v02.01.25 Geliştirme Notları
Hucurât Sûresi
516
Cuz 26
12﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Zanların birçoğundan uzak durun. Zîrâ şüphesiz ki bir kısım zanlar (ve tahminler) büyük bir günah(a düşme vâsıtası)dır. Bir de (birbirinizin) ayıp(larını) araştırmayın (ve Müslümanların örtmeye uğraştıkları şeyleri açmaya çalışmayın). Ayrıca bir kısmınız diğer bir kısmı(n arkasından kötü konuşarak onu) gıybet etmesin. Sizin biriniz, ölmüş hâldeki kardeşinin etini yemeyi sever mi?! Tabî ki onu kerîh (ve çirkin) gördünüz. Öyleyse Allâh’tan hakkıyla sakının (da yasaklarına bulaşmayın). Şüphesiz ki Allâh (tevbeleri çokça kabûl eden bir) Tevvâb’dır, (yasaklardan sakınanları çok esirgeyen bir) Rahîm’dir. Bu âyet-i celîleden anlaşıldığı üzere; bir kısım zanlar ve tahminler günah olduğuna göre, diğer bir kısmı ise mübahtır, nitekim dünyâ işlerindeki tahminler bu kabildendir. Öyleyse bir Müslüman aklına gelen bir düşüncenin hangi kısımdan olduğunu iyice anlayabilmesi için, her düşündüğünü rahatça konuşmamalı, bilakis ihtiyatlı davranmalı ve kendisini günaha sokacağından emin olmadığı birçok zan ve düşünceden sakınmalıdır. (el-Âlûsî, 25/377)
13﴿ Ey insanlar! Şüphesiz ki Biz sizi (Âdem adındaki) bir erkekten ve (Havvâ nâmındaki) bir dişiden yarattık. (Hepinizin anne-babası bir olduğuna göre; soyla sopla iftihârın ne anlamı olabilir?!) Böylece Biz sizi (birbirinize karşı iftihâr edesiniz için değil lâkin) tanışasınız (da kimin kime vâris olacağını tespit edebilmek için soyları belirleyesiniz ve kimleri arayıp sormakla mükellef olduğunuzu anlayarak sıla-i rahim yapabilesiniz) diye (Arap ve Türk gibi) birtakım büyük topluluklar ve (onun altında bulunan küçük) kabîleler yaptık. Şüphesiz Allâh nezdinde en değerli olanınız (en zengininiz, en güzeliniz, şu soydan ve bu boydan olanınız değil) ancak (Allâh-u Te‘âlâ’nın haramlarından son derece sakınarak) en ziyâde takvâ sâhibi olanınızdır. Muhakkak ki Allâh (sizi de amellerinizi de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (görünen ve görünmeyen tüm hâllerinizden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.
14﴿ (Esedoğullarından) o bedevîler: “(Biz içimizle ve dışımızla) îmân ettik” dedi(ler). (Habîbim! Onlara) de ki: “Siz (kalbinizden) îmân etmediniz velâkin: ‘Biz (zoru görünce kelime-i şehâdet okuduğumuzu açıklayarak ve sizinle harbe kalkışmayarak) boyun eğdik’ deyin. (Bu daha doğru olur.) Zâten îmân sizin kalplerinizin içerisine henüz girmemiştir. Ama eğer (münâfıklığı bırakıp) Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederseniz O (Allâh), amellerinizden hiçbir şeyi(n ecrini) size eksik etmeyecektir. Şüphesiz ki Allâh (itâatkârların kusurlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (onlara çok acıyarak lütuflarda bulunan bir) Rahîm’dir.” Esedoğullarından bir fırka, bir kıtlık senesinde Medîne’ye gelip kelime-i şehâdet söylediler, fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sadaka kopartmak amacıyla: “Felancalar seninle savaştığı gibi, biz seninle savaşmadan gelip Müslüman olduk, öyleyse kıymetimizi bil” diyerek Müslümanlıklarını Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in başına kaktılar. Bunun üzerine onların zemmi hakkında bu âyet-i celîleler nâzil oldu. (el-Beyzâvî; et-Teysîr)
15﴿ Müminler ancak öyle kimselerdir ki; Allâh’a ve Rasûlüne (gerçekten) îmân ettiler, sonra (azıcık dahî) şüphe etmediler ve Allâh yolunda (hem kâfirler gibi görünen düşmanlarla, hem de nefis ve şeytan gibi görünmeyen düşmanlarla) mallarıyla ve canlarıyla cihâd ettiler. (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar (îmân iddiâsında) doğru söyleyenlerin ta kendileridir.
16﴿ (Habîbim!) De ki: “Dîninizi (ve îmânlı olduğunuzu) siz Allâh’a mı bildiriyorsunuz?! Hâlbuki Allâh göklerde olan şeyleri de, yerde bulunan şeyleri de (hakkıyla) bilmektedir. Zâten Allâh (îmânınızı ortaya koyarken, içinizde gizlediğiniz kâfirlik dâhil) her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.”
17﴿ (Habîbim!) Onlar Müslüman olmalarını sana karşı büyük nîmet (ve iyilik) sayıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bana karşı büyük nîmet saymayın! Doğrusu Allâh sizi îmâna hidâyet etmiş olmasını size karşı bir büyük nîmet (ve iyilik olarak) saymaktadır. (Ama tabî ki îmân iddiânızda) doğru söyleyen kimseler olduysanız (Allâh size bu iyiliğini hatırlatmaktadır fakat sizde îmân ne arar?)!”
18﴿ Şüphesiz ki Allâh göklerin ve yerin (kimse tarafından bilinmeyen tüm) gayb(lar)ını (ve gizliliklerini) bilmektedir. Zâten Allâh yapmakta olduklarınızı (hakkıyla gören ve karşılığını verecek olan bir) Basîr’dir.
سُورَةُ الْحُجُرَاتِ
الجزء ٢٦
٥١٦
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿١٣
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿١٥
قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٦
يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١٧
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨
Hucurât Sûresi
516
Cuz 26
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اجْتَنِبُوا كَث۪يرًا مِنَ الظَّنِّۚ اِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ اِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَبْ بَعْضُكُمْ بَعْضًاۜ اَيُحِبُّ اَحَدُكُمْ اَنْ يَأْكُلَ لَحْمَ اَخ۪يهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُۜ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ تَوَّابٌ رَح۪يمٌ ﴿١٢
12﴿ Ey o îmân etmiş olan kimseler! Zanların birçoğundan uzak durun. Zîrâ şüphesiz ki bir kısım zanlar (ve tahminler) büyük bir günah(a düşme vâsıtası)dır. Bir de (birbirinizin) ayıp(larını) araştırmayın (ve Müslümanların örtmeye uğraştıkları şeyleri açmaya çalışmayın). Ayrıca bir kısmınız diğer bir kısmı(n arkasından kötü konuşarak onu) gıybet etmesin. Sizin biriniz, ölmüş hâldeki kardeşinin etini yemeyi sever mi?! Tabî ki onu kerîh (ve çirkin) gördünüz. Öyleyse Allâh’tan hakkıyla sakının (da yasaklarına bulaşmayın). Şüphesiz ki Allâh (tevbeleri çokça kabûl eden bir) Tevvâb’dır, (yasaklardan sakınanları çok esirgeyen bir) Rahîm’dir. Bu âyet-i celîleden anlaşıldığı üzere; bir kısım zanlar ve tahminler günah olduğuna göre, diğer bir kısmı ise mübahtır, nitekim dünyâ işlerindeki tahminler bu kabildendir. Öyleyse bir Müslüman aklına gelen bir düşüncenin hangi kısımdan olduğunu iyice anlayabilmesi için, her düşündüğünü rahatça konuşmamalı, bilakis ihtiyatlı davranmalı ve kendisini günaha sokacağından emin olmadığı birçok zan ve düşünceden sakınmalıdır. (el-Âlûsî, 25/377)
يَٓا اَيُّهَا النَّاسُ اِنَّا خَلَقْنَاكُمْ مِنْ ذَكَرٍ وَاُنْثٰى وَجَعَلْنَاكُمْ شُعُوبًا وَقَبَٓائِلَ لِتَعَارَفُواۜ اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ عَل۪يمٌ خَب۪يرٌ ﴿١٣
13﴿ Ey insanlar! Şüphesiz ki Biz sizi (Âdem adındaki) bir erkekten ve (Havvâ nâmındaki) bir dişiden yarattık. (Hepinizin anne-babası bir olduğuna göre; soyla sopla iftihârın ne anlamı olabilir?!) Böylece Biz sizi (birbirinize karşı iftihâr edesiniz için değil lâkin) tanışasınız (da kimin kime vâris olacağını tespit edebilmek için soyları belirleyesiniz ve kimleri arayıp sormakla mükellef olduğunuzu anlayarak sıla-i rahim yapabilesiniz) diye (Arap ve Türk gibi) birtakım büyük topluluklar ve (onun altında bulunan küçük) kabîleler yaptık. Şüphesiz Allâh nezdinde en değerli olanınız (en zengininiz, en güzeliniz, şu soydan ve bu boydan olanınız değil) ancak (Allâh-u Te‘âlâ’nın haramlarından son derece sakınarak) en ziyâde takvâ sâhibi olanınızdır. Muhakkak ki Allâh (sizi de amellerinizi de hakkıyla bilen bir) Alîm’dir, (görünen ve görünmeyen tüm hâllerinizden hakkıyla haberdâr olan bir) Habîr’dir.
قَالَتِ الْاَعْرَابُ اٰمَنَّاۜ قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلٰكِنْ قُولُٓوا اَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْا۪يمَانُ ف۪ي قُلُوبِكُمْۜ وَاِنْ تُط۪يعُوا اللّٰهَ وَرَسُولَهُ لَا يَلِتْكُمْ مِنْ اَعْمَالِكُمْ شَيْـًٔاۜ اِنَّ اللّٰهَ غَفُورٌ رَح۪يمٌ ﴿١٤
14﴿ (Esedoğullarından) o bedevîler: “(Biz içimizle ve dışımızla) îmân ettik” dedi(ler). (Habîbim! Onlara) de ki: “Siz (kalbinizden) îmân etmediniz velâkin: ‘Biz (zoru görünce kelime-i şehâdet okuduğumuzu açıklayarak ve sizinle harbe kalkışmayarak) boyun eğdik’ deyin. (Bu daha doğru olur.) Zâten îmân sizin kalplerinizin içerisine henüz girmemiştir. Ama eğer (münâfıklığı bırakıp) Allâh’a ve Rasûlüne itâat ederseniz O (Allâh), amellerinizden hiçbir şeyi(n ecrini) size eksik etmeyecektir. Şüphesiz ki Allâh (itâatkârların kusurlarını çokça bağışlayan bir) Ğafûr’dur, (onlara çok acıyarak lütuflarda bulunan bir) Rahîm’dir.” Esedoğullarından bir fırka, bir kıtlık senesinde Medîne’ye gelip kelime-i şehâdet söylediler, fakat Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)den sadaka kopartmak amacıyla: “Felancalar seninle savaştığı gibi, biz seninle savaşmadan gelip Müslüman olduk, öyleyse kıymetimizi bil” diyerek Müslümanlıklarını Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in başına kaktılar. Bunun üzerine onların zemmi hakkında bu âyet-i celîleler nâzil oldu. (el-Beyzâvî; et-Teysîr)
اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِه۪ ثُمَّ لَمْ يَرْتَابُوا وَجَاهَدُوا بِاَمْوَالِهِمْ وَاَنْفُسِهِمْ ف۪ي سَب۪يلِ اللّٰهِۜ اُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ ﴿١٥
15﴿ Müminler ancak öyle kimselerdir ki; Allâh’a ve Rasûlüne (gerçekten) îmân ettiler, sonra (azıcık dahî) şüphe etmediler ve Allâh yolunda (hem kâfirler gibi görünen düşmanlarla, hem de nefis ve şeytan gibi görünmeyen düşmanlarla) mallarıyla ve canlarıyla cihâd ettiler. (Habîbim!) İşte sana! Ancak onlar (îmân iddiâsında) doğru söyleyenlerin ta kendileridir.
قُلْ اَتُعَلِّمُونَ اللّٰهَ بِد۪ينِكُمْ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَل۪يمٌ ﴿١٦
16﴿ (Habîbim!) De ki: “Dîninizi (ve îmânlı olduğunuzu) siz Allâh’a mı bildiriyorsunuz?! Hâlbuki Allâh göklerde olan şeyleri de, yerde bulunan şeyleri de (hakkıyla) bilmektedir. Zâten Allâh (îmânınızı ortaya koyarken, içinizde gizlediğiniz kâfirlik dâhil) her şeyi (hakkıyla bilen bir) Alîm’dir.”
يَمُنُّونَ عَلَيْكَ اَنْ اَسْلَمُواۜ قُلْ لَا تَمُنُّوا عَلَيَّ اِسْلَامَكُمْۚ بَلِ اللّٰهُ يَمُنُّ عَلَيْكُمْ اَنْ هَدٰيكُمْ لِلْا۪يمَانِ اِنْ كُنْتُمْ صَادِق۪ينَ ﴿١٧
17﴿ (Habîbim!) Onlar Müslüman olmalarını sana karşı büyük nîmet (ve iyilik) sayıyorlar. De ki: “Müslüman olmanızı bana karşı büyük nîmet saymayın! Doğrusu Allâh sizi îmâna hidâyet etmiş olmasını size karşı bir büyük nîmet (ve iyilik olarak) saymaktadır. (Ama tabî ki îmân iddiânızda) doğru söyleyen kimseler olduysanız (Allâh size bu iyiliğini hatırlatmaktadır fakat sizde îmân ne arar?)!”
اِنَّ اللّٰهَ يَعْلَمُ غَيْبَ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ بَص۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ ﴿١٨
18﴿ Şüphesiz ki Allâh göklerin ve yerin (kimse tarafından bilinmeyen tüm) gayb(lar)ını (ve gizliliklerini) bilmektedir. Zâten Allâh yapmakta olduklarınızı (hakkıyla gören ve karşılığını verecek olan bir) Basîr’dir.