v02.01.25 Geliştirme Notları
Âl-i İmrân Sûresi
52
Cuz 3
23﴿ (Habîbim!) Kendilerine o (Tevrât) kitab(ındaki mâlûmât)dan büyük bir nasip verilmiş olan o kimseleri görmedin mi ki, (kimin doğru, kimin yanlış olduğuna dâir) aralarında hüküm versin diye Allâh’ın (Tevrât) kitabına çağrılıyorlar, sonra içlerinden bir fırka (bile bile Allâh’ın kitabına mürâcaattan) dönüyor?! Zâten onlar yüz çevir(meyi âdet edin)ici kimselerdir.
24﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (şekilde hakkı kabulden yüz çevirmeleri), şu sebepledir ki; gerçekten o (Yahûdî ola)nlar: “(Buzağıya taptığımız süreye karşılık) sayılı birtakım günler dışında o (cehennem) ateş(i) bize aslâ dokunmayacaktır” de(mek sûretiyle azap konusunu hafife almışlar ve ateşte kalma süresini küçümse)miştirler ve (“Biz Allâh’ın oğulları ve dostlarıyız! Bu yüzden azap etse bile bize ancak çok az bir zaman azap eder”, “Peygamber babalarımız bize şefâat edecektir” gibi sözler sarf ederek) dinleri hakkında sürekli uydur(up konuş)muş bulundukları (o yalan yanlış) şeyler kendilerini aldatmış (ve boş kuruntulara daldırmış)tır.
25﴿ Artık (onların durumu) nasıl olacak o zaman ki; kendisi(nin gerçekleşmesi)nde hiçbir şüphe bulunmayan büyük bir gün(ün muhâsebesi) için onları (mahşere) toplamış olacağız da, herkese kazanmış olduğu şey(in karşılığı) tastamam ödenecek ve (günahları artırılıp, sevapları eksiltilmek sûretiyle) kendileri zulme uğratılmayacaklardır?!
26﴿ (Habîbim! Mâdemki ümmetinin Allâh yolunda cihâdı ilerletip İslâm’ı dünyâya hâkim kılarak Acem ve Rum hükümdârlıklarının saltanatlarına sâhip olmasını istiyorsun, öyleyse Bana duâ ederken) de ki: “Ey mülkün Mâliki olan Allâh! (Saltanat ve) mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini (dünyâda yâhut âhirette veyâ her ikisinde de yardım ve tevfîkıne mazhar kılarak) azîz (ve değerli) edersin, dilediğini de (iki cihanda rezîl-ü rüsvay ederek) zelîl (ve alçak) edersin. Bütün hayırlar (ve şerler) ancak Senin yed(-i kudret)indedir (tasarrufun altındadır). Şüphesiz ki Sen (güçlü veyâ âciz kılma, yüceltme ya da alçaltma dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten) bir Kadîr’sin.
27﴿ (Gecenin saatlerinden bir kısmını eksiltip gündüze katarak) geceyi gündüzün içerisine girdirirsin, (gündüzün saatlerini noksanlaştırıp geceye ilâve ederek) gündüzü de geceye girdirirsin. Ölüden de diriyi çıkarırsın; diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğini de (darlık ve fakirliğe uğratmadan) hesapsız olarak rızıklandırırsın.” Müfessirler burada geçen “Ölü” ve “Diri” tâbirlerini maddî ve mânevî olmak üzere iki kısma ayırmışlar, maddî ölüye; insan suyunu ve yumurtayı, diriye de; insanı ve civcivi misal getirmişler, mânen ölü ve diri kabûl edilen şeylere ise; kâfir-mümin, âlim-câhil gibi örnekler zikretmişlerdir.
28﴿ Îmân edenler müminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesin. (Ey mümin!) İşte sana! Kendileri tarafından (gelebilecek tehlikeli ve) sakınılması gereken büyük bir şeyden sakın(arak takıyye yap)-manız dışında kim bunu yapar (da kâfirlerle dostluk kurar)sa, işte o kişi Allâh(ın dostluğun)dan (ve dîninden yana) en ufak bir şeyde (karar kılmamış ve dindarlık denilebilecek en ufak bir vasfa bile sâhip) olmamıştır. Allâh ise sizi Kendi Zâtından sakındırmaktadır (ki, düşmanlarıyla dostluk ederek gazabına hedef olmayasınız). Zâten o (ölümünüzden sonraki) varış(ınız) ancak Allâh(ın âhiret yurdun)adır. (O hâlde emirlerine karşı gelenler için O’nun katında sonsuz azaplar hâzır olduğunu bilin de dostluk ve düşmanlık ilişkilerinizi ona göre ayarlayın.) Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre; yönetimin kâfirlerin elinde bulunduğu yerlerde can ve mal emniyetinden korkan bir Müslüman’ın, içinde düşmanlık gizleyip onlarla zâhiren dost geçinmesi ve haram bir kanı ya da haram bir malı helâl görmek gibi yasaklara düşmeksizin, kalbi îmân dolu olduğu hâlde kendini müdâfaa için diliyle onlardan olduğunu söylemesi câizdir. (en-Nesefî, el-Beyzâvî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/480; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 4/107-108)
29﴿ (Habîbim!) De ki: “(Kâfirlerle dostluk gibi niyetlerden) göğüslerinizde bulunan şeyi gizlerseniz yâhut onu açıklarsanız Allâh onu bilmektedir. Yine O, (sizin gizledikleriniz ve açıkladıklarınızdan öte) göklerde olanları da, yerde bulunanları da (hakkıyla) bilmektedir. Zâten Allâh (kâfirlerin dostluğundan el çekmemeniz hâlinde sizden intikam almak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten) bir Kadîr’dir.”
سُورَةُ اٰلِ عِمْرٰنَ
الجزء ٣
٥٢
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ ﴿٢٣
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٤
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٥
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٢٦
تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢٧
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿٢٨
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٢٩
Âl-i İmrân Sûresi
52
Cuz 3
اَلَمْ تَرَ اِلَى الَّذ۪ينَ اُو۫تُوا نَص۪يبًا مِنَ الْكِتَابِ يُدْعَوْنَ اِلٰى كِتَابِ اللّٰهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ يَتَوَلّٰى فَر۪يقٌ مِنْهُمْ وَهُمْ مُعْرِضُونَ ﴿٢٣
23﴿ (Habîbim!) Kendilerine o (Tevrât) kitab(ındaki mâlûmât)dan büyük bir nasip verilmiş olan o kimseleri görmedin mi ki, (kimin doğru, kimin yanlış olduğuna dâir) aralarında hüküm versin diye Allâh’ın (Tevrât) kitabına çağrılıyorlar, sonra içlerinden bir fırka (bile bile Allâh’ın kitabına mürâcaattan) dönüyor?! Zâten onlar yüz çevir(meyi âdet edin)ici kimselerdir.
ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ قَالُوا لَنْ تَمَسَّنَا النَّارُ اِلَّٓا اَيَّامًا مَعْدُودَاتٍۖ وَغَرَّهُمْ ف۪ي د۪ينِهِمْ مَا كَانُوا يَفْتَرُونَ ﴿٢٤
24﴿ (Habîbim!) İşte sana! Bu (şekilde hakkı kabulden yüz çevirmeleri), şu sebepledir ki; gerçekten o (Yahûdî ola)nlar: “(Buzağıya taptığımız süreye karşılık) sayılı birtakım günler dışında o (cehennem) ateş(i) bize aslâ dokunmayacaktır” de(mek sûretiyle azap konusunu hafife almışlar ve ateşte kalma süresini küçümse)miştirler ve (“Biz Allâh’ın oğulları ve dostlarıyız! Bu yüzden azap etse bile bize ancak çok az bir zaman azap eder”, “Peygamber babalarımız bize şefâat edecektir” gibi sözler sarf ederek) dinleri hakkında sürekli uydur(up konuş)muş bulundukları (o yalan yanlış) şeyler kendilerini aldatmış (ve boş kuruntulara daldırmış)tır.
فَكَيْفَ اِذَا جَمَعْنَاهُمْ لِيَوْمٍ لَا رَيْبَ ف۪يهِ وَوُفِّيَتْ كُلُّ نَفْسٍ مَا كَسَبَتْ وَهُمْ لَا يُظْلَمُونَ ﴿٢٥
25﴿ Artık (onların durumu) nasıl olacak o zaman ki; kendisi(nin gerçekleşmesi)nde hiçbir şüphe bulunmayan büyük bir gün(ün muhâsebesi) için onları (mahşere) toplamış olacağız da, herkese kazanmış olduğu şey(in karşılığı) tastamam ödenecek ve (günahları artırılıp, sevapları eksiltilmek sûretiyle) kendileri zulme uğratılmayacaklardır?!
قُلِ اللّٰهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَنْ تَشَٓاءُ وَتَنْزِعُ الْمُلْكَ مِمَّنْ تَشَٓاءُۘ وَتُعِزُّ مَنْ تَشَٓاءُ وَتُذِلُّ مَنْ تَشَٓاءُۜ بِيَدِكَ الْخَيْرُۜ اِنَّكَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٢٦
26﴿ (Habîbim! Mâdemki ümmetinin Allâh yolunda cihâdı ilerletip İslâm’ı dünyâya hâkim kılarak Acem ve Rum hükümdârlıklarının saltanatlarına sâhip olmasını istiyorsun, öyleyse Bana duâ ederken) de ki: “Ey mülkün Mâliki olan Allâh! (Saltanat ve) mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden de mülkü çekip alırsın. Dilediğini (dünyâda yâhut âhirette veyâ her ikisinde de yardım ve tevfîkıne mazhar kılarak) azîz (ve değerli) edersin, dilediğini de (iki cihanda rezîl-ü rüsvay ederek) zelîl (ve alçak) edersin. Bütün hayırlar (ve şerler) ancak Senin yed(-i kudret)indedir (tasarrufun altındadır). Şüphesiz ki Sen (güçlü veyâ âciz kılma, yüceltme ya da alçaltma dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten) bir Kadîr’sin.
تُولِجُ الَّيْلَ فِي النَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي الَّيْلِۘ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الْمَيِّتَ مِنَ الْحَيِّۘ وَتَرْزُقُ مَنْ تَشَٓاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ ﴿٢٧
27﴿ (Gecenin saatlerinden bir kısmını eksiltip gündüze katarak) geceyi gündüzün içerisine girdirirsin, (gündüzün saatlerini noksanlaştırıp geceye ilâve ederek) gündüzü de geceye girdirirsin. Ölüden de diriyi çıkarırsın; diriden de ölüyü çıkarırsın. Dilediğini de (darlık ve fakirliğe uğratmadan) hesapsız olarak rızıklandırırsın.” Müfessirler burada geçen “Ölü” ve “Diri” tâbirlerini maddî ve mânevî olmak üzere iki kısma ayırmışlar, maddî ölüye; insan suyunu ve yumurtayı, diriye de; insanı ve civcivi misal getirmişler, mânen ölü ve diri kabûl edilen şeylere ise; kâfir-mümin, âlim-câhil gibi örnekler zikretmişlerdir.
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِر۪ينَ اَوْلِيَٓاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِن۪ينَۚ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ ف۪ي شَيْءٍ اِلَّٓا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰيةًۜ وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُۜ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَص۪يرُ ﴿٢٨
28﴿ Îmân edenler müminleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesin. (Ey mümin!) İşte sana! Kendileri tarafından (gelebilecek tehlikeli ve) sakınılması gereken büyük bir şeyden sakın(arak takıyye yap)-manız dışında kim bunu yapar (da kâfirlerle dostluk kurar)sa, işte o kişi Allâh(ın dostluğun)dan (ve dîninden yana) en ufak bir şeyde (karar kılmamış ve dindarlık denilebilecek en ufak bir vasfa bile sâhip) olmamıştır. Allâh ise sizi Kendi Zâtından sakındırmaktadır (ki, düşmanlarıyla dostluk ederek gazabına hedef olmayasınız). Zâten o (ölümünüzden sonraki) varış(ınız) ancak Allâh(ın âhiret yurdun)adır. (O hâlde emirlerine karşı gelenler için O’nun katında sonsuz azaplar hâzır olduğunu bilin de dostluk ve düşmanlık ilişkilerinizi ona göre ayarlayın.) Bu âyet-i kerîmeden anlaşıldığına göre; yönetimin kâfirlerin elinde bulunduğu yerlerde can ve mal emniyetinden korkan bir Müslüman’ın, içinde düşmanlık gizleyip onlarla zâhiren dost geçinmesi ve haram bir kanı ya da haram bir malı helâl görmek gibi yasaklara düşmeksizin, kalbi îmân dolu olduğu hâlde kendini müdâfaa için diliyle onlardan olduğunu söylemesi câizdir. (en-Nesefî, el-Beyzâvî, el-Hâzin, -Mecmû‘atü’t-tefâsîr-, 1/480; el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, 4/107-108)
قُلْ اِنْ تُخْفُوا مَا ف۪ي صُدُورِكُمْ اَوْ تُبْدُوهُ يَعْلَمْهُ اللّٰهُۜ وَيَعْلَمُ مَا فِي السَّمٰوَاتِ وَمَا فِي الْاَرْضِۜ وَاللّٰهُ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَد۪يرٌ ﴿٢٩
29﴿ (Habîbim!) De ki: “(Kâfirlerle dostluk gibi niyetlerden) göğüslerinizde bulunan şeyi gizlerseniz yâhut onu açıklarsanız Allâh onu bilmektedir. Yine O, (sizin gizledikleriniz ve açıkladıklarınızdan öte) göklerde olanları da, yerde bulunanları da (hakkıyla) bilmektedir. Zâten Allâh (kâfirlerin dostluğundan el çekmemeniz hâlinde sizden intikam almak dâhil) her şeye (hakkıyla gücü yeten) bir Kadîr’dir.”