v02.01.25 Geliştirme Notları
Fetih Sûresi
513
Cuz 26
24﴿ Ve ancak O’dur O Zât ki; Mekke içerisinde (bulunan Hudeybiye’de) sizi onlara karşı zafere erdirdikten sonra onların (içerisinden Rasûlüme sûikast yapmak isteyenlerin) ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan engellemiştir. Zâten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri dâimâ (hakkıyla gören bir) Basîr olmuştur. Enes ve Abdullâh ibnü Ma‘kil (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; Hudeybiye günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), ashâbıyla birlikte o ağacın altında otururlarken, Ten‘îm Dağı tarafından gelen seksen kadar silahlı müşrik, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ânîden baskın yapmak istediler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bedduâsı üzerine işitmez ve görmez bir hâle geldiklerinde sahâbe-i kirâm tarafından yakalanıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e getirildiler, o da onları afv edip salıverdi. İşte bu âyet-i celîle bu hâdiseden bahsetmektedir. (el-Âlûsî, 25/281)
25﴿ Ancak onlar o (zâlim) kimselerdir ki; (Allâh’ın dînini inkâr ederek) kâfir oldular ve (özel kesim) yeri (olan Harem bölgesi)ne ulaşmaktan engellenmiş olan kurbanlıklarla birlikte sizi Mescid-i Harâm(ı tavâf yapmak)dan men ettiler (bu yüzden de her türlü azâbı hak etmişlerdir). Ama (Mekke’de gizli hâlde İslâmiyet’i yaşamaya çalışan, fakat) sizin kendilerini(n Müslüman olduklarını) bilmediğiniz birtakım îmân etmiş erkeklerle, bir kısım îmân etmiş kadınlar (bulunmasaydı); sizin bilmeyerek onları çiğnemeniz ve böylece onlar yüzünden size (dünyâda keffâret, âhirette vebal, bir de müşrikler tarafından kınanma ve sizin aşırı üzüntünüz gibi birçok sıkıntı ve) istenmedik bir meşakkat isâbet edecek olmasaydı (elbette Allâh-u Te‘âlâ sizi onlara musallat ederdi). (Lâkin) Allâh (gizlenmekte olan o müminleri sıkıntıya sokmamak ve yapmakta oldukları sâlih amelleri üzere dâim kılmak için, bir de müşriklerden) dilemekte olduğu kimseleri (îmân ile müşerref kılarak) Kendi rahmetinin (mahalli olan cennetin) içerisine girdirsin diye (şimdilik müminleri Mekke müşriklerine saldırtmamıştır). Eğer onlar (birbirlerinden) iyice ayrılmış olsalardı (da, mümin-kâfir açıkça belli olsaydı), elbette inkâr etmiş olan o kimselere, çok acı verici büyük bir azaplandırmayla azap ederdik.
26﴿ (Habîbim! Anlat) o zamânı ki; (Mekke ehli içerisinden) o kâfir olmuş kimseler, kalplerinin içerisine bir hamiyyeti (ve tarafgirliği); o (hiçbir ilme ve delîle dayanmaksızın) câhiliyyet (dönemindeki toplumun körü körüne putlara bağlanıp kibirleri yüzünden Allâh-u Te‘âlâ’nın ibâdetinden geri durma) taassubunu yerleştirmişti, Allâh da hemen Rasûlünün üzerine ve müminlerin üstüne sekînetini (ve yatıştırıcı feyizlerini) indirmiş, böylece (şirkten sakınma mânâsındaki) o takvâ kelimesi (olan kelime-i şehâdeti ve tevhîd zikri)ni kendilerine (dâimâ) gerekli (olan ve onlardan hiç ayrılmayan bir zikir) yapmıştı. (Bu yüzden Müslümanlar Hudeybiye musâlahasındaki kabûl edilmesi zor şartlara rağmen, Allâh ve Rasûlüne itâatte sebât edebilmiş ve bu hususta verdikleri sözde durabilmiştiler.) Zâten onlar o (tevhîd kelimesinin telaffuzu)na daha ziyâde hak edici ve onun ehliydiler. (Onun için Allâh-u Te‘âlâ hiçbir ümmete ve hiçbir millete vermediği fazîletleri kendilerine ihsân etmek üzere, dînine hizmet ve rasûlü ile sohbet şerefini onlara nasip etti.) Zâten Allâh (kimin neye lâyık olduğu husûsu dâhil) her şeyi dâimâ (hakkıyla bilen bir) Alîm olmuştur. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye’ye indiğinde, Kureyş ona “Bu sene geri dönmeniz şartıyla, bir dahaki sene Mekke’yi üç gün boşaltıp umre yapmanıza izin vereceğiz” şeklinde bir teklif arz etmek üzere elçiler gönderdi. O bu teklifi kabûl edince aralarında bir antlaşma yazarlarken, câhiliyet taassuplarından dolayı, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) in yazıya besmeleyle başlamasını ve “Allâh’ın Rasûlü” tâbirini kullanmasını kabûl etmediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “Rahmân” ve “Rahîm” isimlerinin silinmesini kabûl etti ve kendisinin Allâh’ın Rasûlü olduğuna sözle şehâdette bulunduktan sonra, kendi ismini babasına nispetle “Muhammed ibnü Abdillâh” şeklinde yazdırdı. Müslümanlar bu durumdan çok rahatsız oldu iseler de, Allâh-u Te‘âlâ’nın indirdiği sekînet ve yatışma sâyesinde vakarlarını muhâfaza ettiler. (el-Beğavî; el-Hâzin)
27﴿ Andolsun ki; elbette Allâh (Hudeybiye’ye çıkışlarından evvel, Mekke’ye güvenli bir şekilde gireceklerine dâir) Rasûlüne (göstermiş olduğu) o rüyâda (müminle münâfığın durumunu belli etmekten ibâret bir) hak (ve üstün bir hikmet) ile sâdık ol(up sözünde dur)du (ve onun kesinkes çıkacağına dâir hüküm verdi). Yemîn olsun ki; siz -Allâh dilerse- (Rasûlümün size anlattığı üzere) güven içinde olan kimseler hâlinde ve (hiçbir düşmandan) korkmadığınız hâlde (yapacağınız umreden sonra, kiminiz) başlarınızı(n saçını) tıraş eden kimseler olarak ve (kiminiz de) kısaltıcı kimseler hâlinde Mescid-i Harâm’a elbette gireceksiniz. Nitekim O (Allâh-u Te‘âlâ), sizin bilmediğiniz şeyleri (tâ ezelde) bilmiş ve işte sana! Bu sebeple o (rüyânın tahakkuku)ndan önce çok yakın olan bir fetih (olarak Hayber zaferini) tâyin etmiştir.
28﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) O Zâttır ki; Rasûlünü hidâyet (rehberi olan Kur’ân) ve hak din (olan İslâm) ile elçi göndermiştir, netîcede O onu, dinlerin tümüne karşı üstün kılacaktır. (Nitekim İslâm ile tüm dinleri yürürlükten kaldırmıştır. Îsâ (Aleyhisselâm)ın ineceği âhir zamanda da İslâm’dan başka bir din bırakmayacaktır.) Zâten (bunun böyle olacağına dâir hakkıyla şâhitlik yapan bir) Şehîd olarak Allâh yeterli olmuştur.
سُورَةُ الْفَتْحِ
الجزء ٢٦
٥١٣
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا ﴿٢٤
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا ﴿٢٥
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟ ﴿٢٦
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا ﴿٢٧
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ ﴿٢٨
Fetih Sûresi
513
Cuz 26
وَهُوَ الَّذ۪ي كَفَّ اَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاَيْدِيَكُمْ عَنْهُمْ بِبَطْنِ مَكَّةَ مِنْ بَعْدِ اَنْ اَظْفَرَكُمْ عَلَيْهِمْۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ بَص۪يرًا ﴿٢٤
24﴿ Ve ancak O’dur O Zât ki; Mekke içerisinde (bulunan Hudeybiye’de) sizi onlara karşı zafere erdirdikten sonra onların (içerisinden Rasûlüme sûikast yapmak isteyenlerin) ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan engellemiştir. Zâten Allâh yapmakta olduğunuz şeyleri dâimâ (hakkıyla gören bir) Basîr olmuştur. Enes ve Abdullâh ibnü Ma‘kil (Radıyallâhu Anhümâ)dan rivâyet edildiğine göre; Hudeybiye günü Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), ashâbıyla birlikte o ağacın altında otururlarken, Ten‘îm Dağı tarafından gelen seksen kadar silahlı müşrik, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e ânîden baskın yapmak istediler. Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in bedduâsı üzerine işitmez ve görmez bir hâle geldiklerinde sahâbe-i kirâm tarafından yakalanıp Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)e getirildiler, o da onları afv edip salıverdi. İşte bu âyet-i celîle bu hâdiseden bahsetmektedir. (el-Âlûsî, 25/281)
هُمُ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا وَصَدُّوكُمْ عَنِ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ وَالْهَدْيَ مَعْكُوفًا اَنْ يَبْلُغَ مَحِلَّهُۜ وَلَوْلَا رِجَالٌ مُؤْمِنُونَ وَنِسَٓاءٌ مُؤْمِنَاتٌ لَمْ تَعْلَمُوهُمْ اَنْ تَطَؤُ۫هُمْ فَتُص۪يبَكُمْ مِنْهُمْ مَعَرَّةٌ بِغَيْرِ عِلْمٍۚ لِيُدْخِلَ اللّٰهُ ف۪ي رَحْمَتِه۪ مَنْ يَشَٓاءُۚ لَوْ تَزَيَّلُوا لَعَذَّبْنَا الَّذ۪ينَ كَفَرُوا مِنْهُمْ عَذَابًا اَل۪يمًا ﴿٢٥
25﴿ Ancak onlar o (zâlim) kimselerdir ki; (Allâh’ın dînini inkâr ederek) kâfir oldular ve (özel kesim) yeri (olan Harem bölgesi)ne ulaşmaktan engellenmiş olan kurbanlıklarla birlikte sizi Mescid-i Harâm(ı tavâf yapmak)dan men ettiler (bu yüzden de her türlü azâbı hak etmişlerdir). Ama (Mekke’de gizli hâlde İslâmiyet’i yaşamaya çalışan, fakat) sizin kendilerini(n Müslüman olduklarını) bilmediğiniz birtakım îmân etmiş erkeklerle, bir kısım îmân etmiş kadınlar (bulunmasaydı); sizin bilmeyerek onları çiğnemeniz ve böylece onlar yüzünden size (dünyâda keffâret, âhirette vebal, bir de müşrikler tarafından kınanma ve sizin aşırı üzüntünüz gibi birçok sıkıntı ve) istenmedik bir meşakkat isâbet edecek olmasaydı (elbette Allâh-u Te‘âlâ sizi onlara musallat ederdi). (Lâkin) Allâh (gizlenmekte olan o müminleri sıkıntıya sokmamak ve yapmakta oldukları sâlih amelleri üzere dâim kılmak için, bir de müşriklerden) dilemekte olduğu kimseleri (îmân ile müşerref kılarak) Kendi rahmetinin (mahalli olan cennetin) içerisine girdirsin diye (şimdilik müminleri Mekke müşriklerine saldırtmamıştır). Eğer onlar (birbirlerinden) iyice ayrılmış olsalardı (da, mümin-kâfir açıkça belli olsaydı), elbette inkâr etmiş olan o kimselere, çok acı verici büyük bir azaplandırmayla azap ederdik.
اِذْ جَعَلَ الَّذ۪ينَ كَفَرُوا ف۪ي قُلُوبِهِمُ الْحَمِيَّةَ حَمِيَّةَ الْجَاهِلِيَّةِ فَاَنْزَلَ اللّٰهُ سَك۪ينَتَهُ عَلٰى رَسُولِه۪ وَعَلَى الْمُؤْمِن۪ينَ وَاَلْزَمَهُمْ كَلِمَةَ التَّقْوٰى وَكَانُٓوا اَحَقَّ بِهَا وَاَهْلَهَاۜ وَكَانَ اللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمًا۟ ﴿٢٦
26﴿ (Habîbim! Anlat) o zamânı ki; (Mekke ehli içerisinden) o kâfir olmuş kimseler, kalplerinin içerisine bir hamiyyeti (ve tarafgirliği); o (hiçbir ilme ve delîle dayanmaksızın) câhiliyyet (dönemindeki toplumun körü körüne putlara bağlanıp kibirleri yüzünden Allâh-u Te‘âlâ’nın ibâdetinden geri durma) taassubunu yerleştirmişti, Allâh da hemen Rasûlünün üzerine ve müminlerin üstüne sekînetini (ve yatıştırıcı feyizlerini) indirmiş, böylece (şirkten sakınma mânâsındaki) o takvâ kelimesi (olan kelime-i şehâdeti ve tevhîd zikri)ni kendilerine (dâimâ) gerekli (olan ve onlardan hiç ayrılmayan bir zikir) yapmıştı. (Bu yüzden Müslümanlar Hudeybiye musâlahasındaki kabûl edilmesi zor şartlara rağmen, Allâh ve Rasûlüne itâatte sebât edebilmiş ve bu hususta verdikleri sözde durabilmiştiler.) Zâten onlar o (tevhîd kelimesinin telaffuzu)na daha ziyâde hak edici ve onun ehliydiler. (Onun için Allâh-u Te‘âlâ hiçbir ümmete ve hiçbir millete vermediği fazîletleri kendilerine ihsân etmek üzere, dînine hizmet ve rasûlü ile sohbet şerefini onlara nasip etti.) Zâten Allâh (kimin neye lâyık olduğu husûsu dâhil) her şeyi dâimâ (hakkıyla bilen bir) Alîm olmuştur. Tefsîrlerde zikredildiğine göre; Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) Hudeybiye’ye indiğinde, Kureyş ona “Bu sene geri dönmeniz şartıyla, bir dahaki sene Mekke’yi üç gün boşaltıp umre yapmanıza izin vereceğiz” şeklinde bir teklif arz etmek üzere elçiler gönderdi. O bu teklifi kabûl edince aralarında bir antlaşma yazarlarken, câhiliyet taassuplarından dolayı, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) in yazıya besmeleyle başlamasını ve “Allâh’ın Rasûlü” tâbirini kullanmasını kabûl etmediler. Bunun üzerine Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) “Rahmân” ve “Rahîm” isimlerinin silinmesini kabûl etti ve kendisinin Allâh’ın Rasûlü olduğuna sözle şehâdette bulunduktan sonra, kendi ismini babasına nispetle “Muhammed ibnü Abdillâh” şeklinde yazdırdı. Müslümanlar bu durumdan çok rahatsız oldu iseler de, Allâh-u Te‘âlâ’nın indirdiği sekînet ve yatışma sâyesinde vakarlarını muhâfaza ettiler. (el-Beğavî; el-Hâzin)
لَقَدْ صَدَقَ اللّٰهُ رَسُولَهُ الرُّءْيَا بِالْحَقِّۚ لَتَدْخُلُنَّ الْمَسْجِدَ الْحَرَامَ اِنْ شَٓاءَ اللّٰهُ اٰمِن۪ينَۙ مُحَلِّق۪ينَ رُؤُ۫سَكُمْ وَمُقَصِّر۪ينَۙ لَا تَخَافُونَۜ فَعَلِمَ مَا لَمْ تَعْلَمُوا فَجَعَلَ مِنْ دُونِ ذٰلِكَ فَتْحًا قَر۪يبًا ﴿٢٧
27﴿ Andolsun ki; elbette Allâh (Hudeybiye’ye çıkışlarından evvel, Mekke’ye güvenli bir şekilde gireceklerine dâir) Rasûlüne (göstermiş olduğu) o rüyâda (müminle münâfığın durumunu belli etmekten ibâret bir) hak (ve üstün bir hikmet) ile sâdık ol(up sözünde dur)du (ve onun kesinkes çıkacağına dâir hüküm verdi). Yemîn olsun ki; siz -Allâh dilerse- (Rasûlümün size anlattığı üzere) güven içinde olan kimseler hâlinde ve (hiçbir düşmandan) korkmadığınız hâlde (yapacağınız umreden sonra, kiminiz) başlarınızı(n saçını) tıraş eden kimseler olarak ve (kiminiz de) kısaltıcı kimseler hâlinde Mescid-i Harâm’a elbette gireceksiniz. Nitekim O (Allâh-u Te‘âlâ), sizin bilmediğiniz şeyleri (tâ ezelde) bilmiş ve işte sana! Bu sebeple o (rüyânın tahakkuku)ndan önce çok yakın olan bir fetih (olarak Hayber zaferini) tâyin etmiştir.
هُوَ الَّذ۪ٓي اَرْسَلَ رَسُولَهُ بِالْهُدٰى وَد۪ينِ الْحَقِّ لِيُظْهِرَهُ عَلَى الدّ۪ينِ كُلِّه۪ۜ وَكَفٰى بِاللّٰهِ شَه۪يدًاۜ ﴿٢٨
28﴿ Ancak O (Allâh-u Te‘âlâ) O Zâttır ki; Rasûlünü hidâyet (rehberi olan Kur’ân) ve hak din (olan İslâm) ile elçi göndermiştir, netîcede O onu, dinlerin tümüne karşı üstün kılacaktır. (Nitekim İslâm ile tüm dinleri yürürlükten kaldırmıştır. Îsâ (Aleyhisselâm)ın ineceği âhir zamanda da İslâm’dan başka bir din bırakmayacaktır.) Zâten (bunun böyle olacağına dâir hakkıyla şâhitlik yapan bir) Şehîd olarak Allâh yeterli olmuştur.