وَكَمْ اَهْلَكْنَا قَبْلَهُمْ مِنْ قَرْنٍ هُمْ اَشَدُّ مِنْهُمْ بَطْشًا فَنَقَّبُوا فِي الْبِلَادِۜ هَلْ مِنْ مَح۪يصٍ ﴿٣٦﴾
﴾36﴿
Biz onlardan önce nice asırlar (halkın)ı helâk ettik ki, onlar şiddetli yakalama bakımından bunlardan daha güçlüydü ki bu sebeple onlar (güçlerinin bir göstergesi olarak Allâh’ın azâbından kurtulmak için) şehirlerde (dağlara taşlara varıncaya kadar her yerde) yarıklar aç(ıp onlara sığın)dılar /sonra onlar (Bizim azâbımızı gördüklerinde, ölümden kurtulmak için) şehirlerde çokça dolaştılar/ da (acabâ Allâh’ın azâbından kurtulmamız için) kaçış yer(ler)inden herhangi biri var mıdır? (dediler.)
اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَذِكْرٰى لِمَنْ كَانَ لَهُ قَلْبٌ اَوْ اَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَه۪يدٌ ﴿٣٧﴾
﴾37﴿
(Habîbim!) İşte sana! Şüphesiz ki bu (sûrede anlatıla)n(lar)da elbette o kimse için büyük bir öğüt vardır ki, onun için (gerçekleri idrâk melekesine sâhip olan) bir kalp bulunmuştur yâhut o, (gafletten uzak bir şekilde aklıyla ve kalbiyle) hâzır bulunan bir kişi olarak (okunan âyetlere) kulak vermiştir.
وَلَقَدْ خَلَقْنَا السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا ف۪ي سِتَّةِ اَيَّامٍۗ وَمَا مَسَّنَا مِنْ لُغُوبٍ ﴿٣٨﴾
﴾38﴿
Andolsun ki; elbette muhakkak Biz göklerle yeri ve (bunca yaratık türlerinden) ikisi arasında bulunan şeyleri (dünyâ günlerinden) altı gün (miktârına denk gelecek vakit)de yarattık. (Hiçbir yaratılmışın güç ve kuvvetinin yetmeyeceği bunca büyük varlığı yoktan vâr ederken) Bize yorgunluktan en ufak bir şey de isâbet etmedi. Katâde ve diğer müfessirlerden nakledildiğine göre; bu âyet-i kerîme, “Allâh-u Te‘âlâ bu âlemi yaratmaya pazar günü başlamış, îcâd işini cumâ günü bitirmiş, cumartesi gününde ise Arş’ın üzerine uzanarak istirâhata çekilmiştir” diye iddiâ eden câhil Yahûdîlere bir reddiye olarak inmiştir. (el-Beyzâvî; en-Nesefî; el-Hâzin)
فَاصْبِرْ عَلٰى مَا يَقُولُونَ وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِۚ ﴿٣٩﴾
﴾39﴿
(Habîbim!) Öyleyse sen onların (dirilmeyi inkâr husûsunda ve Allâh-u Te‘âlâ’yı yaratılmışlara benzetme konusunda) söylemekte olduğu (bu gibi) şeylere karşı sabırlı ol. (Zîrâ Biz onlardan intikam alacağız.) Bir de güneş doğmadan önce (sabah namazını kılarak) ve batış öncesi (öğleyle ikindi namazlarını kılarak) Rabbini hamd (etmek) ile (meşgul olarak) tesbîh (ve tenzîh) et (ki böylece O’nun her türlü acziyetten, özellikle de vaatlerinin gerçekleşmemesi ve herhangi bir yaratığa benzemesi gibi noksanlıklardan son derece uzak olduğunu ifâde etmiş olasın).
وَمِنَ الَّيْلِ فَسَبِّحْهُ وَاَدْبَارَ السُّجُودِ ﴿٤٠﴾
﴾40﴿
Geceden bir kısımda da (akşam ve yatsı namazlarını kılarak) yine O’nu tesbîh et, bir de (peşi sıra nâfile kılınması meşrû olan farz) namazların arkalarında (son sünnetleri kılarak ve tesbihler okuyarak Rabbini tenzîh et).
وَاسْتَمِعْ يَوْمَ يُنَادِ الْمُنَادِ مِنْ مَكَانٍ قَر۪يبٍۙ ﴿٤١﴾
﴾41﴿
(Habîbim!) Bir de sen (kıyâmet gününün dehşet verici haberlerini) iyi dinle. O (Sûr’a üfleyerek) nidâ eden (İsrâfîl)in, (herkese duyabileceği şekilde) çok yakın olan bir yerden çağrıda bulunacağı gün (tüm canlılar diriltilerek kabirlerden çıkarılacaktır). Tefsirlerde nakledildiğine göre; İsrâfîl (Aleyhisselâm) ölülere: “Ey çürümüş kemikler! Parçalanmış uzuvlar! Darmadağın etler ve dağılmış kıllar! Şüphesiz Rabbiniz size büyük mahkeme için (dirilerek) toplanmanızı emrediyor” diye nidâ edecektir. (el-Beyzâvî, Envâru’t-Tenzîl; en-Nesefî, Medârikü’t-Tenzîl -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 6/71-72 el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 25/459)
يَوْمَ يَسْمَعُونَ الصَّيْحَةَ بِالْحَقِّۜ ذٰلِكَ يَوْمُ الْخُرُوجِ ﴿٤٢﴾
﴾42﴿
O (kulların diriltilmesi için ikinci defâ Sûr’a üflenirken kopacak) nârayı hak (ve gerçek olan bir işitme) ile (yakînen) işitecekleri günde (elbette diriltileceklerdir). İşte sana! Ancak bu (gün kabirlerden) çıkış günüdür.
اِنَّا نَحْنُ نُحْي۪ وَنُم۪يتُ وَاِلَيْنَا الْمَص۪يرُۙ ﴿٤٣﴾
﴾43﴿
Şüphesiz ki Biz, ancak Biz (istediğimizi) diriltiriz ve (dilediğimizi) öldürürüz. (Âhirette muhâsebe için) dönüş de ancak Biz(im muhâsebemiz)edir.
يَوْمَ تَشَقَّقُ الْاَرْضُ عَنْهُمْ سِرَاعًاۜ ذٰلِكَ حَشْرٌ عَلَيْنَا يَس۪يرٌ ﴿٤٤﴾
﴾44﴿
O (gömüldükleri) toprak onlardan iyice yarılıp ayrılacağı gün (insanlar kabirlerinden) süratli kimseler hâlinde (çıkarlar) iken (dönüşleri ancak Bizim hesap yurdumuza olacaktır). (Ey insan!) İşte sana! Bu ancak Bize göre çok kolay olan bir diriltip toplamadır.
نَحْنُ اَعْلَمُ بِمَا يَقُولُونَ وَمَٓا اَنْتَ عَلَيْهِمْ بِجَبَّارٍ فَذَكِّرْ بِالْقُرْاٰنِ مَنْ يَخَافُ وَع۪يدِ ﴿٤٥﴾
﴾45﴿
Biz onların (âhireti inkâr husûsunda) söylemekte oldukları şeyleri çok iyi biliciyiz. Zâten sen onlara karşı aslâ azıcık dahî zorlayıcı biri değilsin (ki, onları îmâna mecbur edesin yâhut haklarında istediğini yapasın. Sen ancak bir uyarıcısın). Artık sen Benim tehdîdimden korkmakta olan kimseye Kur’ân (âyetlerini okumak sûreti) ile öğüt ver(meye devâm et).
ELLİBİRİNCİ SÛRE-İ CELİLE
el-Zâriyât
SÛRE-İ CELîLESİ
Mekkî (Mekke-i Mükerreme döneminde inmiş)dir. 60 ayettir.
Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın ismiyle!
وَالذَّارِيَاتِ ذَرْوًاۙ ﴿١﴾
﴾1﴿
Yemîn olsun tam bir kaldırıp savurma ile o (toprağı yerinden) kaldırıp dağıtan (rüzgâr)lara!
فَالْحَامِلَاتِ وِقْرًاۙ ﴿٢﴾
﴾2﴿
Peşi sıra o (tonlarca yağmurdan ibâret) ağır bir yükü taşıyan (bulut)lara!
فَالْجَارِيَاتِ يُسْرًاۙ ﴿٣﴾
﴾3﴿
Ardı sıra tamâmen kolay bir şekilde (sularda) akıp giden (gemi)lere!
فَالْمُقَسِّمَاتِ اَمْرًاۙ ﴿٤﴾
﴾4﴿
Bir de o (yaratıklar arasında) işleri (emrolundukları şekilde) bölüştüren (melek)lere! (İşte bütün bunlara yemîn olsun ki)
اِنَّمَا تُوعَدُونَ لَصَادِقٌۙ ﴿٥﴾
﴾5﴿
Şüphesiz o (diriltileceğinize dâir) sürekli vaad edilir olduğunuz şey elbette doğru (bir şekilde gerçekleşerek vâki) olucudur.
وَاِنَّ الدّ۪ينَ لَوَاقِعٌۜ ﴿٦﴾
﴾6﴿
Bir de şüphesiz o (amellerin karşılığı olan) cezâ elbette (bir gün gerçekleşerek) vâki olucudur.