يَدُ اللّٰهِ فَوْقَ اَيْد۪يهِمْۚ فَمَنْ نَكَثَ فَاِنَّمَا يَنْكُثُ عَلٰى نَفْسِه۪ۚ وَمَنْ اَوْفٰى بِمَا عَاهَدَ عَلَيْهُ اللّٰهَ فَسَيُؤْت۪يهِ اَجْرًا عَظ۪يمًا۟ ﴿١٠
10﴿ (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki (Kureyş’ten kaçmayacaklarına ve sana yardım husûsunda ölene dek savaşacaklarına dâir Hudeybiye günü) seninle (sözleşmek üzere el tutuşarak) bîatleşmektedirler (aslında) onlar ancak Allâh ile bîatleşmektedirler. (Zîrâ peygambere itâat sözü, ancak Allâh-u Te‘âlâ’ya itâat ve emirlerine uyma maksadıyla verilmektedir.) (Sen onlarla el ele tutuşurken) Allâh’ın kuvveti (ve yardımı) onların ellerinin üzerindedir. (Çünkü seninle yapılan bir sözleşme, arada hiçbir fark bulunmaksızın Bi’z-Zât Allâh-u Te‘âlâ ile yapılan bir akit mesâbesindedir.) Artık her kim (sana verdiği bu sözü) bozarsa, işte o ancak kendi aleyhine bozmuş olur. Ama her kim Allâh ile üzerinde (antlaşarak) ahitleşmiş olduğu o şeyi îfâ eder (de Allâh’a verdiği sözü hakkıyla yerine getirir)se, işte muhakkak ki O ona (hiçbir göz görmedik, hiçbir kulak işitmedik, hiçbir beşerin kalbinden dahî geçmedik) çok büyük bir ecir (ve mükâfât) verecektir.
سَيَقُولُ لَكَ الْمُخَلَّفُونَ مِنَ الْاَعْرَابِ شَغَلَتْنَٓا اَمْوَالُنَا وَاَهْلُونَا فَاسْتَغْفِرْ لَنَاۚ يَقُولُونَ بِاَلْسِنَتِهِمْ مَا لَيْسَ ف۪ي قُلُوبِهِمْۜ قُلْ فَمَنْ يَمْلِكُ لَكُمْ مِنَ اللّٰهِ شَيْـًٔا اِنْ اَرَادَ بِكُمْ ضَرًّا اَوْ اَرَادَ بِكُمْ نَفْعًاۜ بَلْ كَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرًا ﴿١١
11﴿ (Habîbim! Seninle birlikte Hudeybiye senesi Mekke’ye gitmek üzere çağrıldıkları zaman Allâh’ın sana yardım edemeyeceğini dillendirdikleri için Allâh tarafından muvaffak kılınmayarak) arkada bırakılan o (bâzı kabîlelere mensup münâfık) bedevîler yakında (Mekke’den sağ sâlim döndüğün zaman) sana: “Mallarımız ve âilelerimiz bizi (seninle birlikte gitmekten) meşgul etti, öyleyse sen bizim için (Allâh-u Te‘âlâ’dan afv-ü) mağfiret talep et. (Zîrâ bizim geri kalışımız, tembellikten dolayı değil, bir mâzeret yüzündendi)” diyecek. (Ama) onlar kalplerinde olmayan şeyi dilleriyle söyleyecekler. (Habîbim!) De ki: “Artık O (Rabbiniz) size (evlerinizde bulunurken dahî) bir zarar (isâbet ettirmek) murâd ederse ya da (düşmana karşı gittiğinizde) size (ganîmet, yardım ve zafer gibi) bir fayda (ulaştırmak) dilerse, sizin için (azap nâmına) Allâh’tan (gelecek) herhangi bir şey(i defetmey)e kim mâlik olabilir?! (Demek ki mallarınızın ve âilenizin yanında olmanız sizi kurtaramayacağı gibi Allâh yolunda cihâda çıkmanız da sizin için tehlikeli olmaz. Ama siz gerçekten îmân etmediğiniz için yalan mâzeretlere başvurdunuz.) Doğrusu Allâh sizin yapmakta olduklarınızı(n görünen-görünmeyen tüm yönlerinden) dâimâ (hakkıyla haberdâr olan ve bu geri kalışınızın gerçek sebebini çok iyi bilen bir) Habîr olmuştur. Âyet-i celîlede geçen bedevîlerden maksad; Cüheyne, Müzeyne, Ğıfâr, Eşca‘ ve Eslem gibi bâzı kabîlelere mensûb kimselerdir. Onlar: “Îmân ettik” deseler de henüz îmân kalplerinde yerleşmediği için, evvelce Hudeybiye senesi Mekke seferine dâvet edildikleri zaman: “Muhammed bizi yakın zaman önce Uhud’da, onunla kendi yurdunda savaşan ve ashâbını öldüren adamlara karşı sefere çağırıyor. Ne o, ne de ashâbı bu seferden sağ-sâlim dönemez” demişlerdi ama Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in selâmetle dönüşünü haber alınca lâfı çevireceklerini Allâh-u Te‘âlâ bu âyet-i celîlesiyle önceden haber verdi.
بَلْ ظَنَنْتُمْ اَنْ لَنْ يَنْقَلِبَ الرَّسُولُ وَالْمُؤْمِنُونَ اِلٰٓى اَهْل۪يهِمْ اَبَدًا وَزُيِّنَ ذٰلِكَ ف۪ي قُلُوبِكُمْ وَظَنَنْتُمْ ظَنَّ السَّوْءِۚ وَكُنْتُمْ قَوْمًا بُورًا ﴿١٢
12﴿ (Ey münâfık bedevîler!) Doğrusu siz o Rasûl’ün ve müminlerin (müşrikler tarafından tamâmen helâk edileceğini varsaydığınız için artık onların) ebediyyen aslâ âilelerine dönemeyeceğini zannetmiştiniz. (Ey münâfık!) İşte sana! Bu (düşünce) sizin kalplerinizde iyice süslen(erek tamâmen yerleş)mişti (de, bu yüzden Peygamberim’in ve müminlerin hâlini önemsemeyip kendi derdinize düşmüştünüz). Böylece siz o kötü düşünce ile (Müslümanlar hakkında) zanda bulunmuştunuz ve (inancının bozukluğu yüzünden İlâhî gazabı üzerine çekerek) kendileri (hakkında) helâk (sözü hak) olan bir toplum olmuştunuz.”
وَمَنْ لَمْ يُؤْمِنْ بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ فَاِنَّٓا اَعْتَدْنَا لِلْكَافِر۪ينَ سَع۪يرًا ﴿١٣
13﴿ Zâten (bu bedevîler gibi) her kim Allâh’a ve Rasûlüne îmân etmezse, artık şüphesiz Biz o kâfirler için çok alevli korkunç bir ateş (olan cehennem)i hazırladık.
وَلِلّٰهِ مُلْكُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ يَغْفِرُ لِمَنْ يَشَٓاءُ وَيُعَذِّبُ مَنْ يَشَٓاءُۜ وَكَانَ اللّٰهُ غَفُورًا رَح۪يمًا ﴿١٤
14﴿ Göklerin ve yerin mülkü (ve mülkiyeti, hükümranlığı ve yönetimi) sâdece Allâh’a mahsustur. (Dolayısıyla onlarda bulunan her şey hakkında dilediği şekilde yönetim yetkisi ancak O’na âittir.) O dilediği kimseler için (günahlarını) mağfirette bulunur, murâd ettiği kişilere de azap eder. Zâten Allâh dâimâ (son derece bağışlayan ve acıyan) Ğafûr ve Rahîm olmuştur. Allâh-u Te‘âlâ’nın Ğafûr ve Rahîm oluşu; “Kim ne yaparsa yapsın, herkesi afv eder” demek değildir. Zîrâ hikmeti gereği O, ancak Kendisine ve peygamberine inananları bağışlamaya karar vermiştir. Kâfirliğini açığa vuranlar ya da münâfıklık yapanlar ise bu mağfiretten kesinlikle mahrumdurlar.
سَيَقُولُ الْمُخَلَّفُونَ اِذَا انْطَلَقْتُمْ اِلٰى مَغَانِمَ لِتَأْخُذُوهَا ذَرُونَا نَتَّبِعْكُمْۚ يُر۪يدُونَ اَنْ يُبَدِّلُوا كَلَامَ اللّٰهِۜ قُلْ لَنْ تَتَّبِعُونَا كَذٰلِكُمْ قَالَ اللّٰهُ مِنْ قَبْلُۚ فَسَيَقُولُونَ بَلْ تَحْسُدُونَنَاۜ بَلْ كَانُوا لَا يَفْقَهُونَ اِلَّا قَل۪يلًا ﴿١٥
15﴿ (Ey Habîbim ve ashâbı!) Yakında siz (Hayber’deki) birtakım ganîmetlere, onları alasınız diye gittiğiniz zaman (Allâh-u Te‘âlâ tarafından seninle yola çıkmaları nasip edilmeyip) arkada bırakılan o (bedevî) kişiler: “Bırakın bizi de (Hayber Muhârebesi’nde) sizi tâkip edelim” diyecektir. (Böylece) onlar Allâh’ın (“Hayber ganîmetleri Hudeybiye’ye katılanlara mahsustur” şeklindeki) kelâmını değiştirmek isteyeceklerdir. (Habîbim!) De ki: “Siz (kalpleri hasta olan münâfık kimseler olduğunuz sürece) aslâ (peşimize düşerek) bizi tâkip etmeyeceksiniz. İşte size! (Hudeybiye’den döndüğümüzde siz bizimle Hayber’e çıkmaya hazırlanmadan) daha önce Allâh (sizin hakkınızda) böyle buyurmuştu.” Bu sefer de: “Hayır! (Allâh’ın emri bu yönde değildir, bilakis) siz bizi(m ganîmetlere ortak olmamızı) kıskanıyorsunuz” diyecekler. Doğrusu onlar (dünyâ işleriyle ilgili) çok az bir şeyden başkasını iyice anlamaz olmuşturlar.