v02.01.25 Geliştirme Notları
Fetih Sûresi
514
Cuz 26
29﴿ (O hak din ile gönderilen zât) Allâh’ın Rasûlü olan Muhammed’dir. Onunla birlikte olan o (mümin) kimseler; kâfirlere karşı çok şiddetlidirler, kendi aralarında ise çok merhametlidirler. (Ey görebilen kişi! Habîbimin ashâbı o kadar çok namaz kılarlar ki) sen onları sürekli rükû eden kişiler ve secde yapan kimseler olarak görürsün; onlar Allâh’tan büyük bir lütuf ve (sevap, bir de) değerli bir rızâ (ve hoşnutluk) aramaktadırlar. Secde eserinden (ibâret) olan alâmetleri (ve nurları) ise yüzlerinde (belirmiş)dir. İşte sana! Bu (anlatılan), onların Tevrât’taki acâyip vasıflarıdır. Onların (yetişmesi hakkında) İncîl’deki ilginç sıfatları ise; filizini çıkarmış bir ekin gibidir ki, o (filiz) onu kuvvetlendirmiş, bu sebeple o (ekin) iyice kalınlaşmış ve derken kökleri üzerinde doğru düzgün durabilmiştir ki (böylece o ekinin kısa bir zamanda iyice serpilip güçlenmesi ve güzel görüntüsü) ekim yapanları hayran bırakmaktadır. (Evet! Allâh-u Te‘âlâ onları bu örnekte geçen şekilde çoğaltmıştır) tâ ki O (Rableri) onlar(ın çok olması) sebebiyle kâfirleri öfkelendirsin (ve onları çatlatsın). Allâh (da), kendileri îmân etmiş ve sâlih ameller işlemiş bulunan o kişilere (beşeriyet gereği işleyebilecekleri günahlar için) tam bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfât vaad etmiştir. Bu âyet-i kerîmede sahâbe-i kirâmın kâfirlere karşı takındıkları şidddetli tutum methedilmiştir. Nitekim rivâyet olunduğuna göre; sahâbe-i kirâm, müşriklerin bedenlerine bile ellerini dokundurmazlardı, hattâ elbiselerinin onların giysilerine değmesinden dahî sakınırlardı. Aralarındaki merhamete misâl olarak da birbirlerini gördüklerinde mutlaka musâfahalaştıkları ve kucaklaştıkları zikredilmiştir. Rükû ve secdeye devâm etme vasıfları hakkında ise: “Onları görenler geceleri uzunca secdede kalmalarından dolayı yüzlerinde kimsede görülmeyen bir nur ve parlaklık, heybet ve vakar, huşû ve tevâzu belirtileri fark ederler. Nitekim ibâdet edenlerin içlerinden yüzlerine vuran bu nur, zencilerin yüzünde dahî görülebilen bir parlaklıktır. Kıyâmet gününde ise, secde yaptıkları uzuvlar ayın on dördü gibi parlayacak ve böylece onlar dünyâda Allâh’a secde etmiş olma vasfıyla tanınacaklardır” şeklinde îzahlar yapılmıştır. Ekinlere benzetilmeleriyle ilgili İncîl-i Şerîf’te geçen misâl ise: “Allâh-u Te‘âlâ bir tek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile başlatmış olduğu İslâm dâvâsını, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) ile filizlendirmiş, Ömer (Radıyallâhu Anh) ile güçlendirmiş, Osmân (Radıyallâhu Anh) ile sağlamlaştırmış, Alî (Radıyallâhu Anh) ile de gövdesi üzere durdurtmuştur. Daha sonra da diğer müminlerle takviye etmiştir” şeklinde tefsîr edilmiştir. (et-Teysîr; el-Medârik; el-Âlûsî)



KIRKDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Hucurât
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 18 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
1﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ın ve Rasûlünün (emir ve yasaklarını çiğneyerek, onların) önüne geçmeyin ve (yapacağınız yâhut terk edeceğiniz herhangi bir konuda) Allâh(a karşı muhâlif bir tavır takınmak)tan hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh, (sözleriniz dâhil tüm işitilebilen şeyleri hakkıyla duyan bir) Semî‘dir, (işleriniz dâhil bütün mâlûmâtı çok iyi bilen bir) Alîm’dir. Bu âyet-i kerîme bayram namazı kılınmadan önce kurban kesen, bir de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) oruca başlamadan önce şüpheli günde oruç tutan kimseler hakkında nâzil olarak, onları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den önce herhangi bir amele başlamaktan nehyetmiştir. Dolayısıyla bu âyetin mânâsı genel olarak: “Kur’ân’a ve Sünnet’e uymayan hiçbir şey yapmayın” diye anlaşılmalıdır. Ayrıca burada, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve halîfelerinin yanında bulunanlara, bir zarûret yokken onların önünde yürümemeleri, onlardan önce yemeye başlamamaları ve bir soru karşısında söze atılmamaları gibi konularda edep tâlimi hedeflenmiştir. (el-Âlûsî; Rûhu’l-Beyân)
2﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Rasûlümün yanında bir şey konuşmanız îcâb ettiği zaman) seslerinizi o Nebî’nin sesinin üstünde (olacak şekilde) yükseltmeyin, bir kısmınızın diğer bir kısma karşı (bağırarak sözlerini) açık etmesi gibi ona karşı (gür sesle konuşarak) sözü açık etmeyin ki, (sonra) siz farkında olmadığınız hâlde amelleriniz(in sevapları) boşa çıkar.
3﴿ (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki; Allâh’ın Rasûlünün yanında (edebe riâyet ederek) seslerini kısmaktadırlar; işte sana! Ancak onlar öyle (bahtiyar) kimselerdir ki, Allâh onların kalplerini takvâ için imtihan etmiştir (ve imtihanı kazanmaları netîcesinde o kalpleri yüce Zâtına karşı büyük bir saygıya mazhar kılarak bütün haramlardan sakınma vasfıyla seçkin kılmıştır). (Âhirette ise evvelce yaptıkları günahlar için) büyük bir mağfiret ve çok büyük bir ecir de sâdece onlara âittir.
4﴿ (Habîbim!) O kimseler ki, o (evinin) odaların(ın) ötesinden sana (bağırıp) çağırıyorlar; şüphesiz (bir kısmı bunu edepsizlik kastıyla değil de, cehâlet gibi bâzı nedenlerle yapmaktadırlar ama) onların ekserîsi (senin yüce makāmına karşı takınmaları gereken edepleri anlayıp) akletmiyorlar.
سُورَةُ الْفَتْحِ
الجزء ٢٦
٥١٤
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا ﴿٢٩
سُورَةُالْحُجُرَاتِ
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿١
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿٢
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿٣
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤
Fetih Sûresi
514
Cuz 26
مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِۜ وَالَّذ۪ينَ مَعَهُٓ اَشِدَّٓاءُ عَلَى الْكُفَّارِ رُحَمَٓاءُ بَيْنَهُمْ تَرٰيهُمْ رُكَّعًا سُجَّدًا يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللّٰهِ وَرِضْوَانًاۘ س۪يمَاهُمْ ف۪ي وُجُوهِهِمْ مِنْ اَثَرِ السُّجُودِۜ ذٰلِكَ مَثَلُهُمْ فِي التَّوْرٰيةِۚۛ وَمَثَلُهُمْ فِي الْاِنْج۪يلِ۠ۛ كَزَرْعٍ اَخْرَجَ شَطْـَٔهُ۫ فَاٰزَرَهُ فَاسْتَغْلَظَ فَاسْتَوٰى عَلٰى سُوقِه۪ يُعْجِبُ الزُّرَّاعَ لِيَغ۪يظَ بِهِمُ الْكُفَّارَۜ وَعَدَ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ مِنْهُمْ مَغْفِرَةً وَاَجْرًا عَظ۪يمًا ﴿٢٩
29﴿ (O hak din ile gönderilen zât) Allâh’ın Rasûlü olan Muhammed’dir. Onunla birlikte olan o (mümin) kimseler; kâfirlere karşı çok şiddetlidirler, kendi aralarında ise çok merhametlidirler. (Ey görebilen kişi! Habîbimin ashâbı o kadar çok namaz kılarlar ki) sen onları sürekli rükû eden kişiler ve secde yapan kimseler olarak görürsün; onlar Allâh’tan büyük bir lütuf ve (sevap, bir de) değerli bir rızâ (ve hoşnutluk) aramaktadırlar. Secde eserinden (ibâret) olan alâmetleri (ve nurları) ise yüzlerinde (belirmiş)dir. İşte sana! Bu (anlatılan), onların Tevrât’taki acâyip vasıflarıdır. Onların (yetişmesi hakkında) İncîl’deki ilginç sıfatları ise; filizini çıkarmış bir ekin gibidir ki, o (filiz) onu kuvvetlendirmiş, bu sebeple o (ekin) iyice kalınlaşmış ve derken kökleri üzerinde doğru düzgün durabilmiştir ki (böylece o ekinin kısa bir zamanda iyice serpilip güçlenmesi ve güzel görüntüsü) ekim yapanları hayran bırakmaktadır. (Evet! Allâh-u Te‘âlâ onları bu örnekte geçen şekilde çoğaltmıştır) tâ ki O (Rableri) onlar(ın çok olması) sebebiyle kâfirleri öfkelendirsin (ve onları çatlatsın). Allâh (da), kendileri îmân etmiş ve sâlih ameller işlemiş bulunan o kişilere (beşeriyet gereği işleyebilecekleri günahlar için) tam bir mağfiret ve çok büyük bir mükâfât vaad etmiştir. Bu âyet-i kerîmede sahâbe-i kirâmın kâfirlere karşı takındıkları şidddetli tutum methedilmiştir. Nitekim rivâyet olunduğuna göre; sahâbe-i kirâm, müşriklerin bedenlerine bile ellerini dokundurmazlardı, hattâ elbiselerinin onların giysilerine değmesinden dahî sakınırlardı. Aralarındaki merhamete misâl olarak da birbirlerini gördüklerinde mutlaka musâfahalaştıkları ve kucaklaştıkları zikredilmiştir. Rükû ve secdeye devâm etme vasıfları hakkında ise: “Onları görenler geceleri uzunca secdede kalmalarından dolayı yüzlerinde kimsede görülmeyen bir nur ve parlaklık, heybet ve vakar, huşû ve tevâzu belirtileri fark ederler. Nitekim ibâdet edenlerin içlerinden yüzlerine vuran bu nur, zencilerin yüzünde dahî görülebilen bir parlaklıktır. Kıyâmet gününde ise, secde yaptıkları uzuvlar ayın on dördü gibi parlayacak ve böylece onlar dünyâda Allâh’a secde etmiş olma vasfıyla tanınacaklardır” şeklinde îzahlar yapılmıştır. Ekinlere benzetilmeleriyle ilgili İncîl-i Şerîf’te geçen misâl ise: “Allâh-u Te‘âlâ bir tek Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ile başlatmış olduğu İslâm dâvâsını, Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh) ile filizlendirmiş, Ömer (Radıyallâhu Anh) ile güçlendirmiş, Osmân (Radıyallâhu Anh) ile sağlamlaştırmış, Alî (Radıyallâhu Anh) ile de gövdesi üzere durdurtmuştur. Daha sonra da diğer müminlerle takviye etmiştir” şeklinde tefsîr edilmiştir. (et-Teysîr; el-Medârik; el-Âlûsî)




KIRKDOKUZUNCU SÛRE-İ CELİLE
el-Hucurât
SÛRE-İ CELîLESİ

Medenî (Medîne-i Münevvere döneminde inmiş)dir. 18 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تُقَدِّمُوا بَيْنَ يَدَيِ اللّٰهِ وَرَسُولِه۪ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ سَم۪يعٌ عَل۪يمٌ ﴿١
1﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Allâh’ın ve Rasûlünün (emir ve yasaklarını çiğneyerek, onların) önüne geçmeyin ve (yapacağınız yâhut terk edeceğiniz herhangi bir konuda) Allâh(a karşı muhâlif bir tavır takınmak)tan hakkıyla sakının. Şüphesiz ki Allâh, (sözleriniz dâhil tüm işitilebilen şeyleri hakkıyla duyan bir) Semî‘dir, (işleriniz dâhil bütün mâlûmâtı çok iyi bilen bir) Alîm’dir. Bu âyet-i kerîme bayram namazı kılınmadan önce kurban kesen, bir de Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) oruca başlamadan önce şüpheli günde oruç tutan kimseler hakkında nâzil olarak, onları Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den önce herhangi bir amele başlamaktan nehyetmiştir. Dolayısıyla bu âyetin mânâsı genel olarak: “Kur’ân’a ve Sünnet’e uymayan hiçbir şey yapmayın” diye anlaşılmalıdır. Ayrıca burada, Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ve halîfelerinin yanında bulunanlara, bir zarûret yokken onların önünde yürümemeleri, onlardan önce yemeye başlamamaları ve bir soru karşısında söze atılmamaları gibi konularda edep tâlimi hedeflenmiştir. (el-Âlûsî; Rûhu’l-Beyân)
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَرْفَعُٓوا اَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ اَنْ تَحْبَطَ اَعْمَالُكُمْ وَاَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿٢
2﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! (Rasûlümün yanında bir şey konuşmanız îcâb ettiği zaman) seslerinizi o Nebî’nin sesinin üstünde (olacak şekilde) yükseltmeyin, bir kısmınızın diğer bir kısma karşı (bağırarak sözlerini) açık etmesi gibi ona karşı (gür sesle konuşarak) sözü açık etmeyin ki, (sonra) siz farkında olmadığınız hâlde amelleriniz(in sevapları) boşa çıkar.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يَغُضُّونَ اَصْوَاتَهُمْ عِنْدَ رَسُولِ اللّٰهِ اُو۬لٰٓئِكَ الَّذ۪ينَ امْتَحَنَ اللّٰهُ قُلُوبَهُمْ لِلتَّقْوٰىۜ لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَاَجْرٌ عَظ۪يمٌ ﴿٣
3﴿ (Habîbim!) Şüphesiz o kimseler ki; Allâh’ın Rasûlünün yanında (edebe riâyet ederek) seslerini kısmaktadırlar; işte sana! Ancak onlar öyle (bahtiyar) kimselerdir ki, Allâh onların kalplerini takvâ için imtihan etmiştir (ve imtihanı kazanmaları netîcesinde o kalpleri yüce Zâtına karşı büyük bir saygıya mazhar kılarak bütün haramlardan sakınma vasfıyla seçkin kılmıştır). (Âhirette ise evvelce yaptıkları günahlar için) büyük bir mağfiret ve çok büyük bir ecir de sâdece onlara âittir.
اِنَّ الَّذ۪ينَ يُنَادُونَكَ مِنْ وَرَٓاءِ الْحُجُرَاتِ اَكْثَرُهُمْ لَا يَعْقِلُونَ ﴿٤
4﴿ (Habîbim!) O kimseler ki, o (evinin) odaların(ın) ötesinden sana (bağırıp) çağırıyorlar; şüphesiz (bir kısmı bunu edepsizlik kastıyla değil de, cehâlet gibi bâzı nedenlerle yapmaktadırlar ama) onların ekserîsi (senin yüce makāmına karşı takınmaları gereken edepleri anlayıp) akletmiyorlar.